Bolivya’nın demokratik yönetimine karşı ABD destekli faşist darbe yapıldı. Evo Morales’in 20 Ekim’de gerici rakibine 10 puan fark atarak kazandığı başkanlık seçimleri ardından sokaklara salınan paralı caniler sürüsü eliyle tırmandırılan faşist teröre polislerin destek vermesiyle olaylar açık bir darbeye evrildi ve ordunun faşist darbesiyle sonuçlandı.
Başkan Morales bu faşist terörün tırmandırıldığı dönemde polislerin açıktan gösterileri desteklemesi karşısında taraftarlarını sokaklara desteğe çağırdı. Bu, hiç kuşku yok ki, Bolivya’nın halkçı demokratik yönetiminin desteklenmesi gereken doğru bir adımıydı. Fakat CIA tarafından yönetilen karşı-devrim açık faşist terör eylemlerine hız verdi. Hükümet binaları yakıldı. Polis göstericilere katıldı. Açıkça görüldü ki karşı-devrim örgütlüdür, silahlıdır; Bolivya emekçileri ise ne yazık ki silahlı örgütlenmelerden mahrumdur. Venezuela’nın aksine silahlı halk milislerinin yokluğu Bolivya demokratik yönetiminin en güçsüz yönüdür.
Faşist terör giderek yaygınlaştı. Meclis başkanının kaçırılması, pek çok hükümet görevlisinin doğrudan hedef alınması, sabotaj eylemleri tırmandı. Başkan Morales bu şartlar altında geri adım atarak seçimlerin yenilenmesi kararı aldı. Bu geri adım karşı-devrimi durdurmak şöyle dursun daha da cesaretlendirdi. Ordu doğrudan Morales’in istifasını istedi. Ve başkan Morales istifa ettiğini duyurdu. Belki faşist terörün dizginleneceğini, çatışmaların azalacağını umdu Morales. Oysa öyle olmadığı açıkça görüldü. Şimdi bütün hükümet yetkilileri, demokratik yönetimin tüm görevlileri bir bir tutuklanıyor. Morales hakkında yakalama kararı çıkarılıyor. Faşist darbe halkçı yönetimin tüm kazanımlarını tasfiye etmek, tüm dayanaklarını yıkmak için saldırılarını daha da artıracaktır.
Sınıflar savaşında orta yol yoktur. Uzlaşma yoktur. Morales kan dökülmesini istemediği için geri adım attı. Ama bu geri çekiliş ne kanı durduracak, ne çelişkileri yumuşatacak, ne emekçi yığınları vahşi baskı ve terörden kurtaracak. Tam tersine direnç noktalarından kurtulan faşist darbe şimdi tam bir sürek avı başlatacak. Bu kanlı dönem çoktan başladı bile.
Daha seçimlerden önce, Eylül ayında gerici Carlos Mesa ve diğer “muhalefet” liderleri bu faşist darbenin işaretlerini vermişti. Washington eliyle tüm hazırlıklar yapılmış, Morales’in seçimlere katılmaması için her tür girişim ve tehdit yapılmıştı. Olayların buraya varacağı daha o zamandan apaçık belliydi. Yanı başında Brezilya deneyimi ortadaydı. Arjantin’de çevrilen dolaplar biliniyordu. Venezuela’da halen devam eden darbe-işgal çabaları herkesin malumuydu. Buna rağmen Bolivya demokratik yönetimi gerekli önlemleri almadı. Kendi hasmının silahlı gücü karşısında, örneğin Venezuela’daki gibi halkı silahlandırmayı düşünmedi. Burjuva düzenin kurumsal işleyişine kendisini teslim etti.
Oysa kendi yasallık zincirini parçalayan, kendi yasalarını ayaklar altına alan, kendi kurallarını çiğneyen hemen her zaman burjuvazi olmuştur. Bir azınlığın diktatörlüğü olarak sermaye yönetimi her kritik dönemde kendi yasalarını çiğner; kendi hasımlarını yasadışılığa iter, çıplak zoru devreye sokar. Uluslararası sermayenin çökmekte olan egemenliğini korumak için her tür, ama her tür vahşeti sergileyeceği apaçık bir gerçekliktir.
Öte yandan küresel ölçekte keskinleşen çelişkiler ve sınıflar savaşımı ortada durmayı, “ara çözümleri” imkansız hale getirdi. Emperyalizmin tam ilhak yönelimi tüm bağımlı ülkelerin kısmi “özgürlük alanlarını” ortadan kaldırıyor. Tüm bu ülkeleri kelimenin gerçek anlamında emperyalist merkezlerin basit uzantısına çeviriyor. Böylesi şartlarda Bolivya türünden halkçı-demokratik yönetimlere göz yumulması kesinlikle sözkonusu olamaz. Halkçı-demokratik yönetimlerin hareket alanı her geçen gün ortadan kalkıyor. Ya sosyalizme yönelim, ya emperyalizme tam teslimiyet... orta yol yok! Venezuela ve Bolivya deneyimleri bu gerçekliği bir kere daha kanıtlamış durumda.
Emperyalist sermayenin “yeni taktiklerine” gelecek olursak... Bir zamanlar “renkli devrimler” revaçtaydı. Ukrayna Maidan süreciyle birlikte açık faşist örgütlenmelerin desteklenmesi, vahşi faşist terör eşliğinde darbeler tezgahlamak ön plana geçti. Bu, her şeyden önce emperyalist burjuvazinin ve işbirlikçilerinin zayıf kitle desteğinin sonucudur. Ellerindeki olağanüstü propaganda araçlarına, akıtılan milyonlara, yaratılan tonla örgüte rağmen emperyalistler ve işbirlikçileri geniş yığınlar karşısında belirli bir kitle desteğine sahip hareketler yaratamıyorlar. Tam tersine, her geçen gün azınlıkta oldukları daha net ortaya çıkıyor. Bu yüzden paramiliter örgütlenmeler, kiralık “aktivistler”, silahlandırılan faşist örgütler, açık faşist terörist yöntemler... devreye sokuluyor.
Tüm dünyada devrimci bir durum, devrimci bir dalga var. Dünya devrimi gelişiyor. Bu nedenle tüm dünyada sermaye yönetimleri her tür sözde özgürlüğü rafa kaldırıyor. Gerici faşist yönelimler ön plana geçiyor. Çelişkiler keskin. Bu noktadan sonra ancak zaferi göze alabilen devrimci proletarya, dişe diş zorlu çatışmaları ve savaşları göğüsleyerek ilerleyebilir.
Bu faşist darbe karşısında devrimci proletarya tereddütsüz Bolivya işçilerinin, yoksullarının safındadır. Faşist darbeye karşı uluslararası dayanışmanın güçlendirilmesinden yanadır. Başkan Morales ve demokratik yönetime şartlı desteğini sunmaktadır.
Kahrolsun faşist darbe!
Yaşasın Bolivya işçi sınıfının ve yoksul halkların mücadelesi!
Sinan Kaleli