Toplumsal (doğal olarak tarihsel) gelişmeler devrimci teori için laboratuvar görevi görüyor. Teori burada pratiğin denek taşında sınanırken, öte yandan yeni gözlemler ve çıkarımlar üzerinden yenileniyor, güçleniyor. Her ayaklanma ve devrim ve tersten, her darbe ve karşı-devrim, üzerinde titizlikle çalışmayı gerektiriyor.
Kuşkusuz bu, devasa bir iş. Ancak büyük bir enternasyonal kolektifin altından kalkabileceği zorlukta bir iş. Enternasyonal bir örgüt, bu açıdan da günün yakıcı ve ertelenemez görevlerindendir.
Tüm dünyada devrimci bir durum, devrimci bir dalga var. Büyüyor! Gözlerimizin önünde dünya devrimi gelişiyor. Tüm dünyayı hala basit komplolar üzerinden okumaya çalışanlar, huzursuzluk, isyan, ayaklanma ve çatışmaların “benzer şartlara sahip kimi ülkelerde görünürken diğerlerinden görünmemesine” işaret ederek tarihsel ve toplumsal gerçekliği yadsıma yolunu tutuyorlar. Böyleleri tarihsel ve toplumsal gerçekliği hiç anlamadıklarını göstermiş oluyorlar. Toplumsal ilişkiler basit mekanik ilişkilerin ifadesi değildir, organiktir. Çok yönlü ve karmaşıktır. Devrimci kriz, devrimci durum küresel bir olgu olarak var. Ama somut hareketin ortaya çıkışı, toplum denen bu canlı bünyenin tarihsel birikimi ile, kültürel dokusu ile, ruhsal şekillenişi ile, verili andaki karşıtlıkların nitelik ve niceliği ile... belirlenir. Bu açıdan, küresel devrimci durum, küresel isyan, küresel ayaklanma, küresel anti-kapitalist hareket, günün temel özelliğidir. Dünya proleter devriminin devasa adımlarla ilerlemesidir. Kimi ülkeler daha ilerde, kimi daha geride, kimi görece sakin... ama hepsi bir büyük altüst oluş sürecinin içindedir. Tarihsel evrimin geldiği aşama tamı tamına budur. Gördüğümüz bütün ayaklanmalar, “bir ayaklanmadan çok bir devrimden az” çalkantılar, ilk uğrak noktasında yarım kalan devrimler... hepsi, “yeni evre” olarak adlandırdığımız tarihsel dönemin ürünleridir. Geçici değildir. Çağımızın giderek derinleşecek olan ruhu budur.
Sermaye sınıfı da bu gerçekliğin farkında. Yaşanmakta olanı, önümüzdeki dönemde yaşanacak olanı gayet iyi biliyor, görüyor. Devasa araştırma şirketleri, düşünce kuruluşları, yetkin üniversiteleri, maaşlı profesörleri, araştırmacıları var. “Ayaklanmalar yüzyılı” öngörüsünü milenyum döneminde bizzat onlar yapmıştı. Tüm hazırlıklarını da buna göre yaptılar. Süreci hem askeri-teknik düzeyde karşılamak için birimler oluşturdular, hem siyasal ölçekte karşılamak için önlemler aldılar.
Liberal akımlar üzerinden devrimci fikirlere saldırdılar, neoliberalizm üzerinden proletaryanın parçalanması için adımlar attılar. Binyılın başında dünya halklarına ve işçi sınıfına karşı dünya savaşını başlattılar. “Renkli devrimler” ile iktisadi tam ilhak sürecinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalıştılar. Gerici iç savaşlarla toplumların bünyesindeki devrimci gelişmeleri boğmaya yöneldiler. Açık işgal ve yıkım savaşlarıyla durumu kontrol altına almaya giriştiler. Darbeler tezgahladılar. Akla gelebilecek her tür yöntemi denediler, hala deniyorlar.
Bu nedenle tüm dünyada burjuva iktidarlar art arda baskıcı yasalar çıkarıyor, kırıntı düzeyindeki özgürlükleri dahi askıya alıyor. Burjuva devlet aygıtının gerici-baskıcı yönü her geçen gün daha görünür oluyor. Faşist eğilimler açık yönelim haline geliyor.
Bu ilişki karşılıklı. Mevcut çelişki ve çatışmalar devrimci hareketi güçlendiriyor, devrimci kabarış karşı-devrimci baskıyı ve açık faşist yönelimleri öne çıkartıyor. Baskının yoğunlaşması çoğu zaman güçlü karşı hareketi tetikliyor. Biriken enerji bir genel bahane bulup patlıyor.
Tabandaki enerji, bir ayaklanmanın devrime büyümesini, devrimin başarı veya başarısızlığını, derinlik ve kapsamını doğrudan etkiler. Ama bu etkiye yukarıdan enerjik bir örgüt önderlik etmezse, genel kural olarak sonuç başarısızlıktır. Yukarıda bu türden bir örgütün olmadığı koşullarda iki şey olur. Ya tabandaki enerji muazzamdır ve kendi örgütlerini yaratmayı başarır ve devrimi kotarır -ki bu istisnadır; ya da tüm enerjisine ve gücüne rağmen asıl hedeflere odaklanamaz, gücünü ve enerjisini dağıtır, örgütlü karşı-devrim üstün gelir. Son dönemlerin devrim ve ayaklanmalarına, Bolivya örneğinde olduğu gibi faşist darbe karşıtı harekete vb. bakıldığında görülen budur.
Gerçek anlamda Leninist bir partinin sürece etkin müdahalesi için koşullar genel olarak olgunlaşmıştır. Dünya devriminin her bir uğrağında sürece müdahale edecek Leninist partiler, başlı başına başarı veya başarısızlığın ilk sıradaki faktörü haline gelmiştir. Yeni bir enternasyonal, bu bilinçle, bu temel odak üzerinden şekillenmelidir. Çelişkiler keskin. Ancak zaferi göze alabilen devrimci proletarya, dişe diş zorlu çatışmaları ve savaşları göğüsleyerek ilerleyebilir. Danton’un sözüyle: Cesaret, yine cesaret ve daima cesaret... Sonucu belirleyecek olan artık budur!