Bir akşam vakti Elazığ’dan geldi deprem haberi. Bir deprem, devlet-i alinin tüm yaldızlarını dökmeye yetti.
“Korkulacak bir durum yok, sadece bir kaç binada çatlak var” dedi önce vali. Toplumun gözünün içine baka baka yalan söyledi... Ölen ve yaralanan yok. Sadece bir kaç küçük çatlak!
Derken Kızılay başkanının “bağış kampanyası” paylaşımını gördük sosyal medyada. “Sadece birkaç binada çatlak” olan depremi fırsat bilmiş, 10 TL bağış istiyordu Kızılay! Bir devlet geleneği değil miydi felaketlerden nemalanmak! Hassasiyet nasıl olsa had safhada. Valinin deyimiyle “kamuoyundaki algı çok iyi” halihazırda!
Ama umdukları gibi olmadı bu defa gelişmeler. Peş peşe saçıldı ortalığa belgeler.
Bir baktık, halktan 10 TL bağış isteyen Kızılay, tecavüzcü Ensar’a 8 milyon dolar bağış yapmış. Tepki yükselip üstüne gidilince, Kızılay başkanı kendini kurtarmak için Başkent Gaz’ı verdi ele. RTE’nin has dostu, “bakkal” Torunlar idi şirketin sahibi! O da kendini savunayım derken paranın “Türken vakfının Amerika’daki yurt inşaatında kullanılmak kaydıyla” verildiğini söyledi. Türken, Bilaloğlan’ın vakfı TÜRGEV’le ilintili. Para yine döndü dolaştı buldu RTE’yi!
Kamu imkanlarıyla vergi kaçırmalar, rüşvetler, para aktarmalar, iç etmeler... Gözümüzün önünde al takke ver külah tastamam bir yolsuzluk çemberi.
Boğazına kadar batmış cürufun içine, çürümüş, lime lime dökülüyor her şey.
1999’dan sonra getirilen “deprem vergisi” düştü hafızalara. Öfkeyle sordu insanlar: Nerde topladığınız deprem vergileri?
“Gerekli yere harcadık, size hesap mı vereceğiz” buyurdu devletin başı.
Bırakın iç ettikleri vergilerin hesabını vermeyi, yeni vergiler saldılar hemen: Dijital Hizmet Vergisi, Konaklama Vergisi ve Değerli Konut Vergisi ve Yol ve Trafik Payı. Sürekli artan vergi oranları da (çevre, alkol ve tütün vs) cabası.
Öyle ya, “vergi, mülkiyetin, ailenin, düzenin ve dinin yanı başında beşinci tanrıdır ” demişti Marx, “vergi hükümeti emziren memedir!”
Hükümet dediğiniz, ordu, polis, yargı, üniversite, türlü çeşit resmi görevli... Vergi ise, tüm bunların geçim kapısı, sağmal ineği!
Böylesine çürümüş, yozlaşmış bir yapı kopkoyu bir gericilikle, cehaletle, yobazlıkla sürdürülebilir ancak. Aydınlanmış bir halk, gerici sermaye egemenliğinin en büyük korkusudur. Bilinçli bir gericileştirme, alıklaştırma ise sermaye iktidarının temel ilkesi.
Bu yüzdendir ki “bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede” diyen Profesör Arı gibiler YÖK Denetleme Kurulu’na atanır. “Çocuk yaşta evlenmelerin yasaklanması” ile Elazığ’daki deprem arasında nedensellik kuran Gencer gibi sapık zihniyetliler üniversitelerde profesör olur. Kadın düşmanlığı en tepedekinden başlamak üzere devletin ve iktidarın ana ekseni haline gelir. Madımak’ta aydınları yakan cani özel afla serbest bırakılır... Tesadüf değil hiçbiri.
Değişime direnen çürür. Gelişmeye engel olan yozlaşır. Ne bireyseldir, ne kısmi, ne arızi.
Sorunu ne salt RTE’dir, ne salt AKP. Yüz yılı aşkındır çürüyor ve çürütüyor bu sistem, insanlığı, doğayı, toplumları. Her gün yeni bir örneğiyle karşılaşıyoruz bu cerahatin. Soluk alamaz oluyor toplum. Artık su çürüyor.
Bentleri yıkma vaktidir.