Devletin tepesinden en çok duyduğumuz kelimeler fıtrat ve kader! Bir çift sihirli kelam, her kilide uyan anahtar...
İş cinayetlerinde her yıl ortalama iki bin işçi hayatını kaybeder, Reis “işin fıtratında var” der. Sel olur, insanlar ölür, tek kelimelik bir cevap: kader!
Kader de, fıtrat da yoksullar içindir zaten. Zevk ve sefa içindekiler için hiç duyulmaz bu yaşamların “işin fıtratında” olduğu. Ya da zengin yaşamın kader oluşu üzerine hiç lakırdı edilmez. Tuhaf değil mi? Tüm insanlığı kapsayan evrensel bir kavram olarak kader, nedense sadece ama sadece yoksullar sözkonusu olduğunda dolaşır ortalıkta! Merak edenler bakabilirler “maden kazası” ve Bursa’daki sel sonrası RTE’nin açıklamalarına.
Ulaştırma Bakanı bugün gerine gerine konuşuyor: “Salgın sürecinde ülke genelindeki hiçbir şantiyemiz kapanmadı.” Ne büyük bir övünç! Gerçi bu “müjdeyi” böyle duyurmasına gerek de yoktu. Zira Reis “Türkiye ekonomi çarkının dönmek zorunda olduğu bir ülkedir” buyurmamış mıydı? Öyle olduğuna göre elbette şantiyeler durmayacak, tersaneler kapanmayacak, işçiler salgının kucağına atılacaktı. Hastalığa yakalananlara, hayatını kaybedenlere gelince... Kader ve işçi oluşun “fıtratı” tam da bu sorunu karşılamak için yeterli değil miydi!
Sadece işçinin emeğiyle değil, kanıyla, canıyla besleniyor bu sistem. Yoksulları kitleler halinde öğütüp sindiriyor.
Bursa’da selde hayatlarını kaybedenlerden sonra dün İstanbul’da, bu 20 milyonluk “megakent”te, adı sanı bilinmez bir göçmen hayatını kaybetti selde. Hadi cümleyi farklı bir şekilde kuralım: Suriyeli göçmen bodrumda boğuldu. Bodrum’da, güneş altında yüzerken boğulmadı, kaldığı evde, bodrum kattaki evinde, bodrumda, bo-ğul-du!
Yakılıp yıkılan, her şeyi çalınıp yağmalanan, savaş ateşleriyle küle dönen ülkesinden kopup buralara savrulan Suriyeli göçmen, su baskınında bodrumda hayatını kaybetti. Kader!..
Bodrum... Selo’nun Devran’ındaki öyküde, Bodrum’da yüzen Kürt gencinin, özel yatta konuşulanları duyduğunda hissettikleri gibi... Ne diyordu o yattaki zengin gölgeler: Bodrum’da yanmayana insan mı denir? Şimşek gibi çarpan bir cümle. Kürt gencin kafasında “Bodrumda yanmayana, bodrumda yananlara yüreği yanmayanlara insan mı denir?” diye dönüp duran burgaçlar. Bodrum... Bodrumlar... Yoksulların, emekçilerin “ev” diye tıkıldıkları, Cizre’de baş eğmeyenlerin, Mehmet Tunç ve yoldaşlarının vahşi bir şekilde yakıldıkları... Ve “merdiven altı atölyelerde” nice işçinin sağlığını, umutlarını, geleceğini tükettiği mekan.
Her şey o bodrumlardan gün ışığına çıkışımıza bakıyor. Sayımız on milyonlarla. O bir avuç asalağın bin bir türlü araçla, yalan dolanla bizi inandırmak istedikleri kör karanlık yaşamlar kader değil. Bir küçük adım... Bunca çalıp çırpmanın, çürümenin, yalan dolanın üzerine yükselen bu düzeni havaya uçurmak için bir küçük adım yeter! Kendi örgütlerimizde bir araya geldiğimiz anda, kendi meclislerimizi, forumlarımızı, konseylerimizi sakınımsız hayata geçirmeye başladığımız anda, her şeyin nasıl karşıtına dönüşeceğini hep birlikte göreceğiz.