Türkiye savaş batağına iyice gömüldü. Kalıcı işgal girişimleri artık 7-8 bin kilometre kareye ulaşmış durumda. Kıbrıs’ta işgal ettiği toprakların iki katından fazla bir alanı Suriye, Rojava ve Güney Kürdistan’da kontrol altına almış bulunuyor.
Peşmerge Bakanlığı, Türk ordusunun Haftanin’deki Sindi ve Guli bölgesinden Hakurk’a kadar olan bölgede sınırın 20 ile 40 kilometre derinliğinde bir alana yerleştiğini, üsler kurduğunu, varlığını kalıcı hale getirmekte olduğunu açıkladı. Türkiye böylece Kandil dağ grubundan çok daha gerilere sarkmış bulunuyor. Bölgede pek çok köy (sayısı 500’ü aştı) boşaltılmış durumda. Özellikle Haftanin’de şiddetli çatışma haberleri gelmeye devam ediyor.
Bu arada dikkat çekici bir nokta da, Türkiye ile eş zamanlı bir şekilde İran’ın da Hacı Ümran ve Kandil bölgelerini bombalaması. Her iki ilhakçı ülke eş zamanlı olarak yurtsever harekete karşı saldırıya geçti. Ve her iki ülke de KDP ve YNK’den açık veya örtülü destek alıyor. Peşmerge Bakanlığı sözcüsü “Bölge ülkelerinin kendileri bu huzursuzluğun nedenidir. Köylerin boşalması, halkın göç etmesi ve yaşanan ziyanın sebebidirler. Maalesef PKK de kendi faaliyet alanı dışındaki bölgelerde yerleştiği için Türkiye’ye operasyon için bahane sunuyor” sözleriyle bu işbirliğini bütün çıplaklığıyla dile getirmiş oluyor.
Türkiye cephesinde Semelka (Güney Kürdistan ile Rojava arasındaki sınır kapısı) ismi yüksek sesle telafuz edilmekte. Fırsatını bulsa bu sınır kapısını da en azından bloke edecek!
İşgal altındaki Rojava toprakları kaymakam ve valilerce yani TC İçişleri Bakanlığı tarafından yönetiliyor. Bu, ilhak amacını, hatta daha doğru söylemle ilhak girişimini gözler önüne seriyor. İdlib’te ise Türk Lirasının kullanılmaya başlanmasıyla niyetin ne olduğunu yeterince açık.
Türk devleti işgal altındaki topraklarda üretilen tahıllara el koyduğu için sık sık yerel halkın protestolarıyla karşılaşıyor. Diğer taraftan işgal alanları dışında kalan ekili alanlara karşı düzenli sabotaj saldırıları yapılmakta. Ekin tarlalarının yakılmasıyla Özerk Yönetim’in ekonomik açıdan zor duruma düşürülmesi amaçlanıyor. Yağma, talan ve imha... Türk ordusu ve çetelerinin “medeniyet” düzeyi işte bu!
Bu saldıralara şimdi “su silahı” da eklendi. Türk devleti Fırat’ın suyunu resmen kesmiş durumda. Daha önceki anlaşmalara göre bırakması gereken suyun sadece üçte birini bırakmaya başladı. Bu hem tarımsal sulamanın baltalanması demek, hem de elektrik üretiminin sabote edilmesi ve içme suyu sıkıntısının başgöstermesi demek.
Savaş cephesi genişledikçe hem tüm bu alanı kontrol etmek için gereken askeri güç, teknik ekipman vs genişliyor, hem işin maliyeti artıyor. Çatışmalarda uğranılan kayıplar da cabası. Hani şu “sözleşmeli personel” kullandığı için kamuoyuna bir türlü duyurulmayan kayıplardan bahsediyoruz.
Tarih mezarlığı, yağma ve talan savaşlarıyla güçlü devletler kuracağını düşleyen dargörüşlü zorbalarla doludur. Egemenlik, zenginlik ve güç için girilen bu yol, hemen her zaman yıkımla sonuçlanmıştır. Halkımızın o harika ifadesiyle “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” kaçınılmaz yazgısıdır bu zorbaların. Ekonomik açıdan böylesi bir savaşı sürdürme yeteneği bulunmayan Türk devlet gemisi, dinci faşist iktidarın kaptanlığında dolu dizgin kayalıklara gidiyor.