Yine evlere baskın ve gözaltı haberleriyle başladık güne. İki ayrı “operasyon”. Biri 6-8 Serhıldanı için 6 yıl sonra yapılıyor. Diğeri “sosyal medyada darbe teşebbüsü” gibi bir “tuhaf” gerekçeyle başlatılıyor. Daha tam şekliyle suçlama “halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiği, devlet büyüklerine hakarette bulunup, seçilmiş hükümeti yıpratmak ve kamuoyunda yankı uyandırmak amacıyla provakatif paylaşımlarda bulunduğu” şeklinde.
“Tuhaf” sosyal medya gözaltılarına ve tutuklamalarına son derece aşinayız. Bu davalara bakacak olursak RTE, tüm dünyada kişiliğine hakaret edilme şampiyonu! Hele bir de nüfusa oranlarsanız!.. Bu gerekçeyle yapılan adli işlem sayısı on binlerce. Gözaltına alınan, tutuklanan, ceza alan sayısı ise binlerce. Eğer bu “adli veriler” gerçeği yansıtıyorsa, RTE’nin seveni gerçekten çok fazla demektir!
Sorunun bu şahsın kişiliğine hakaretle uzaktan yakından ilgisi yok elbette. En ufak bir aykırı ses çıkmasın diye bütün güçlerini kullanıyorlar. Toplumun bütün, ama bütün soluk borularını tıkamaya çalışıyorlar. Her birimizin nasibini aldığı bu ucube soruşturma ve yargılamalar, süresi değişen tutukluluklar tamamen bu amaç için.
Bugünkü gözaltılarda bu açıdan yeni bir şey yok. Ama aynı zamanda yeni bir şey var. Gittikçe belirginleşen bir nitelik söz konusu burada.
HDP’ye yönelik “6 yıl gecikmeli hesap sorma”(!), üstelik kimi simge isimler üzerinden bunu yapma, ilk elden “gündem değiştirme” etiketiyle karşılandı. Ardından “anketlerde yerlerde sürünüyorlar, Kürt sorunu üzerinden yeni bir kutuplaşma peşindeler” yorumları yayılmaya başlandı.
Dinci faşist iktidarla mücadeleyi, daha dar anlamda RTE ve AKP ile “hesaplaşmayı” sandığa endeksleyen, her seçimde aynı sakızı çiğneyip farklı bir tat ve sonuç bekleyen bir kesim var. Her seferinde “bu defa farklı” deyip duruyorlar. Dinci faşist iktidar sandıkla gitmeyeceğini kanıtlamak için daha ne yapmalı, bilemiyoruz doğrusu. “Şanlı 7 Haziran”ı 1 Kasım’a bağlayan, bir çırpıda 500 bin mühürsüz pusulayı geçerli sayıp referandumda “atı alıp Üsküdar’ı geçen”...
Yetmez. 15 Temmuz’da “Allah’ın lütfu”na dört elle sarılıp OHAL ilan eden, KHK’larla her istediği değişikliği yapan, ordu envanterindeki ağır silahları belirli kesimlere dağıtan...
Başkanlık seçimlerinde alışageldik bir şekilde “adam kazandı” olan...
Yerel seçimlerde İstanbul seçimini tekrar ettiren...
HDP’nin aldığı kent belediyelerinin sonuncusunun başındaki başkanını da bugün gözaltına alan...
Aleyhteki mahkeme kararlarını uygulamamanın kural, uygulamanın istisna olduğu bir pratiği olağanlaştıran...
Anayasa Mahkemesi’nin (ki tarafgirliği konusunda hiçbir şüphe yok bu kurumun, son Berberoğlu ve Leyla Güven kararları bile yeter bunu anlamaya) bağlayıcı kararlarını kulak ardı eden, İçişleri Bakanı üzerinden Mahkeme’ye meydan okuyan...
Yine başka tarikatların açıklamasıyla haberdar olduğumuz üzere, dernek ve tarikat çatısı altında dinci tabanı harıl harıl silahlandıran..., dinci çetelerden paralı ordular kuran...
Habire yeni güvenlik teşkilatları oluşturan...
Bu dinci faşist iktidar, tüm hilelere, çalıp çırpmalara, baskılara rağmen seçimleri kaybedecek, sonra da sandığa saygı duyup gidecek! Ki burada, hükümet değişiminin sorunların çözümü olmadığı konusuna gelmedik bile. Faşizmin hükümetle sınırlı bir yapı olmadığını, bir devlet biçimi olduğunu da şimdilik es geçtik.1
Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin (haliyle tekelci sermaye egemenliğinin) harıl harıl hazırlandığı şey, seçimler değil. Yukarıda bir kısmını sıraladığımız olgular bambaşka bir şeye işaret ediyor. Kanlı, çok kanlı bir sürece açıyor kapıyı faşizm. Kopkoyu bir diktatörlüğü, topyekun faşizme açıyor. Hitlervari bir Nazi dönemine. Bugünkü “6 yıl gecikmeli Kobane davasının” bir anlamı budur.
Bir diğer anlamı, 6-8 Ekim’in kendi özelliğinde gizli. 6-8 Ekim Serhıldanı, kitlesel bir silahlı ayaklanmadır. Erdoğan'ın Kobane kapılarındaki vahşi IŞİD sürüsünün katliamlarından mest olmuş bir şekilde Antep’te miting konuşmasında “Kobane düştü, düşecek” sözü, bu alaylı aşağılamalı sevinç çığlığı, emekçi yığınlarda ve Kürt halkında biriken öfkenin patlamasına sebep olmuştu. Sokaklara dökülen gençlik, Kobane’nin direnç ruhuyla faşist devlete karşı silaha sarılmaktan çekinmedi. İşte bu nitelik, bu silahlı ayaklanma, tekelci sermaye iktidarının ve faşist devletin asla göz yumamayacağı, asla üstünden atlayamayacağı bir özelliktir. Bu açıdan 6-8 Ekim için açılan her dava, her soruşturma, bir hesaplaşmadır. Dinci faşist iktidar bu bilinçle hareket etmektedir.
Ayrıca iyice merkezileşen iktidar piramidinin yargıyı kelimenin gerçek anlamında emir erine dönüştürme sürecinin son adımları atılmaktadır. SS’in Anayasa Mahkemesi Başkanı ile “polemiği”, damat Başsavcı’nın gelinle birlikte Saray’da RTE ile poz vermesi... Tüm bunlar, bu sürecin sonuna gelindiğinin işaretleridir.
Türkiye’de yargı hiçbir zaman bağımsız olmadı. Dahası genel olarak yargının bağımsızlığı sözü boş bir kandırmacadan başka bir şey değil. Ama Türkiye'de böyle bir kandırmaca görüntüsü bile olmadı hiç. Son dönemde olanlarsa, her tür görüntü kaygısının da bir kenara atıldığını gösteriyor. Topyekün faşizm tam da böyle hayata geçiyor.
1Bu konuda “Son Hazırlıklar” ve “Hedef Somut Ve Net Olmalıdır” yazılarımıza bakılabilir.