Yolları kesilen, gaz saldırısına uğrayan, gözaltına alınan madenciler haykırıyor: “Biz maden ocaklarında bıraktığımız ayaklarımızı gözlerimizi istiyoruz. Sizden korkmuyoruz...
Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Burdayız biz. Yıllarca arkadaşlarımızın bedenlerinden parçalar kopartıldı o madende, şimdi bize güç göstereceksiniz ha? Ve biz o güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de billahi de korkmuyoruz sizden.”
Bir diğeri “Bugün gözaltına alın yarın yine geliriz, yine geliriz” diyor. Hiç çekinmeden, ürkmeden, korkmadan haykırıyor jandarma komutanının yüzüne. Komutan şaşkın. Karşılık bile veremiyor. Halk yığınlarına karşı olmak, tüm maskenin bir anda düşüvermesi... Belki kendine bile açıklayamadığı bir konumda olmanın kararsızlık ve şaşkınlığı. İşçiler ise müthiş öfkeli, kararlı.
Madende ayağını kaybeden bir diğer madenci, tehditlere karşı öfkeyle haykırıyor: “Bizi öldürsünler, zaten yaşatmadılar ki!” Tek bir tümceye sıkışmış tüm bir hayat hikayesi. Biri gözlerini bırakmış madende, kendisi ayağını. Tazminatlar ödenmemiş. Tam bir yıkımın ortasına savrulup atılmış. “Zaten yaşatma”mışlar ki, ölümden neden korksun!
İşçiler mahkeme kararıyla tescilli alacaklarını istiyor. Devletle, jandarmayla karşı karşıya geliyor. Eylem bir kez daha çıplak gerçeği belletiyor işçilere: Devlet, egemen sınıfın tahakküm aracıdır, sermayenin hizmetindedir. Hem de “en haklı oldukları konuda bile” devlet, onlardan değil, patrondan yanadır.
Bir başka örnek. Mersin’de Şişecam’a bağlı soda işçileri toplu görüşmelerdeki uzlaşmazlık üzerine greve gitme kararı alıyor. Patron vardiya sayısını artırıp en az 90 işçiyi atmak derdinde. İşçiler bunu kabul etmiyor. Devreye cumhurbaşkanı giriyor. “Milli güvenliği bozucu nitelikte” olduğu gerekçesiyle grevi 60 gün süreyle erteliyor. İşçiler “milli”nin ve cumhur’un başının ne olduğunu pratikte görüyor. Her adımda devlet eliyle tedrisattan geçiyor işçiler. Bu arada patron da 550 işçiyi ücretsiz izne gönderiyor. Ne de olsa cumhurbaşkanının uzatıp durduğu bir “yasal hak” işçileri günlük 34 TL’ye mahkum etmek! İşçiler öfkeli.
Adım adım genişliyor eylem dalgası. Dilovası’nda Systemair HSK işçileri ücretsiz izne karşı eyleme geçiyor. Yine aynı yerde sendikalı oldukları için işten atılan elektrik işçileri eylemde. Gebze’de Tayaş işçileri eylemde. Tuzla’da tersane işçileri iş cinayetine karşı protesto eyleminde... Liste uzayıp gidiyor.
İşçiler arasında huzursuzluk, onunla birlikte eylemler artıyor. Bıçak gerçekten kemikte çünkü. Dayanacak hal kalmadı. Ne de kaçabilecek, gerileyebilecek bir alan. Her gün bir sanayi bölgesinden eylem haberleri geliyor. İşçi mektupları muazzam bir huzursuzluğun, çıkışsızlık hissinin, isyanın ve öfkenin biriktiğini gösteriyor. Kelimenin gerçek anlamında “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi” olmadığını kavrıyor işçiler.
Kimi zaman küçücük nedenlerle taşıyor öfke. Çoğu yerde son derece naif bir “haklılık bilinci” ile çıkıyorlar sokağa. Ve karşılarında çeşitli giysiler/üniformalar içindeki devleti buluyorlar. En tepedeki Saraylısından en aşağıdaki bekçisine kadar. Eylem en gerideki işçilere bile öğretiyor.
İçerde gittikçe genişleyen işçi eylemleri, ekonomik ve politik krizin etkisiyle daha geniş alanları kapsayacak. Buna kuşku yok. Bu yüzden zaten dinci faşist iktidar dışarda alabildiğine tehlikeli maceralara gözü kapalı giriyor. Bir dış savaşın yakıcı koşullarında, hele bir de şovenizm/vatanseverlik rüzgarıyla yelkenleri şişirdi mi, içerdeki sorunların üstesinden gelebileceği hayalini kuruyor dinci faşizm. Tıpkı tarih boyunca tüm batıp giden ahmaklar sürüsünün hayal ettiği gibi!
Sorunlar yumağı büyür ve tüm toplumu etkisine alırken, işçi sınıfı adım adım öne geçmeye başlıyor. İşçilerin başını çekeceği devrimci dalga dinci faşizmi yıkacak güce ulaşacaktır. Olaylar bu noktaya akıyor.