Yürümek isteyen madenci haykırıyor: “Ben virüsten ölmekten değil açlıktan ve işsizlikten korkuyorum. Bir esnaf şöyle haykırıyor; “böyle yaşamaktansa gebermek daha iyi!” Sokaklara düşen öfkeli sağlıkçılar “bizi öldürerek tüketemeyeceksiniz” diye haykırıyor.
Ve bir öğretmen “en iyi öğrencimin gözlerinde bir umutsuzluk var” diye mesaj atıyor. Ölüm, açlık, umutsuzluk bu sesler tüm emekçi sınıflar arasında yayılıyor. Eğer bir halk bu tür kelimelerle bezeli çığlıklar yükseltmeye başlamışsa orada tam çöküşün bütün ögeleri bir araya gelmiş, gözükara devrimci bir atılımın tüm koşulları olgunlaşmış demektir.
Tam çöküş, yani ekonomik, siyasi ve ideolojik... hiçbir boş umuda, şişirilmiş vaatlere kulak asmayan; gelecek planlarına yer vermeyen, sızdırılmaz bir karanlık içinde tam çöküş. Her olgu gibi çöküş de tamlığa vardığında tüm yönleri ve bağlantılarıyla kendini ele verir. Nasıl ki insanın anatomisi maymun anatomisinin bir anahtarıysa, çöküş de ancak tam olgunluğa vardığında, önceki devrimci kriz anlarında ayağa kalkan kitleri zafere taşıyacak kararlılığı engelleyen, gözü karalığı bir şekilde engelleyen unsurları anlamamıza yardım eder.
2001 krizi ekonomik bir şokla başlamış hızla siyasi bir krize dönüşmüştü, ancak çöküşün bizzat emperyalistler tarafından önü kesilmişti. İflas eden şirket ve bankalar satın alınmıştı. Borç ve krediler kepçeyle dağıtılmıştı. En büyük gedik ise AB adaylığı umuduyla kapatılmaya çalışılmıştı. Böylece 2001 krizinde öfkeyle sokakları dolduran kitleler yavaş yavaş işlerin düzeleceğine, AB üyeliğiyle refah ve demokrasinin geri geleceğine dair umut kırıntılarına saplanıp kalmıştı.
Çöküşün tam oluşunu engelleyen bir başka etmen daha vardı, o da dinci gericiliğin yükselişiydi. İslamiyette demokrasi damarını arayanlar, anti-emperyalistlik adına dinci gericilikle kol kola girenler, İsrail Konsolosluğu önünde gerici bayraklarla yan yana slogan atanlar, bu topraklarda devrimci siyaset adına izlenen rezilliğin adı oldular resmen.
Gezi ve Kobani Ayaklanmaları döneminde de din istismarı siyasal bir yararlık taşıyordu. Hükümete duyulan öfke birinci plandaydı. Ancak ekonomik çöküş henüz kendini belli etmiyordu. Düşük faizli kredilerle çok sayıda emekçi günü kurtarma peşindeydi. Üstelik ayaklanmalar döneminde din siyasetteki işlevini koruyordu. Öyle ki Taksim Komünü’nden sonra ayaklanmacılar yeryüzü sofralarında iftar açmak için yarışa girmişlerdi. Böylece din, devrimle karşı-devrim arasında çekiştirilip durulan bir meşruiyet aracı konumuna yükseltilmişti.
Aynı şekilde burjuva sistemin ayrımcı eğitim modeli, orantısız zeka laflarıyla gizlenmişti. Pek az kimse orantısız zeka laflarının ayrımcı ön yargıyı yani geleceği kurma hakkının yalnızca yüksek eğitim ve yüksek kültürlü insanların ayrıcalığı olduğuna dair ön yargıyı beslediğinin farkına varabilmişti. Bir yanda din diğer yanda eğitimin sorgulanamaz kurumları, diğer pek çok etkenle birlikte ayaklananları sonuna kadar gidecek kararlılıktan yoksun kıldı. Çünkü her ideolojik çatlak, devrimci eyleme geleceğe dair sızdırılmış umutlara, boş vaatlere uysallıkla kanmayı kulaklara fısıldar.
Şu anki kriz hiçbir umut kırıntısına yer vermeyecek denli bir tam nitelik taşıyor. Ne bir kredi umudu var, geleceğe dair umutlar kurduran düşler kurduran. Ne dinin bir prestiji kaldı uysallığı ve sabrı öğütleyen, ne de eğitime güven var liyakatli bir konum vadeden. Ekonomik, siyasi ve ideolojik çöküşün tüm manzarası ortada. %49 işsizlik bu topraklarda daha önce hiç görülmemişti. Akşamları semt pazarlarında çürükleri toplayan kalabalıklar hiç bu kadar fazla olmamıştı. Emeklilik artık dinlenme ve huzur vaat ediyor mu? Etmiyor. Ceplerden taşan kredi kartları peki, eksikleri tamamlayan bir destekçi olmaktan çıktı, tam tersine, her şeyi elde kalan ne varsa yok etmeye hazır bir icra takip senedi gibi oldu.
Çöküşün resminin siyasal zeminine gelince... biraz da ona bakmak lazım. Çöküşün siyasal zemini şu: burjuva partiler bunalımda. Bunalımlarını da görüyoruz. Hükümet günü kurtarma peşinde cami duvarına işeme yarışına girdi. Burjuva gerici muhalefet hiç umut vaat etmiyor. Parti içi tartışmalar, bölünmeler, ip üstünde yürüyen ittifaklar, liyakat vadetmeyen eğitim, sağlık vadetmeyen hastaneler, iş vadetmeyen bir ekonomi ve hiçbir vaatte bulunamayan burjuva siyaset, tam çöküşün bütün renkleri şimdi bir arada.
Şöyle bir sonuç çıkıyor. Emekçi sınıflar önce çılgınca bir atılıma neden olabilecek kopkoyu bir umutsuzluk çukuruna saplanıyorlar. Ama hiçbir insan topluluğu sürgit umutsuz olamaz. Ve gelecek tasavvuru olmadan ayakta kalamaz. Dillere yapışan ölüm, açlık kelimeleri aslında ölümüne bir kararlılığın emekçilerin bilinçlerinde yerleşmeye başladığının açık işaretleridir.
Bir devrim aç bebeklerin çığlıklarından, çocukların donuk göz bebeklerinden ve ebeveynlerin ölüm bezeli söz ve davranışlarının yaygınlığından doğar ve patlar.