İşçi sınıfı saflarındaki işsizlik, açlık ve sefalet bugüne kadar hiç olmadığı gibi büyüdü. Her geçen gün daha da derinleşip yaygınlaşıyor. Üstelik bu defa açlık ve sefalet sadece işçiler ve işçi aileleri ile de sınırlı değil. Toplumdaki tüm emekçi kesimler arasında yaygınlaşıp derinleşiyor.
Fabrikalarda çalışırken ücretsiz izne çıkarılan ya da yarı zamanlı ödenekle üç kuruşa mahkum edilenler, sınıf atlama umuduyla yıllarca dirsek çürütüp üniversite bitirenler ya da koşulların zorlamasıyla büyük kentlere akan Kürt gençleri, savaş yüzünden kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalan mülteciler... Çoğu, bu durum karşısında geçici, palyatif çözüm olarak inşaatlara gidip çalışıyor. Ama sonuç hiçbir şekilde değişmiyor. Ayda bir hafta ya da on gün inşaat şantiyesinde çalıştıktan sonra genellikle paralarını da alamadan kendilerini kapı önünde buluyorlar.
Pandemi toplumdaki bütün çelişkileri en üst düzeyde keskinleştirdi. Çatışmaları şiddetlendirdi. Bu durum giderek daha geniş kesimleri kapsamasına, daha da sertleşmesine neden oluyor. İşte tam da burada sorulması gereken soru şu: Sınıf mücadelesi mi; devrimci sınıf mücadelesi mi? Yaşam, işçi sınıfını kendiliğinden bu eşiğe getirip bırakıyor.
Aynı şey gibi görünse de iki birbirinden farklı. Kuşkusuz pek çok noktada kesişir, iç içe geçer her ikisi de. Hatta ikincisi çoğu dönem birincisinin zorunlu ardılı olarak belirir. Sınıf bilinçli işçiler için önemli olan nokta, gerçek kurtuluşun bu ikincisinden geçtiği bilinciyle pratik mücadeleyi geliştirmektir.
Sınıf mücadelesi daha çok işçi sınıfı ile burjuva sınıf arasındaki kendiliğinden mücadeledir. Yani biraz daha yüksek ücret için, biraz daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için ekonomik taleplerle verilen mücadeledir.
Öte yandan burjuva sınıf, bu mücadelede her zaman politik davranır. İşçilerin karşısına elinde bulundurduğu politik iktidar gücü olan devletle dikilir. Kaldı ki gerçek rakamlarla %40’ları aşan işsizler ve açlar ordusunun karşısında polisiyle, jandarmasıyla, yasaları ve yasaklarıyla, mahkemeleriyle çıkıyor. Yani sermaye sınıfı, aş, iş isteyen işçi ve emekçilerin karşısına devlet gücüyle, politik baskı aygıtıyla çıkıyor.
Tek tümcede özetlersek, sınıf mücadelesinin en alt basamaklarındaki kendiliğinden seyrinde bile sermaye sınıfı bizzat politik egemenlik aygıtı olarak devlet gücüyle, politik iktidar gücüyle giriyor bu mücadeleye. Emekçilerin en naif taleplerine, en yaşamsal ve “haklı” istemlerine devlet gücüyle karşılık veriyor. Daha eskiye gitmeye hiç gerek yok. Ermenek’ten Soma’ya madencilerin yaşadıkları bunun kanıtlarıyla dolu.
Kapitalist toplumun sınıf mücadelesinin en temel kurallarından biri budur. Bu gerçekliği bilinci çıkarmayan bir işçi sınıfının, mücadeleyi kazanma şansı olamaz.
İşçi sınıfı, elbette her şeyden önce hayatta kalmak için, kendi bedensel varlığı için, kendisi ve ailesinin yaşama tutunabilmesi için “ekmek mücadelesi” yürütür. Her türden “günlük mücadeleyi”, geçim derdini, maişet derdini bir kenara bırakarak salt fikirler uğruna mücadele etmez. Ama bu günlük mücadelenin, salt bu çerçevede kalmak şeklinde ele alınması ile varabileceği hiçbir yer olmadığını da bilmek zorundadır. Sınıf düşmanının en temel politik araç olarak iktidara, devlete yaslanarak yürüttüğü “günlük mücadele” karşısında aynı türden politik araçlar ve politik içerikle doldurulmamış bir mücadele, sorunları çözmeye yetmez.
Bu günkü koşullarda burjuva sınıfın ve burjuva iktidarın işçi sınıfı ve emekçilere dayattığı ya açlıktan, ya pandemiden ölümdür. Yani ya kırk katır, ya kırk satır. Sözün özü, tam da bu güncel kavşakta işçi sınıfı, politik mücadeleyi temele oturtmak ve onu güçlendirmek, büyütmek zorunda.
Sermayeye dayalı bu üretim sisteminden ve burjuva egemenliğin devamından zarar gören buna karşı çıkan tüm kesimlerin taleplerini sahiplenmeye başlamalı; öğrencisi, esnafı, çiftçisi, memuruyla yokluk ve yoksunlukla boğuşan ezilen ve sömürülen bütün kesimleri kucaklayan hat izlemelidir.
Kürt ulusu başta olmak üzere bütün ezilen ulus ve ulusal toplulukların sorunlarını da kendi sorunları olarak görüp politik özgürlükler uğruna mücadeleyi demokrasi ve sosyalizm mücadelesine bağlayarak politik mücadeleyi yükseltmelidir. Yoksa ne açlık, ne işsizlik sorunlarına kalıcı bir çözüm bulabilir, ne de pandemiden kaçıp kurtulabilir.
Burjuvazinin ekonomik ve politik egemenliğine karşı emeğin iktidarı!.. İşçi sınıfı ve ezilenlerin tek kurtuluş yolu, tek kurtuluş şiarı budur.