Bir süredir “hukuk reformu” sakızını çiğneyip duruyordu dinci faşizm. Adalet Bakanı, sanki koltuğa 23 Nisan’da oturmuş çocuk gibi, bol keseden “adalet” dağıtıp duruyordu. Hala da aynı tekerlemeleri söylüyor. Hatta daha dün, “yargı, ön yargı” üzerinden söz oyunlarıyla adaleti sağlama konusunda nasıl bir istek ve iradeye sahip olduğunu sergiliyordu cümle aleme!
“Reform” kelimesi en üst perdeden, Saray’ın tepesinden de telaffuz edildi defalarca. Sonra Yüksek İstişare Kurulu’nun “ağır topları” sökün etti art arda. “Has devletin adamı” Cemil Çiçek ve olanca “özgül ağırlığıyla” Bülent Arınç sahne aldılar. Biri “reform kelimesi eskidi” derken, öbürü Kavala ve Demirtaş davaları üzerinden hakim ve savcılara çattı. Gökçek, “kanlısı” Arınç’a saldırdı. Ardından (ne yazık ki herhangi bir kelime ile tanımlanamayacak bir mahlukat olan) Metiner, aynı şekilde Arınç’ın laflarını yerden yere vurdu. Saray’ın “Göbels”i de korodaki yerini aldı.
Bu arada mafya liderinin tehditlerinin en üst düzey sahiplenmeleri devam etti. O ona şunu dedi, bu buna böyle karşılık verdi. At izi, it izi, derken...
Dün sabah, daha tan ağarırken evlere baskınlar başladı. Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Adıyaman... Demokratik Toplum Kongresi üyeleri, tutsak yakınları, avukatlar, sendika yöneticileri, meslek odası yöneticileri, gazeteciler, HDP üyeleri... gözaltına alındılar. Toplam yüz bir kişi hakkında gözaltı kararı var. Şu ana kadar gözaltına alınanların sayısı 70’i aştı.
Suçlamalar evlere şenlik. Mesela avukatlara yönelik suçlamalar arasında bir hukuk derneğinin üyesi olmak, seçimlerde gözlemci olmak var.
Bu ülkenin direngen insanları, demokrat ve devrimcileri, en azgın saldırılar karşısında bile başı dik, faşizme meydan okuyor. Cesaret bulaşıcı. Kahramanlık kitlesel. Baskın ve gözaltılar devam ederken çıkıyorlar meydana: “Mevcut İktidar ve bağımsızlığını yitirmiş yargı bilmeliler ki bu ülkede Kürtler bedeli ne olursa olsun barış, adalet ve demokrasi istemekten hiçbir zaman vazgeçmediler vazgeçmeyecekler. Bitmiyoruz buradayız!”
Bir diğer açıklamada, “Bizler sistemin uslu çocukları olmayacağız. Bugün de iktidarın savunmaya karşı yürüttüğü gözaltı tacizine karşı boyun eğmeyeceğimizi buradan açıklıyoruz” deniyor.
Leyla Güven, DTK adına konuşurken, yüz yüze olduğu onlarca yıllık davaları hiçe sayarak meydan okuyor: “Nasıl ki KCK adı altında yapılan operasyonlarda, başta anadilde savunma olmak üzere birçok konuda mücadelemizi verdik, yine direnişimizi sürdüreceğiz. Asla bu politikalara boyun eğmeyeceğiz. Geçmişte Şark Islahat Planıydı, şimdi Çöktürme Planı olarak Kürtlere dayattıkları bu konsepti kabul etmeyeceğiz ve demokratik çerçevede tüm gücümüzle seferber olacağız. Bu konsepti boşa çıkaracağız.”
Bu baş eğmezlik, bu cüretkar meydan okuma, kişilere veya gruplara has değil. Genel olarak toplumsal bir nitelik kazanmış durumda cüret. Bu noktanın altı kalın çizgilerle çizilsin. Devrimin yenilmezliğinin, dinci faşizmin (ve genel olarak bu kapitalist düzenin) yıkılıp gitmekte olduğunun çarpıcı göstergelerinden biridir.
Faşist saldırganlığa karşı böylesine cüretli çıkışlar yapılırken, malum “muhalif çevrelerde” yine her kafadan bir ses çıkıyor. “At izi it izine karıştı” sözü üzerinden durum tahlili yapanlar, AKP-MHP ortaklığının sorunlarına dikkat çekenler... “RTE reform yapmak istiyor ama MHP bırakmıyor” yollu uzun değerlendirmeler yapanlar...
Düzendeki tahkimat ve dağılma salınımına dikkat çekmiştik. Bu açıdan, “devletin tepesinde” tam bir dağılmaya evrilen çatışmalar şaşırtıcı değil. İç tartışmalar, mücadeleler, çatışmalar, devrimin baskısı sonucu düzen cephesinde tam bir dağılmaya sebep oluyor. Hiç kuşku yok ki, bu süreç derinleşerek devam edecek. Ama buradan hareketle, bir taraftan edilgen konumda sonucu beklemek yanlışına düşmek, öte yandan yine bir şekilde sermaye partileriyle ittifak arayışına girmek gibi bağışlanmaz yanlışlara düşmemeli kimse. Tam da bu türden “dağılma sürecinin” en tehlikeli eğilimi, burjuva cephede şu ya da bu şekilde belirecek “reform eğilimleri”ne destek olma mantığıdır. Sermaye “reform”dan ne anladığını yoğun saldırılarla ortaya koyuyor. Devrim güçlerine olanca güçleriyle saldırırken, “reform” söylemleriyle uzlaşmacı eğilimleri güçlendirmeyi amaçlıyorlar.
Bu yönelimlere verilecek tek cevap, uzlaşmaz mücadele hattıdır. Düzenin tümden yıkılmasından başka uzlaşılabilecek nokta yoktur!