Son günlerde burjuva muhalefet ile dinci faşist iktidar arasında CHP’li bir milletvekilinin “ordu satıldı” sözü üzerine kızılca kıyamet koparıldı. Tartışma halen sürüyor ve nerede ne zaman sona ereceği de belli değil.
Her zamanki gibi, faşist Bahçeli, ilkokul çocuklarını bile güldüren o bilinen üslubuyla söze girdi ve hesap sorma çağrısı yaptı:
“Bir CHP milletvekilinin kalkıp Türk ordusuna satılmış demesi, bize göre hesabı sorulması gereken şerefsizliktir, kepazeliktir, Türkiye husumetinin kök salmasıdır. Kahraman Türk ordumuzun satılmış görünen yeri neresidir”
“Kahraman Türk ordumuzun satılmış görünen yeri neresidir” gibi bir soruya nasıl yanıt verilebilir bilemiyoruz. Onu bilse bilse, sorunun sahibi bilir.
Geçerken, burjuva gerici-faşist partiler arasındaki ilişkinin karakteri hakkında fikir verir diye, okurun dikkatini bir noktaya çekmek istiyoruz. Bahçeli, CHP’ye “ordu satıldı” sözü üzerine ağzına geleni söylediği aynı konuşmasında, Karabağ sorununda Fransa’ya karşı ortak bildiri çıkardığı CHP ve diğer gerici-faşist partilerden övgüyle söz ediyor. Gerici faşist partiler arasındaki ilişkiler böyledir. Sahne önündeki it dalaşına kimse aldanmamalı.
CHP’li milletvekili, “Ordu satıldı” sözünü, Sakarya’nın Arifiye ilçesinde kurulu, kısaca Tank-Palet fabrikası olarak bilinen, tam ve gerçek adı “MSB Birinci Ana Bakım Merkezi Müdürlüğü Fabrikası” olan fabrikanın Katarlılara, 25 yıllığına işletme hakkının devredilmesi üzerine söylemiş.
Şüphesiz, söz konusu fabrikanın Katar Emirliği’ne, “işletme hakkı” biçiminde de olsa çeyrek asır boyunca devredilmesi, Türkiye’nin savunma sanayisi bakımından önemli bir duruma işaret eder. Fabrika, sanıldığı gibi sadece tank ve paletle ilgilenmiyor; tank ve paletin yanı sıra Alman tanklarının modernizasyonu, obüs, zırhlı araç vb. önemli alanlarda da faaliyet gösteriyor. Bir milyon 804 bin metrekarelik alana kurulu fabrikanın dünyada ilk beş arasında olduğu iddia ediliyor. Doğru olabilir.
Doğru olsa bile, bir fabrikanın satışı ya da işletme hakkının devri, Türk ordusunun özellikle 1950’li yıllardan itibaren, NATO’ya girmesiyle birlikte gerçekleşen emperyalizme bağımlılığı, bugüne kadar emperyalizme yaptığı hizmetler, emre amade durumu karşısında devede kulak bile değil.
Ordu, kelimenin gerçek anlamında satılmaz. Kimse de satın almaz. Ama ordu, birilerinin askeri hizmetine sokulabilir ve bunun karşılığında belli maddi çıkarlar elde edilebilir. Mülkiyet hakkı yine aynı kalır ama kullanım hakkı, bağımlılık ilişkileri sayesinde başkalarının eline geçebilir ve Türkiye dahil, bağımlı ülkelerin ordularının durumu tam da budur.
Ordu “satılmış” filan değil. Çünkü ordu zaten NATO ordusudur. NATO’nun hizmetindedir ve Türkiye’nin gelmiş geçmiş, istisnasız tüm iktidarları bunu her zaman kabul etmişler; her zaman açıkça itiraf etmişler. Emperyalistlerin orduya, ordunun başındaki generallere bakışı bu yöndedir; “our boys”turlar yani “bizim çocuklar” ya da “bizim oğlanlar” anlamındadır.
Emperyalistlerle bu ilişkiye mutlaka bir başlangıç tarihi vermek gerekirse, bunu 1950’lerin başı, Türkiye’nin NATO’ya kabulünden hemen önce olarak saptayabiliriz. Türkiye, NATO’ya kabul edilmek için uyduruk bir “komünizm” tehlikesi ve bu tehlikeyi kanıtlamak için “1951 tevkifatı”nı yani tutuklama furyasını düzenlemekle kalmadı, Sovyetler Birliği’nin kendisini tehdit ettiği, toprak talebinde bulunduğu, Boğazları istediği hikayelerini de uydurdu.
Tüm bunlar başında ABD ve İngiltere’nin olduğu emperyalistleri Türkiye’yi NATO’ya almak için iknaya yetmeyince, emperyalistler hesabına savaşmak üzere, ta Korelere kadar bir tugay asker göndererek rüştünü ve bağlılığını göstermeye çalıştı. Savaş, sosyalist Kore’ye karşıydı yani Türk ordusu, emperyalistler hesabına komünizme karşı savaşmak için binlerce kilometre ötelere gitmişti. Savaşın maliyeti de önemliydi. “Kore Savaşı” sırasında, zamanın ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Türk askerinin kendilerine maliyetinin “23 sent” olduğunu söylemişti. Kim niye satın alsın!
O günden bu güne bu ilişki, derinleşerek, bağımlılık, silah, teknoloji, eğitim, teknik vb. vb. alanlara da yayılarak sürdü. Türkiye (Türk ordusu), komünizme karşı, emperyalist-kapitalist sistemin Güney-Doğu kanadıyla birlikte Avrupa’yı da koruyan bir güç oldu. En azından kendini hep böyle tanımladı.
Bu ilişkinin güncel yansımalarına, somut biçimine bakalım. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Türk ordusunun NATO için yaptıklarını şöyle özetlemiş:
“Afganistan, Kosova ve Irak'ta da NATO'ya katkıda bulunuyor. NATO da Türkiye'ye katkıda bulunuyor”
Kesinlikle doğrudur ve bu ne kadar doğruysa bir o kadar da eksiktir. Son dönemde, Suriye ve Rojava toprakları dahil, Irak’tan, G.Kürdistan’dan Libya’ya kadar Türk ordusu işgal ettiği tüm toprakları NATO ve emperyalist devletlerin, tümünün olmasa bile, bir kısmının çıkarları için işgal etmiştir. Ayak bastığı her yere kendi bayrağının yanı sıra NATO bayrağını da götürüyor. Örneğin Karabağ’ı, Azerbaycan’ı böyle düşünmek zorundayız.
Elbette, bal tutan parmağını yalar. Bu çerçevede kalmak koşuluyla, Türkiye’nin kendi çıkarları da var bu işgal hareketlerinde. Ama konumuz bu değil.
Konumuz, ordunun satılıp satılmadığıdır. Bir fabrikanın satılmasıyla ordu satılmış olmaz ya da ortaya koyduğumuz somut olguların yanında bir fabrikanın satılmasının ne önemi olabilir! Gelmiş geçmiş tüm komuta kademesi NATO ve ABD tedrisatından geçmiş, NATO ve ABD’ye bağlılıkları test edilmiş, “our boys” düzeyine gelmiş kadrolardır. NATO ve ABD’nin onayını almamış birinin komuta kademesine dahil olamayacak kadar NATO ve ABD’ye bağlı bir orduyu kim niye satın alsın ya da satsın?
Unutmayalım, ne demişti Soros denen şu asalak adam?
“Türkiye’nin Arjantin’den tek farkı stratejik pozisyonudur. Bu stratejik pozisyonuna bağlı olarak, Türkiye nin en iyi ihracat ürünü de ordudur.”
Ama bu, herhangi bir “ürün”den çok farklı, özgül bir üründür. Öyle sanıldığı gibi herhangi bir ihraç ürünü gibi alınıp satılamaz.
Sadece kullanılabilir ve kendini yeniden ve yeniden üretebilen bir özelliğe sahip. CHP, işte bu ürünün NATO ve emperyalistler adına savaşması gerektiği her seferinde canı gönülden onay vermiş, desteklemiş, alkışlamış bir partidir.
Rojava, Suriye, özel olarak Afrin başlı başına ibretlik örneklerdir. Şimdi tutmuş tank-palet fabrikası için ağlaşıyorlar! Hadi ordan timsahlar. Gözyaşlarınıza kim kanar?