Salgın artık her tür kontrolden çıkmış durumda Türkiye'de. Daha önce kontrol altında mıydı ki, diye sorulabilir kuşkusuz. Değildi elbette. Sadece “algı yönetimi” ile durumu idare eden bir yönetim, her tür örgütlenme yeteneğinden yoksunluk, emekçileri salgın cehennemine tümden savunmasız savurup atma... Bugüne kadar hükümetin tüm marifeti budur.
Türk Tabipler Birliği iki hafta önce aile hekimlerinden derlenen rakamlarla vaka sayısının 50 bine dayandığını ortaya koymuştu. Durum son iki haftada çok daha kötüleşti. Şu an 60 bini aştığı söyleniyor günlük vaka sayısının. Ağır hasta sayısında da muazzam bir artış var. Tüm gizleme çabalarına karşın, ölü sayısı da ürkütücü bir düzeye erişmiş durumda.
Hükümetin aldığı “önlemler” ise evlere şenlik. Yarım yamalak önlem bile değil. Akşam ve hafta sonu “sokağa çıkma kısıtlaması”nın (ki bunda bile çalışanlar muaf tutuluyor!) başlı başına işçileri salgına kurban etmek olduğunu, artık burjuva köşe yazarları bile dile getirmek zorunda kalıyor. Covid-19’un bir “emekçi hastalığı” olduğunu artık onlar bile dile getirir oldu. Virüs sanayi merkezlerinde, büyük fabrikalarda, emekçi semtlerde kırıp geçiriyor.
Zaten amaç da tam bu. Salgın emekçileri kırıp geçirmeli. “Sürü bağışıklığı”, zengin burjuvalar için değil ama, emekçi kesimler için kesinlikle sağlanmalı. Böylece genç, bağışıklığı güçlü, en acımasız şartlarda çalışabilecek işçi nesil olmalı. Zira işçileri bekleyen tam bir “emek cehennemi”dir. Örneklerini görmeye başladığımız (örneğin Dardanel, Kayseri’deki kimi işletmeler) “çağdaş çalışma kampları”dır. RTE “çarklar dönmek zorunda” diye, “tedarik zinciri kopmamalı” diye boşuna dövünüp durmuyor! Sermaye sınıfının isteği tam olarak budur.
Sermaye sınıfının isteği bu olduğu içindir ki, sermayenin hükümeti makyaj niyetine adımlar atmanın ötesine ısrarla geçmiyor. “Tam kapanma” çağrılarına kulaklarını tıkıyor. Göstermelik adımlar ise, bırakın işçileri, geniş esnaf kesim için bile en ufak bir kolaylık içermiyor. Salgın yalnızca sağlık açısından değil, ekonomik açıdan da toplumun geniş kesimlerini kırıp geçiriyor.
Sağlık emekçileri, başta TTB ve sendikalar olmak üzere bilimsel açıdan atılması gerekli adımları sıralıyorlar. Lakin bu adımlardan hemen hiçbiri, bu zamana kadar uygulanmadı ve uygulanmayacak da. Dönüp dolaşıp topu halka atan, gerçeklikle hiçbir bağı kalmamış konuşmalardan başka bir şey çıkmadı bugüne kadar, çıkmayacak da. Dinci faşist iktidar, bu açıdan türdeşleri içinde “en açık sözlüsü”, kendi sınıfına en açıktan bağlılık sergileyen bir yapıya sahip.
Salgın karşısında gerekli önlemleri almak yine bize düşüyor. Ama burada bahsettiğimiz önlemler, hiç de hükümetin gevelediği türden “önlemler” değil. Açık eylemlerden bahsediyoruz. “Üretimden gelen gücün” kullanılmasından, grevden, gösteriden, işgalden bahsediyoruz. Hastalık ve açlığın, salgın ve ekonomik yıkımın karşısına pratik eylemin gücüyle çıkılmasından bahsediyoruz.
Milyonlar ve milyonlar olarak harekete geçmezsek, şimdi virüsün ve salgının derinleştirdiği ekonomik yıkımın biçici etkisiyle mahvolup gideceğiz. Ya da virüsle birlikte bu sömürü düzenini başımızdan defetmek için harekete geçeceğiz.