Burjuvazi, proleter halkların kahramanlarını her zaman iki defa öldürmek zorunda kalır. Birincisi, devrimin kahramanlarının fiziksel ölümüdür. Ve yüz yılların, hatta binlerce yılın tecrübesiyle sabittir ki, fiziken yok edilen kahramanlar, ezilen yığınların bilincinde ve yüreklerinde derin köklere sahip olduğundan, ölümsüzlüğe ulaşırlar. Bilinçleri yakıp yıkamazsınız, yürekleri söküp atamazsınız. Baskı ve saldırılar işe yaramaz oralarda.
İşte bu noktada devrimci kahramanın ikinci ölümü için harekete geçer burjuvazi. Kuşkusuz ondan önceki sömürgenler de başvurmuşlardır bu yola ama, kitle iletişim araçlarıyla, kitle üretim araçlarıyla hareket eden burjuvazi, kendinden önceki sömürücü sınıflarla kıyaslanamayacak ölçüde şiddetli ve etkilidir bu ikinci öldürme eyleminde.
Eğer devrimcileri silip atamıyorsa bilinçlerden ve yüreklerden, onların “keskin ve zararlı yanlarını törpüleyerek” zararsız bir ikonaya çevirmek gerekir. Sermaye düzeni için tehdit oluşturacak ne varsa özenle ayıklanır, hasır altı edilir, saklanır. Yetmez... “Eski dava arkadaşları” salınır piyasaya. Kimi açıktan satın alınır, kimisinin çaktırmadan önü açılır. Amaç aynıdır. Devrimci olan, yıkıcı olan, sermaye düzeni için tehlikeli olan düşünce ve eylemler geniş yığınlardan gizlenir; kimi zaman açık düşünsel saldırılarla, kimi zaman açık veya gizli çarpıtmalarla...
Burjuvazinin bu saldırısından nasibini almayan devrimci önder yoktur. Proleter hareketin sayısız kahramanı bu aynı yoğun kuşatmayla, bu çarpıtmayla karşı karşıya kalmıştır.
Bugün 6 Mayıs. Bu toprakların üç devrimci önderinin, “üç fidan”ın faşizmin darağaçlarında solduğu gün. 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın 49. ölümsüzlük yıldönümü. 49 yıldır öldürmek için kesintisiz hücum ediyor burjuvazi devrimin bu üç genç fidanına, bu üç ölümsüz devrim önderine.
Kimileri için “68 Gençliği” etiketi altında silikleştirilen romantik masum gençlerdir. ABD ve Avrupa gençlik hareketi üzerinden yaptıkları genellemelerle “bir dönemdi, yaşandı geçti” havalarındadırlar. Mazide kalan anıların buğulu ortamında gezinip duran bu kesim için, Denizler bariz haksızlığa uğramıştır; hepsi bu!
Sanıldığının aksine, Türkiye ve Kürdistan’ın gençlik hareketi, Avrupa ve ABD ‘68 gençlik hareketinin bir uzantısı değildir. O, bu toprakların devrimci sınıf mücadelesinin içine doğan bir harekettir. O dönemin öğrencileri işçi eylemlerinin, toprak işgali yapan yoksul emekçi köylülerin, “Doğu mitingleri”nde yeniden ayağa kalkmaya başlayan Kürt halkının mücadelesinin doğrudan içinde yer alır. Diğer taraftan tüm dünyayı kasıp kavuran sosyalizm mücadelelerinin, Küba’nın, Vietnam’ın, Cezayir’in... tüm dünyada büyüyen muazzam antiemperyalist kurtuluş mücadelelerinin, gelişen devrimlerin ve sosyalist silahlı mücadelelerin yoğun atmosferinin biçimlendirdiği militan devrimcilerdir.
Bu yüzdendir ki, Türkiye ve Kürdistan’ın öğrenci gençlik hareketinin liderleri, “68 kuşağı”ndan farklı olarak, doğrudan devrim önderleri haline gelebilmiştir.
Bir kısım “solcu” ise, her sene Kemalizm övgüleri eşliğinde adını anıp durur Denizler’in. Uyduruk bir “antiemperyalizm” dolamışlar dillerine, burjuva Kemal’in yolunda bayrak sallayarak anıyorlar Denizler’i! İdam sehpasında “Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisini” haykıran; işçilere, köylülere, sosyalizme selam duran; Kürt ve Türk halklarının mücadele birliğini haykıran; emperyalizme karşıtlığı kapitalizmle karşıtlıkla birlikte, sosyalizm çerçevesinde dile getiren Denizlerden, “tam bağımsız” (ama nasıl oluyorsa kapitalist) bir Türkiye savunusu yapan vatansever gençler çıkartıyorlar!
Denizler doğrudan ve tereddütsüz sosyalizm için atıldılar kavgaya. Hareketin, içinden çıkıp geldiği ortamın derin izlerini taşıyor oluşu, bu gerçeği gölgelemez bile.
Tarihte hiç kimse işe kendi malzemesiyle koyulmaz. İşe, önce, tarihin sunduğu malzemeyle başlamak zorundadır. Denizler, Sinanlar, Mahirler devrimci mücadeleye giriştiklerinde ilk önce varolan sosyalist hareketin düşüncelerine bağlanmak durumunda kaldılar. Kendi görüşleri ancak zamanla şekillendi. Denizlerin ilk dönemler görüşlerinin bağlandığı sosyalist hareket, (TİP ve MDD hareketi), burjuvaziden ve onun ideolojisinden (Kemalizmden) kopabilmiş değildi. Denizler de bu etkiyi taşıdılar. Ama ancak ahmaklar, gelişmenin diyalektiğinden bihaber olanlar, bundan ötürü Denizler’i eleştirmeye kalkabilir.
Sonuçta bu bütünsel gelişmenin ifadesi olarak Türkiye ve Kürdistan’da devrimci dönem bütün belirtileri ve olgunluğuyla ortaya çıktı. 68’le başlayan, 71’le doruk noktasına çıkan devrimci güçlerin çok önemli bir yeteneği içinde bulundukları tarihi dönemin devrimci niteliğini kavramış olmalarıdır. ‘71 silahlı kopuşunu ve bunun başını çeken o gencecik insanları aşılmaz birer devrim önderi haline getiren temel nokta, işte budur!
Onlar, içinde bulundukları dönemi devrimci bir tarzda kavradılar ve en ağır sorumlulukları üstlenmekten geri durmadılar. Hem de canları pahasına! Onlar, sınıflar mücadelesinin o tarihsel kavşağında, Türkiye ve Kürdistan halklarının önünde artık ayakbağı haline gelmiş olan eski uzlaşmacı, yasalcı yolu reddettiler. Önlerinde duran ışıltılı isimlere aldanmadılar. Bir çırpıda onları aşmayı bildiler. Üç noktada yarattıkları devrimci değerler, onları aşılmaz kılarken, kendilerinden sonraki tüm devrimci hareketin yürüyeceği yolu da belirledi. Bu devrimci değerler şu şekilde özetlenebilir: 1) illegalitenin temel alınması; 2) devrimci zora (şiddete) dayalı mücadele; 3) uzlaşmaz mücadele.
Burjuvaziden her alanda tam kopamayan, oportünist, parlamentarist, ılımlı bir çizgi izleyen geleneksel sosyalist hareket, Denizler tarafından pratikle, eylemle, devrimci savaşla aşıldı. Denizlerin önderliğindeki devrimci gençlik hareketi, okullarda, sokakta, fabrikalarda, tarlalarda, kapitalizme, gericiliğe, devlete ve emperyalizme karşı devrimci mücadeleyi alabildiğine yayıyor, yoğunlaştırıyor ve şiddetlendiriyordu. Oportünist hareket, şiddetlenen sınıf mücadelesinin dışında kalmış ve giderek karşısına geçmişti. Denizler Türkiye ve Kürdistan’da yeni bir devrimci çığır açmışlardı. Eylemleri ve örgüt biçimleriyle emekçi kitlelere şu mesajı açıkça veriyorlardı: Emekçi kitlelerin ve ezilen halkların kurtuluşuna, ancak devrimci zorla, devrimci eylemlerle varılacaktır!
Sonuçta her çağ kendi ölümsüz kahramanlarını, önderlerini yaratır. Çağının ürünüdür onlar. Yapay bir şekilde oluşturulamaz. Kendi döneminin koşullarıyla büyür ve devleşirler. Tam olması gereken dönemde, olması gereken yerdedirler. Kimi zaman yüz yılların yükünü sırtlanır, yürürler. Bir çağ dönüşümünün, halkların biriken kavgasının taşıyıcısı olurlar.
Adı Türkiye ve Kürdistan devrimiyle özdeşleşen bir devrimci önderler kuşağının yiğit savaşçısıdır Denizler. Onlar Devrimin Önsözü’dür. Halklarımızın özlem ve umuduyla özdeşleşmiş, uğruna türküler yakılmış ölümsüz devrim önderleridir.
Onları aşılmaz ve unutulmaz yapan tam da içinde yaşadıkları o koşullardır. Böyle olmasaydı, gencecik bedenler, gencecik fidanlar nasıl yer ederdi koca koca halkların yüreklerinde ve bilinçlerinde!