“İtirafçı mafyacı”nın cemevlerine saldırı planı ifşaatından sonra ortalık yine gerildi. Bu bir ön alma hamlesi miydi, rakibi sıkıştırma hamlesi miydi, belli değil. Ama son derece hassas bir konu oluşu, Alevi örgütlerini tedirgin etmeye yetti.
“İtirafçı mafyacı”“Devamlı Alevilik konusuna değinmemin sebebi derin Mehmet’in adamları tarafından geçmişte Gaziosmanpaşa’daki kahve saldırısından çok daha büyük bir eylem yapılıp, ülkede kaos çıkarma planlarını boşa çıkarabilmek içindir. Planları bir cemevine saldırıdır” şeklinde paylaşım yaptı. Ardından Alevi örgütlerinden art arda “uyarı aldık” açıklamaları yapılmaya başlandı. Kuşkusuz söz konusu açıklamaların hiçbiri resmi uyarı değildi.
Devletin resmi istihbaratından gelen böyle bir uyarı yok. Alevi yöneticiler “Zaman zaman güvenlik birimlerince dikkatli olmamız konusunda uyarılar yapılıyordu ancak son zamanda bu yönde bir uyarı gelmedi” diyor. Tek başına bu açıklama bile, tezgahlanmakta olan şeyin bizzat devletle bağını açık etmeye yeter.
Bu topraklar katliamlara, provokasyonlara, “iç çatışmalara” aşinadır. Her türü yaşandı. “Din-Allah-kitap” üçlemesi de, “vatan-millet-Sakarya” üçlemesi de sık sık kullanıldı kitleleri galeyana getirmek için. Yetmedi, bombalar patlatıldı. Mekanlar tarandı. Aklınıza gelebilecek her tür hunharca eylem organize edildi devlet tarafından.
“Resmi katliamları” şimdilik bırakalım bir kenara. 6-7 Eylül olayları “Selanik’te Atatürkün evi bombalandı” yalanıyla ateşlenmişti; 1964 Rum sürgünü ise Kıbrıs sorunu ile tetiklendi. Maraş katliamı bir sinema filmi öne çıkarılarak; 1 Mayıs 1977 “sol içi çatışma” süsü verilerek... 1993 Sivas’ta bahane “Müslüman mahallesinde salyangoz satma” hikayesiydi; 1995’te Gazi’de bir kahvehanenin taranması. Suruç ve Ankara Gar olayında dinci faşist çetelerin “intikam eylemleri” şeklinde sürüldü piyasaya.
Örnekler çok. Sermaye düzeninin bekası için “gerekli önlemleri almak” söz konusu olduğunda, faşist devlet alabildiğine “zengin” deneyimlerine başvurarak eylemler organize etti her defasında. Adına kimi zaman “özel harp dairesi” dediler, kimi zaman kontrgerilla... Kimi zaman “derin devlet” veya doğrudan MİT-JİT-JİTEM, yahut çeşitli çeteler. Nihayetinde sermaye devletinin aparatlarıydı her biri. Sermaye egemenliğinin tesisi ve sürdürülmesi için tezgahlanan eylemlerdi hepsi.
Ne yazık, bu temel yön unutulur sık sık. Bu acımasız eylemler, vahşet, katliam... ve milyarların döndüğü “karanlık alem”, devletten ve sermaye düzeninin kendisinden ayrı tutulmaya başlar. Üç beş çetenin, yozlaşmış unsurların işi sayılır. Oysa tastamam düzenin kendisidir bunlar. Bugün böyleler, ama dün de böyleydiler. Eski sürgünlerin, daha öncesindeki “varlık vergisi” türünden olayların tastamam “sermaye birikim rejimi” olduğu hatırlanmaz nedense. Ya da “kara para”nın olağan ticaretle bağı vs. de unutulur hep.
Üstelik sadece “yerli ve milli güçlerle” değil, uluslararası sermaye düzeninin güçleriyle tertiplenir tüm bunlar. Emperyalizm, sermayenin küresel düzeni için evrensel ölçekte planlar, bütün bu örgütlenmeleri ve eylemleri.
Öte yandan her türden provokasyon eylemi, ya da Suruç ve Ankara Gar’da olduğu gibi korku salmak için düzenlenen eylemler, yükselen devrimci mücadelenin önünü almak için özenle planlanmaktadır. Ana hedef, ana amaç, devrimin baskısından kurtulmak, emekçi yığınları bölmek, “müesses nizamın” devamını sağlamaktır. Elbette bu işler yapılırken birilerinin cebi dolar, yozlaşma iyice derinleşir, her tür “bireysel suç” alır başını gider. İşin doğasıdır bu. Lakin bunlar tali olandır. Asıl yön gözden kaçırılmamalı.
Dinci faşizmin bu türden eylemlere ihtiyacı var. Emekçi kitlelere korku salmak için; onları bölüp parçalamak, birbirlerine düşürmek için; baskı ve teröre dayanarak topyekun faşizmi hayata geçirebilmek için bu türden provokasyon eylemlerine, korku ve sindirme eylemlerine ihtiyaç duyuyor. Bu örnekte açık edilen hazırlıkları bu açıdan görmek gerek.
Faşist devletin bu tarz yönelimleri hep oldu, bundan sonra da olacak. Sermaye egemenliği ve onun faşist devleti var olduğu sürece, bu türden provokasyon eylemleri hep olacak. Bunu bizzat bu devletin kendisi organize edecek. Önemli olan, tüm bu faşist teröre karşı örgütlü kitlesel devrimci şiddeti hayata geçirebilmektir. Dinci faşizmin saldırı ve oyunlarını boşa çıkartacak olan şey, “resmi kurumlara” çağrılar yapmak değil, devrimci zor yöntemlerini ve örgütlenmelerini öne çıkarmaktır. Faşizmin anladığı tek dil, budur!
Emekçi kesimlerin istisnasız her alanında bu kitlesel devrimci şiddetin örgütlenmesi gerekiyor. Gençlerin, kadınların, işçilerin, Kürt halkının, Alevilerin, ulusal topluluk halklarının... ezcümle, faşist saldırganlığın hedefi olan geniş kesimlerin, çeşitli “savunma komitelerinde”, “isyan komitelerinde”, “gençlik milis örgütlenmelerinde”, “işçi milislerinde” vb. bir araya gelmesi, her tür faşist baskı ve teröre anında karşılık vermesi gerekiyor.
Bu dönemin yakıcı görevlerinden biri budur.