Yüzlerce yerde ortaya çıkan yangın felaketleri; Van'dan Karadeniz'e uzanan sel felaketleri, sivil faşist güruhların kitle katliamları, tüm hızıyla devam eden, canice işlenen kadın katliamları, işsizlik, açlık, yoksulluk....
Türkiye ve Kürdistan'ın bir tablosu çizilmek istense ana çizgiler böyle tanımlanabilir. Bu felaketlerin, cinayetlerin, yolsuzlukların, yoksulluk ve açlık örneklerinin her birinin toplum vicdanını derinden yaraladığını, kanattığını; isyan duygusunu kabarttığını ayrıca belirtmeye gerek yok.
Toplumun burjuva sınıf dışındaki ezici çoğunluğu bu tabloya isyan ediyor. Orman yangınlarında canlarını, evlerini, mallarını, mülklerini yitiren, sayıları yüz binleri bulan çok geniş bir yoksul emekçi kitle, iktidarın başı, çevresi ve burjuva sınıf sefahat sürerken bir yangın söndürme uçağının olmamasına isyan ediyor. RTE'nin emrinde 13 özel uçak varken Türk Hava Kurumu’nun (THK) kullanılabilir tek uçağının olmamasına; olanların yakıt deposunun dahi boş olmasına isyan ediyorlar.
Sel felaketiyle evleri, hayvanları, malları, mülkleri yok olanlar, devlete, dinci faşist iktidara hiç bir konuda kendilerine el uzatmadığı için isyan ediyorlar. Dinci faşist iktidar, bütün bu felaketler karşısında, toplumla alay edercesine, halkın başına çay paketleri atmaktan başka bir şey yapmıyor. Dinci faşist iktidarın dayanağı durumundaki dinci tarikatlar, aynı alaylı havayla yangınların söndürülmesi için insanlara “tekbir” getirmelerini tavsiye ediyorlar. Bütün bunlar emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, saydığımız felaketlerden zarar görenlerin, kadınların katledilmesinden derin acılar duyan kitlelerin isyan ve ayaklanma duygularını hiç olmadığı kadar artırmıştır.
Türkiye'de burjuva toplum darmadağın olmuş durumda. Tekelci sermaye sınıfı, egemenliğini sadece zor araçlarına, asker, polis, militarist örgüt ve kurumlar, zindanlar ve sivil faşist güçlerin terörüyle ayakta tutuyor. Toplumu yönetmiyor ama toplumla savaşıyor.
Bu sürecin derinleşerek süreceğinden kimse kuşku duymasın. Bugün sel ve yangın gibi felaketler, yarın şimdiden bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz başka felaketler, başka büyük toplumsal sorunlar kitlelerin ayaklanma havasını beslemeye devam edecektir. Kürt halkına yönelik katliam, tehcir, mallarına, mülklerine “çökme” planı henüz ilk aşamalarında ve bunun derinleşerek süreceği kuşkusuz. Göçmen sorunu şimdiden toplumsal patlamayı tetikleyen bir unsur haline gelmeye başladı.
Çelişkiler, çatışmalar, yıkıcı toplumsal sorunlar üst üste biniyor, yoğunlaşıyor ve bütün emekçi sınıfları, ezilen halkları, yoksul kitleleri iktidarın üzerine yürütecek bir bileşke biçiminde iç içe geçiyorlar. Devrimci güçler, bütün bunların geçici, rastlantısal, yarın öbür gün dinginleşecek gelişmeler olmadığının bilinciyle hareket etmeli. Süreç derinleşerek sürecek.
Dinci faşist iktidarın sallantılı durumuna bakarak, kimileri bunların, yani dinci faşist iktidar ve kadrosunun yapılacak ilk seçimde gideceklerini hayaline kapılıyor, iki ülkenin halklarını da bu yönde ikna etmeye çalışıyor. Böyle bir propaganda, bilerek ya da bilmeyerek, iki ülkenin emekçi sınıflarını, Kürt halkını aldatmaktan, boş hayaller peşinde koşturmaktan başka bir anlama gelmez.
Dinci faşist iktidar, bütün maiyetiyle, bütün sınıfsal dayanaklarıyla, bütün askeri, militarist güçleriyle “gidecekler” ama bir seçimle değil, başarılı bir ayaklanmayla, faşist devleti dağıtacak ve bütün iktidarı iki ülkenin emekçi halklarının eline verecek muzaffer bir ayaklanmayla yıkılarak gidecekler.
Devrimi, çıkmaz ayın son çarşambasında gerçekleşecek bir serap olarak düşünenlere söylenecek şey şudur: Böyle bir ayaklanma ve bu ayaklanmanın zafere ulaşması mümkün. 2013 Haziran Halk Ayaklanması bir prova olarak kabul edilmelidir. Şu anda toplumun emekçi, yoksul kitlelerinde, Kürt halkında ve diğer ulusal topluluk halklarında biriken, yoğunlaşan isyan ve ayaklanma havası 2013 yılında olduğundan çok daha güçlü, çok daha sağlam temellere, çok daha derin köklere dayanıyor.
Şüphesiz, devrimi bilinmez bir tarihin serabı olarak düşünenlerden bir beklentimiz yok. Ama, Birleşik Mücadele Güçleri başlayacak bir ayaklanmaya öncülük ederek onu zafere taşımak gibi bir tarihsel misyonu üstlenebilir ve üstlenmelidir. Zaten Birleşik Mücadele Güçlerinin oluşum felsefesi, ruhu ve amacının temelinde birleşik devrime öncülük etmek düşüncesi yatıyor. BMG'nin tarihsel görevi bu noktada ifadesini buluyor.
BMG'nin hareket biçimi ve hazırlıkları bu tarihsel görevin bilinciyle yapılmalıdır. Bunun basit ve hemen anlaşılır anlamı, BMG'nin kendini ayaklanmanın, birleşik devrimin öncüsü olarak görmesi, kabul etmesi ve buna uygun hareket etmesidir. Söylemek gerekir ki, BMG, varolanlar arasında herhangi, sıradan bir güç biçiminde kalarak, böyle davranarak, bir “katılımcı”, bir “destekçi” güç biçiminde hareket ederek ne ayaklanmanın öncüsü konumuna yükselebilir ne de öncülüğünü kimseye kabul ettirebilir.
Ancak BMG, kendisiyle varolanlar arasındaki ayrımı suni biçimde yaratılamaz. Bu ayrım ve öncülük misyonu ancak devrimci bir programı göndere çekerek; devrim ve iktidarın fethini birinci amacı, birinci politik hedefi olarak ilan edip, bunun için tutarlı, kararlı, her tür mücadele biçimini vermeye hazır olduğunu pratikte kanıtlayarak gerçeklik haline gelir.
BMG, ayaklanmanın öncüsü olacak iddia, kararlılık, cesaret ve cürete; emekçi sınıfları ve Kürt halkını bu aşağılık düzenden kurtaracak düşünce, program ve ciddiyete sahip olduğuna birleşik devrimin toplumsal güçlerini ikna edebilmelidir.
Ayaklanma havası yoğunlaşıyor. Şimdi devrim zamanı!