80 kentte milyonlarca insanı hareket geçiren muazzam bir ayaklanmaydı. Alabildiğine farklı çelişkilerin, çıkarların ve çatışmaların iç içe geçtiği bir dönemde, “üç beş ağaç” oluvermişti tüm toplum için “genel bahane”.
Hiç kuşku yok, bu muazzam halk ayaklanmasının içinde etkin olarak yer alan herkes, "ömrünün en bahtiyar günleri"ni yaşadı iki haftalık kısa dönemde. Milyonlarca emekçinin uğrak yeri haline geldi “Taksim Komünü”. Ciğerlerine özgürlüğü çektiği alan oldu.
Tarihin cilveleri çoktur. Hiç de böyle bir istek ve iradesi olmadığı halde Taksim Dayanışması, etki sınırları tüm ülkeye yayılan bu ayaklanmanın siyasal merkezi haline geldi. Kendi hakkındaki bilinci, bu gerçekliğin çok gerisindeydi. Ama yaşam, onu, ayaklanmanın siyasal merkezi rolünü oynamaya zorladı.
O dönemde Dayanışma toplantılarında bu noktaya defalarca dikkat çekip “Taksim Dayanışması’nın kendisini siyasal otorite olarak ilan etmesi gerektiği”ne (yani adı konulmamış bir “Geçici Hükümet”) işaret ettik. Katılımcılardan destek alsak da “Divan üyeleri”ni aşmayı bir türlü başaramadık!
Dayanışma’nın kendi hakkındaki yanlış bilinci, koca ayaklanmayı sınırlı bir protesto eylemi olarak ele almaktaki ısrarı, ayaklanmanın ileri gidememesinin temel nedenlerinden biriydi. Bu konuyu çeşitli açılardan sıklıkla ele aldık. Tekrar etmenin gereği yok.
Sonuçta bu muazzam halk ayaklanması, hızla kendi sınırlarına ulaştı. Orada duraladı ve geri çekildi, çünkü hedef belirsizliği ve bundan beslenen hazırlıksızlık söz konusuydu. Ayaklanmanın ilk dönemleri korkudan eli ayağı birbirine dolanan dinci faşist iktidar, ayaklanmacılar ileri gitmediği/gidemediği için, hızla kendini toparladı. Haziran’ın ortasından itibaren inisiyatifi ele geçirdi. Ayaklanmacıları Taksim’den “süpürdü”.
Dinci faşist iktidar tüm ülkede bir sürek avı başlattı. Özellikle emekçi bölgelerde etkin olan devrimcileri hedef seçti. Pek çok devrimci tutuklandı, haklarında davalar açıldı. Örneğin gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Sami Tunca, Sarıgazi ve Taksim’deki etkinliğinden ötürü 49 yıl ceza aldı. Mücadele Birliği Platformu sözcüsü Ali Ekber Sever, tutuklandı on yılı aşkın ceza aldı. Muhabirimiz Lütfiye Burcu, tutuklandı, ceza aldı. Aralarında okurlarımızın da olduğu pek çok devrimci, Ankara’da, İzmir’de tutuklandılar, cezalar aldılar. Dinci faşizmin ilk hedefi, tartışmasız bir şekilde devrimcilerdi.
Böylece ilk raunt sona erdi.
Dinci faşizm, klasik “zabit kafası” ile, Gezi’nin arkasında hep komploları, hükümeti devirmeye yönelik yabancı istihbaratların tertibini aradı. Hiç kuşku yok ki, Gezi gibi muazzam bir halk ayaklanmasında bu türden “girişimler” de olmuştur. Bir halk ayaklanması, bir toplumsal devrim, asla “saf” bir olgu olarak çıkmaz ortaya. Başta da belirttiğimiz gibi, alabildiğine farklı çelişkiler, çıkarlar, çatışmalar eş zamanlı olarak yer alır sahnede. Ama bunlar, o ayaklanmayı ve devrimi bir komploya dönüştürmez. Tersine, komplocular dahil, tüm kesimleri girdabına alan muazzam bir hareket olduğu anlamına gelir. Ama kendini ebedi gören her iktidar gibi dinci faşist iktidar da “zabit kafası” ile düşünme hastalığından kurtaramıyor kendini.
Yine de iktidarın bu saldırısı, sadece bu polis/zabit kafasından gelmiyor. Haziran’ın ortasından itibaren devrimcilere yönelik yoğun saldırısı, aslında karşısındaki olgunun tastamam bir halk ayaklanması olduğu gerçeğini idrak ettiğinin bir göstergesi. Hükümet bunu görüyor ve kavrıyor. Ama komplo teorisine sarılmak, gerçekliği çarpıtmanın bir aracı olarak hizmet ediyor. Dinci faşizmin kitle tabanını sağlamlaştırma çabası açısından da önemli. “Gezi davası” dinci faşist iktidar açısından bu hedeflerine hizmet ediyor.
“Gezi davası”, yukarıda da işaret ettik, yeni değil. Onlarca devrimci ağır cezalara çarptırıldı. Yıllardır zindandalar. Ama iktidara, Gezi ayaklanmasının hükümete karşı bir komplo olduğunu, başı çekenlerin de yabancı istihbarat ajanslarıyla irtibatlı olduğunu gösterecek bir “Gezi davası” gerekiyordu. Dün itibariyle ağır cezalar yağdırdıkları dava tam olarak buydu.
Davada Dayanışma üyelerine verilen ağır cezalar (ve Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbet!), asıl olarak toplumun ayaklanmacı güçlerine sopa sallamak anlamına geliyor. Tehdit ve gözdağı milyonlarca emekçiyedir!
Bir halk ayaklanmasının basit bir komploya, dış istihbarat oyununa dönüştürülmesi ve yargılanmaya kalkılması!.. Bu tarihsel budalalık, dinci faşizm için ayaklanmanın başarıya ulaşmamasının, yarı yolda kalmasının mükafatıdır. Ayaklanma burjuva iktidarı alaşağı edemediği için, iktidar, ayaklanmacıları ve ayaklanmayı mahkeme koridorları ve zindan duvarları ile denetim altına alabileceği hayalleri kuruyor. Ama boşuna. Mahkeme kararını protesto için her yerde sokaklara çıkanların direngen tutumları, tehditlerin beş paralık değerinin olmadığını göstermeye yeter de artar bile.
Sizi budala “zaptiye kafalılar”! Göstermelik mahkemelerle, ağır cezalarla yeni Gezi’lere dur diyebileceğinizi mi sanıyorsunuz? “Bu daha başlangıç” diyorduk Gezi ayaklanması sırasında. Kavga sürüyor. Şiddetlenerek hem de. İlk seferde başaramadık, ama vaz geçmedik. Bir sonrakinde mutlaka başaracağız.
Gezi halktır, milyonlarca emekçidir. Gezi biziz!