Bazen kelimeler bir gerçekliği resmetmek için gerçekten fena halde kifayetsiz kalıyor. Ne duygular ifade edilebiliyor, ne olgular tanımlanabiliyor.
Birkaç gündür göçmenler üzerine sermaye dünyasının dile getirdikleri için ne desek, ne etsek yetersiz. İnsan bu ikiyüzlülük karşısında, bu aşağılık sahtekarlık karşısında ne yapacağını şaşırıyor. Öfke, hiddet, bağırıp çağırma, sövgü... hiçbiri kar etmiyor.
İşsizlik? Hep bu mülteciler/göçmenler yüzünden! Yoksulluk? Sebebi onlar. Her tür suç, sokaklarda şiddet... onlardan kaynaklanıyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği? Elbet onlardır sebebi! Ne de olsa “Sessiz İstila” değil mi!
Bütün “suçlar”, toplumsal dokudaki bütün marazlar, sistemin tüm aksaklıklarının müsebbibi bir çırpıda göçmenler ilan ediliyor. Özellikle de Suriyeli göçmenler. Katıksız bir ırkçılık, üstelik de emekçi kesimler arasında yaygınlaştırılmak isteniyor.
Burjuva muhalefet, uzunca bir dönemdir “göçmen (Suriyeli) sorunu” üzerinden dinci faşist iktidara yüklenip duruyor. Buram buram ırkçılık üzerinden AKP’yi köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Özellikle dinci faşizmin Suriye politikasını eleştirme görüntüsü, geniş kesimler arasında taraftar da yaratıyor burjuva muhalefetin söylemlerine. Hatta dinci faşist iktidar üzerinde ciddi bir baskı da yaratıyor. Öyle ki, RTE, 1 milyon Suriyelinin “gönüllü” olarak gönderilmeleri için yeni bir proje hazırlığı içerisinde olduklarını bile söyledi!
Ama öte yandan, İçişleri Bakanı çıktı “ İstanbul'da fabrikanda Suriyeli çalıştır, sigorta da yapma. Sonra 'Bu Suriyeliler ne olacak' de. Önce iş insanları isyan edecek. Benim Çalışma Bakanlığı döneminde iş insanları geldi. Suriyelilerin çalışması için düzenleme yapılmasını istedi” dedi. Benzer sözleri dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı da söylemişti: “ İşverenler, yatırımcılar, sanayiciler Suriyelilerden çok memnun. Çok önemli bazı yerlerde Suriyelileri çekin, bu ülke ekonomisi çöker.”
Doğruya doğru! Pek çok işletmede, ister merdiven altı işletmeler olsun, ister OSB’lerdekiler, sayısız Suriyeli (ve diğer ülkelerden) göçmen işçiler çalıştırılıyor. Korkunç derecede düşük ücretlere ve hiçbir sosyal güvence olmaksızın...
Böylesine ucuz göçmen emeği olmaksızın firmalar nasıl kar elde edebilir? Dahası, bu düşük ücret baskısı olmaksızın, “yerli işçilerin” dirençleri nasıl kırılır, düşük ücrete nasıl ikna edilir? Türk burjuvaları bu muazzam imkanı yitirmek ister mi?
Ama buna rağmen, bütün kapitalist dünyada burjuva siyasetçiler, göçmenler, kapitalist toplumlar için istenmeyen unsurlarıymış gibi propaganda yapıyor. Yabancı düşmanlığını, şovenizmi körükleyip toplumu zehirliyorlar. Yalan yanlış şeyler anlatıyor, kökleşmiş önyargılar oluşturuyor, işçi ve emekçilerin düşmanıymış gibi konuşuyorlar.
Göç yollarına düşmelerinin kendi istekleri olmadıkları gerçeğini bırakalım şimdilik. Yahut savaştan, yıkımdan, iktisadi-siyasi çöküşlerden kaçtıkları gerçeğini de... Düşünün. Göçmenler böyle akın akın gelmezden önce de işsizlik böyle yoğun değil miydi? Yine böyle aç, yoksul değil miydi milyonlarca emekçi? Kim işten çıkarıyor onları? Ellerindeki avuçlarındakini alan kim?
Bir yandan “ucuz işçi” bulduğu için ellerini ovuşturup duran, diğer yandan bu ucuz emek sayesinde tüm işçi ücretleri üzerinde baskı yaratan burjuvaların kendisidir. Ardından işçilerin karşısına çıkıp, “göçmenler sizin düşmanınızdır” propagandası yapan da ondan başkası değildir. Böylece şovenizm üzerinden işçileri birbirine düşmanlaştırır, onları böler. Gerçek düşmanı gözlerden saklar. “Göçmen karşıtlığı” çok kullanışlı bir araçtır sermaye düzeni için.
Oysa aynı tezgahlarda en ağır şartlarda birlikte sömürülüyor göçmen işçi kardeşleriyle yerli işçiler. “Ucuz emek” baskısı, göçmenler olsun olmasın, kapitalist toplumda daima vardır. Kapitalist ekonominin işleyiş yasasıdır o. İşgücünü sürekli büyüten, bir “nispi aşırı nüfus” yaratan, böylece işgücü fiyatlarını düşüren, sürekli bir işsizler ordusu (“yedek sanayi ordusu”) oluşturarak ücretler üzerinde sürekli bir baskı oluşturan... kapitalist ekonominin kendisidir.
Göçmen işçi, kapitalizmin tüm tarihi boyunca vardır ve kapitalist ekonomiler için arzulanan bir durumdur. Göçmen işçiler olmasaydı, ABD diye bir ülke olur muydu? Nüfusu sürekli ve hızlı bir şekilde ihtiyarlayan Avrupa, göçmen emeği olmasa ayakta kalabilir mi? Her yıl ne kadar göçmen emeğine ihtiyaç duyulduğu istatistikleri yayımlanıyor Alman burjuva medyasında. Hal böyleyken yabancı düşmanlığını, göçmen karşıtlığını pompalayanlar da burjuva sınıftan başkası değildir!
İşçilerin vatanı yoktur. Tüm yeryüzüdür onların vatanı. Ve düşmanları ortak. Emek her yerde sermaye ile karşı karşıya gelir. Sermayenin de vatanı, dili, dini yoktur. Evrensel bir ilişkidir emek ile sermayenin karşıtlığı. Emeği, emekçileri kendi aralarında bölen, parçalayan, düşmanlaştıran sermayenin ta kendisidir.
Sermaye, tüm yeryüzünü çaldı elimizden. Gölgesini satamadığı ağacı kesti. Yaktı, yıktı, biçti, tüketti bütün yerküreyi. Her ülkede on milyonları birkaç büyük kente çekti. Ardından tüm dünyadaki yüz milyonları mıknatıs gibi birkaç merkez ülkeye sürükledi. Yeryüzüne böylesine vahşi bir sınıf ve böyle tahripkar bir düzen gelmedi.
Bu düzenin ve bu sınıf egemenliğinin yıkılması artık büyük insanlığın varlık yokluk meselesi.