Nerede o eski günler! Bir nezaket vardı. Sözün bir ağırlığı, davranışlarda bir sorumluluk, ortamı tartma vardı. Kapalı kapılar ardında en aşağılık pazarlıklar, tehdit ve şantajlar yürütülürken, sahnede kibar gülümsemelerle karşılaşırdı izleyenler.
Evet, burjuva diplomasiden, politika yürütüş tarzından bahsediyoruz. Bir zamanlar, artık mazide kalan “bir zamanlar”, sermaye dünyası görünüşe çok önem verir, burjuva ikiyüzlülük özenle gizlenirdi. Oysa bugün tüm incir yaprakları atılmış bir kenara. Artık işler hayvan tacirlerinin “mal pazarlığı”nı andırıyor.
Bu konuda dinci faşist iktidarın hakkını yememek lazım. Bildikleri en iyi iş tüccarlık olduğundan, “devleti bir holding yönetir gibi yönetmek” istediklerinden, geleneksel burjuva diplomasinin en temel alışkanlıklarını bile kaldırıp attılar bir kenara. Her şey “sen ne vereceksin, ben ne alacağım” basit kalıbına göre halledilir oldu. İyi de oldu. Burjuva ikiyüzlülüğü gizleyen perdeler tümden indirilmiş oldu.
Hoş, bu “tarz-ı siyaset”in, “al papazı, ver imamı” pazarlıklarının gelip dayanacağı sınırlar vardı: “Don’t be fool” (aptal olma) mektuplarıyla aşağılanmak, “ekonomini enkaza çeviririm” ile had bildirilmek, alenen resmi açıklamalar ile yalanlanıp durmak...
Bir kere daha anımsatmak gerekir ki, bu durum, salt “bizim” dinci faşist iktidar için geçerli bir durum değil. “Burjuvazinin yeni çağı” tam da böylesi çapsızlıkların genel kural haline geldiği bir çağ. Burjuva dünyanın evrensel çapı artık budur. Çökmekte olan bir sınıf, ancak bu karatta siyasetçiler çıkarabiliyor. Dubyalar, Trumplar, BoJolar, “The Comedian”lar bir tesadüf değil. İstisna da değil. Artık genel kural haline gelmiştir.
Bu tüccarlar tayfasının mal pazarlığına son örnek, NATO toplantısından geldi. Ukrayna savaşı, ki özünde doğrudan NATO-Rusya savaşıdır, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma kararını tetikledi. Ya da daha doğru bir ifadeyle, bu istek ve eğilimi hayata geçirmek için uygun bir ortam oluşturdu. Bu son derece “gelişkin demokrasi” sahibi iki ülke, ota çiçeğe referandum yaparak “demokrasi şovu” yapmakta pek mahir olan bu iki ülke (benzer durum Avrupa’nın tüm “demokrasilerinde” çok yaygındır), böylesine hayati bir konuda referandumdan özellikle kaçınarak, NATO’ya üyelik başvurusu yapma kararını açıkladılar.
Herkes için bu üyelik süreci olmuş bitmiş gözüyle bakılan bir şeydi. Yalnızca bürokratik işlemler halledilecekti, o kadar. Birden Türkiye’nin üyeliklere engel çıkardığı haberi sızdı basına. “New York Times gazetesi üst düzey bir diplomata dayandırdığı haberinde NATO'nun başvuruları hızlandırılmış olarak işleme sokmasıyla ilgili ilk çabayı Türkiye'nin bloke ettiğini yazdı.” Benzer haber Financial Times’da da çıktı. Haber metinlerinde Türkiye’nin F-35 programından atılması, F-16 satışı ve S-400 yaptırımları sıralandı. Bunların tesadüf olmadığı hemen çıktı ortaya. Klasik “adı açıklanmayan üst düzey diplomat”lar, Bloomberg’e “Türkiye’nin talepleri”ni iletmişlerdi. Derken “RTE’nin salvoları” art arda yayımlanmaya başlandı.
Sahnede bu türden üst perdeden atıp tutmalar olurken, Beyaz Saray sözcüsü, Blinken-Çavuşoğlu görüşmesine dair “Özel görüşmeleri elbette açıklamayacağız fakat hafta sonu Finlandiya ve İsveç’in ittifaka katılması için güçlü bir konsensus oluştu. Dışişleri Bakanı Blinken bu iki ülkenin üye olacağından emin olduğunu söyledi” diyordu.
Stoltenberg ise, çok daha “diplomatik” bir üslupla konuşuyordu: “ Türkiye'nin ifade ettiği endişeleri ele alıyoruz. Türkiye gibi önemli bir müttefik güvenlik endişelerini gündeme getirdiğinde bunu halletmenin tek yolu ortak bir zemin bulmak için oturup konuşmak. ... Tüm müttefiklerin güvenlik endişeleri dikkate alınmalıdır. İsveç ve Finlandiya'nın NATO katılmaları konusunda ortak bir karara kısa sürede varacağımıza inanıyorum”
Sonuçta ortada bir “mal pazarlığı” var. Öyle gizli saklı da değil. Alenen yapılıyor. Dinci faşist iktidar, pazarlıkta elini güçlü tutmaya çalışıyor. Bütün bu efelenmeler, parmak sallamalar, “dik dur”ma gösterileri, bu pazarlığın parçaları. Masadakiler de durumun farkında. Ona göre açıklamalar yapıyorlar. Ama gün bittiğinde ortaya çıkacak olan şey, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularının kabulü olacak. Tüm taraflar bunu da gayet iyi biliyorlar. Bundan o kadar eminler ki, en ufak bir “endişe” emaresi bulunmuyor davranışlarında, ve hatta sözlerinde.
Sadece NATO değil, Rusya da bunun çok iyi farkında. Bütün bu “mal pazarlığı” şovlarına hiç bakmadan, daha şimdiden bu üyelik sorununun olup bittiği yönünde açıklamalar yaptı ve pozisyon aldı.
Emperyalistler, bağımlı ülkelere kendi istek ve istemlerini kabul ettirecek mali, askeri, siyasi, ekonomik... sayısız araca sahiptirler. Buna doğrudan şiddet ve zorlama dahildir. Onları “don’t be fool” küstahlığında konuşturan şey, tam da bu binbir türlü araçtır. Çok istisnai durumlar haricinde emperyalistler daima istediğini alır bağımlı ülkelerden. Ankara’nın efelenmelerini biraz tebessüm, belki bir parça can sıkıntısı ile dinleyip “sorunların çözüleceğinden eminiz” rahatlığında konuşmalarının özü budur. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, emperyalist sermaye açısından karar verilmiş, bitirilmiş bir “iş”tir. Pratikte de sonuç bu olacaktır.