İğrenç bir bulamaç nasıl olur diye merak eden varsa, Afrin’e bakabilir. Orada, Kürt halkı başta olmak üzere, Afrin ve Ortadoğu Halklarına karşı, dünyanın belli başlı karşı-devrim güçlerinin iğrenç bir bulamaç halinde birbirlerine nasıl karıştıklarını; aralarındaki tüm tepişmeyi bir kenara koyup nasıl birlik olduklarını görecekler.
Hollanda ile başlamak yerinde olacak. Hani şu bir yıl önce dinci faşist iktidar ve onun başıyla saç saça-baş başa mahalle kavgasına tutuşan emperyalist devletin gerici-ırkçı hükümeti, iş tekelci kapitalist düzenin “bekası” sorunu haline gelince gerçek safını ve rengini şöyle belli ediyor:
"Türkiye'ye karşı açıkça saldırılar oldu. Türkiye'nin kendini savunması için yeterli işaretler var. YPG masum değil" Yoruma gerek yok.
Her düğünün damadı, her cenazenin ölüsü AB, hani şu Avrupalı emperyalistlerin çatı örgütü, iş Türkiye’nin bir halka imha saldırısı, işgal ve ilhakına gelince, futbol terimiyle söyleyelim, “topa girmiyor”; kenara çekilip “Askeri operasyonlar konusunda yorum yapmıyoruz” diyor. Oysa dünya alem biliyor, Suriye’deki katil sürüleri zora düşünce hepsi de askeri uzman kesiliyor ve onları kurtarmak için kendilerini paralıyorlardı. Dinci-faşist iktidarın ve faşist devletin zaferinden emin oldukları için “yorumsuz” kalıyorlar.
NATO’ya, hani şu cümle emperyalistlerin saldırgan askeri çatı örgütüne gelince... O, dinci faşist iktidara ve faşist devlete herkesten çok daha anlayışlı(!) çıkıyor, şöyle:
“Türkiye, sınırlarında terör tehdidiyle en sık karşı karşıya kalan ülke ve bu korkunç tehditle mücadele ediyor. Suriye'deki Kürt silahlı oluşumlarından endişe duymak için meşru gerekçeler mevcut.”
Ama faşist devlete ilk işaret Pentagon’dan, yani ABD’den gelmişti. Faşist devletin başı, “saldıracağız” diye açıklama yapınca, ABD, hiç gecikmeden, “güvenlik endişelerinizi anlıyoruz, biz Afrin’de yokuz” diyerek davetiyeyi çıkardı. Davetiye şöyleydi:
“Rankine-Galloway, ABD öncülüğündeki koalisyonun Afrin'de devam eden bir operasyonu olmadığı vurgusu yaparak ülkesinin Afrin'deki gelişmelere müdahil olmasının söz konusu olmadığını” açıkladı.
Rusya yol verdi. ABD, yeşil ışık yaktı. İşgal ve ilhak savaşının ilk top atışları duyulur duyulmaz, Avrupalı emperyalistler dinci faşist iktidara desteklerini peş peşe açıkladılar. Böylece, karşı devrimin dış ayağı, dinci faşist iktidarın ve faşist devletin arkasında tespih taneleri gibi dizildiler.
Şimdi karşı devrimin iç ayağına bakalım ve CHP’den başlayalım. Faşizme, savaşa ve emperyalizme karşı mücadelede kimilerinin hala “müttefik güçler” arasında saydığı bu gerici burjuva parti, işgal ve ilhak savaşını desteklemekte birinciliği kimseye bırakmamak için pek tezcanlı oldu. Genel Başkanları açıklıyor:
“Kahraman ordumuza güvenimiz tam, operasyona da desteğimiz tam.” Partinin imamı böyle buyurunca cemaati de şöyle diyor: “Bu harekatın millet olarak arkasında olduğumuzu ve olmaya devam edeceğimizi açıklıyoruz” Hazret millet adına konuşma yetkisini kendinde buluyor.
Sırası gelmişken sormamak olmaz: Taksim mitinginde bu partinin arkasına dizilenler, şimdi hiç utanma duygusu yaşıyorlar mı?
Bunu geçiyoruz ve yine kimilerinin “Kürt sorunun çözümü”nde ümitkar oldukları TÜSİAD’a geliyoruz. Faşizmin gerçek babası olan bu sınıfın çatı örgütü, kendisine dair umut besleyenleri hayal kırıklığına uğratacak şu açıklamayı yaptı:
“Terör odaklarına karşı haklı mücadelede yüreğimiz Türk Silahlı Kuvvetlerimizle birlikte. Dileğimiz, kahraman askerlerimizin zaferi ve yurda sağ salim dönüşleridir. Zeytin Dalı Harekatı sayesinde sınırlarımızda barışın ve huzurun kalıcı olarak tesisini temenni ediyoruz.”
Bütün bunları geçip, zurnanın son deliğine gelmek istiyoruz. “Allah ordumuzu muzaffer etsin, askerlerimizin yardımcısı olsun” (Abdullah Gül)
Böylece, kendi sözlerinden anlamış bulunuyoruz ki, içerdekiler de dinci-faşist iktidarın ve faşist devletin arkasında tespih taneleri gibi dizilmişler.
Bu, iğrenç bir bulamaç halindeki karşı-devrimden başka bir şey değil. Ortak nokta, devletin, yani düzenin güvenliğidir; devletin, düzenin varlığını tehdit altında görüyor olmalarıdır. Devlet ve düzen tehdit altında olunca onlara düşen, karşı-devrimin bayraktarlığını yapanın arkasında dizilmek oluyor.
Buradan çıkarılması gereken ve çıkarılacak sonuçlar var elbette. Birincisi, devlet ve düzen kendini tehlike ve tehdit altında görüyor. Emperyalist sermaye, işbirlikçi tekelci sermaye de aynı düşüncede. Düzenin politik güçleri de...
İkincisi, bütün bunlar, birleşmiş bir karşı-devrim cephesi olarak hareket ediyorlar. Onları, yüzlerindeki her türlü maskeyi bir kenara atarak, böyle hareket etmeye zorlayan birleşik devrimin gelişiyor olmasıdır. Bir kez daha: “devrim, birleşmiş bir karşı devrim yaratarak ilerler”.
Üçüncüsü, faşizme karşı mücadele, bütün bu güçlere karşı; emperyalizme ve tekelci kapitalizme karşı olmak zorunda. Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi içermeyen bir anti-faşist mücadele zafere ulaşamaz.
Dördüncüsü, faşizme karşı mücadele, yukarıda tutum ve politikalarını ortaya koyduğumuz bütün güçlerin iktidarını yıkmayı amaçlayan bir mücadele olmak zorundadır. Bu güçlerin iktidarı yıkılmadan anti-faşist mücadelenin zaferinden söz edilemez. Aksine, bu güçlerin ekonomik ve politik iktidarını yıkmayan bir mücadele, bu güçlerin çok daha kanlı, acımasız bir diktatörlüğüne yol açar.
Beşincisi, söylemeye gerek yok, bu bir devrim mücadelesidir. Bu güçlerin iktidarının yıkılması bir devrim sorunudur.
Altıncısı, devrim işçi sınıfının ve ezilen halkların, yoksul sınıfların eseri olacaktır. Geniş halk kitlelerini, işçi sınıfının önderliğinde birleştirmek; faşizme karşı birleşebilecek bütün güçleri faşizme karşı birleşik bir cephede birleştirmek zaferi garantileyecektir.
Faşizme karşı birleşik cephe, burjuva düzeni aşan devrimci bir program ve hedefe sahip olmalıdır. Çünkü düzeni aşmayan her hareket onu daha da yetkinleştirir. Burjuva sınırlar içinde kalındıkça, burjuvazinin yozlaştıramayacağı, kendi çıkarları için kullanamayacağı hiç bir talep yoktur.
“Kapsayıcı olmak” adına reformcu bir program kabul etmek, anti-faşist cepheyi genişletmez aksine daraltır. Çünkü devrimin temel güçleri olarak işçi sınıfı, ezilen halklar ve yoksul kitleler kendilerine gerçek kurtuluşu, tam demokrasiyi, özgürlüğü getirmeyecek bir program için yaşamlarını feda etmeyecek, ağır bedel ödeyecekleri bir mücadeleye atılmayacaklar.
Devrimci programa sahip olmak, anti-faşist cepheyi daraltmaz aksine genişletir. Çünkü, milyonlar söz konusu olduğunda, onların enerjisini ancak devrimci bir program açığa çıkarır; reformist, geri bir program değil.
Anti-faşist cephe bir devrim cephesidir. İşçi sınıfının ve ezilen yoksul halkların buna ihtiyacı var. Karşı devrim güçleri birleşiyor; devrimin güçleri de birleşmelidir.