TKP'nin politikalarını anlatmak için kanal kanal gezen TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, böyle diyor. Önce şu: Kemal Okuyan, kanal kanal gezip TKP politikalarını anlatabiliyorsa, TV kanalları da kapılarını Kemal Okuyan şahsında TKP'ye ardına kadar açmış demektir.
Biz, benzer kampanyayı seçim süreci öncesinde görmüştük. O sıralar, TİP ve Genel Başkanı Erkan Baş, burun farkıyla da olsa, Kemal Okuyan ve partisinden öndeydi. Zindandaki vekilini bir türlü dışarı çıkartamayan Baş ve partisi, öyle anlaşılıyor ki, bu aralar, moda kavramla “out” olmuş. Doğan boşluğu, Okuyan, partisi adına büyük bir şevkle dolduruyor. Ne doğa, ne toplum boşluk tanıyor.
Düzene, burjuva sınıf egemenliğine yönelik en ufak gerçek bir devrimci sesi yasaklamada son derece duyarlı bu TV kanalları, adında “komünist” yazılı bir partiye kapılarını niçin ardına kadar açarlar? Sorunun yanıtını “komünist”lerimize bırakıyoruz.
Devam edelim..
Evet, Kemal Okuyan, aynen şöyle buyurmuş: “Bu nedenle bizim önümüze, Türkiye toplumunun önüne bir devrim anayasası koyma yükümlülüğü var.”
Devrimden tek kelimeyle söz etmeden!.. Yani kendi yok bir devrimin anayasasını, devrimsiz bir “devrim anayasası” yapmak istiyor Kemal Okuyan ve “Komünist” partisi. Kendi kavramıyla söylersek, “Türkiye toplumunun” aklıyla alay ediyor anlayacağınız. Konuşması boyunca devrimden tek kelimeyle söz etmediğini görmesi için okura, konuşmanın linkini veriyoruz.
Türkiye'nin, Türkiye ile birlikte Kürdistan'ın, bu iki ülke halklarının -Kemal Okuyan, bir sosyal şovenist olarak “Kürdistan ve iki ülke halkları” kavramlarını kullanmamak için “Türkiye toplumu” kavramını son derece bilinçli ve seçici biçimde kullanıyor- bir devrim anayasasına ihtiyaçları var.
Ama bir çocuğa bile sorsanız, bir devrim anayasası yapmak için önce bir devrim “yapmak” gerektiğini size söyleyecektir. Kişi, gerçekten bir devrim anayasası istiyorsa önce bir devrim istediğini; burjuva egemenliği, onu koruyan devlet aygıtıyla birlikte nasıl yıkacağını ortaya koyup onun propagandasını yapmalı.
Devrim anayasası, kapitalist sistemi, onunla birlikte burjuva egemenliği yıkmış, burjuva devlet aygıtını dağıtmış proleter ya da halk devriminin zaferini güvence altına almak için oluşturulacak yazılı kurallar bütünüdür.
Dahası, muzaffer proletarya ve müttefikleri, ama özellikle de proletarya, devrimin zaferinden hemen sonra ya da daha zafer sırasında “anayasa” ile, seçimlerle vb şeylerle değil, en otoriter yöntemlerle burjuvazinin sırtını tam yere sermekle ilgilenir. Devrimci yöntemlerle çalışacak Geçici Devrim Hükümeti, izlenmesi gereken bu yolun başlıca organıdır.
Adı konsey, işçi-köylü temsilcileri ya da başka bir şey olsun, devrimden sonra kurulması gereken “Kurucu Meclis”e, bu meclisin toplanacağı tarihe vb. dahi karar verecek olan organ işte bu Geçici Devrim Hükümetidir. Devrim Anayasası tüm bunlardan sonra, aceleye getirilmeden, yeni toplumsal düzeni oturtmak ve devrimin zaferini pekiştirmek için gündeme gelir.
Demek ki, iki ülke işçi sınıfı ve emekçi halklarına, yoksul kitlelerine gereken şey, önce tüm sömürücü sınıfın belini kıracak bir toplumsal devrimdir; devrim anayasası değil. Siyasal Bilimler tahsil etmiş -bunu kendinden öğrenmiş bulunuyoruz- Kemal Okuyan ve onun gibi tahsil görmüş bir hayli insanın olduğu TKP, bu kadar basit gerçekleri bilmiyor olamazlar. Öyleyse, asıl dertlerinin başka olduğunu düşünebiliriz.
Peki nedir “dertleri”? Bunu da Kemal Okuyan'dan öğreniyoruz; şöyle:
“Bizim derdimiz, Türkiye'de devletçi, planlı bir ekonomi, gerçekten laik bir cumhuriyet, eşitlik temelinde bir toplum ve bağımsız, egemen bir ülke.”
İşte bu doğru ve biz, Kemal Okuyan ve Partisinin adlarındaki “komünist” sıfatına rağmen, asıl dertlerinin bu sözlerle ifade edilen “dert” olduğundan zerre kuşku duymuyoruz.
Türkiye'de, tekelci kapitalist egemenliği ve bu egemenliğin politik zor aygıtı, bu egemenliği koruyan faşist devleti bir devrimle yıkmayı değil, tekelci kapitalist düzene dokunmadan “devletçi, planlı bir ekonomi” hedefliyorlar. Kemal okuyan ve ortaklarına, unutmuş gibi yaptıkları bir gerçeği hatırlatalım: Türkiye'de “devletçi, planlı ekonomi” uzun on yıllar boyunca uygulandı zaten. Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurumu; Turgut Özal ve pek yakınınızdaki Yalçın Küçük'ün bu kurumda çalıştıklarını duymamış, bilmiyor olamazsınız. Özellikle 30'lu yıllarda devletçilik, Türkiye'nin ekonomi politikasının temel taşlarından biriydi. Konumuz değil ama geçerken söyleyelim, bir diğer temel taş, devlet eliyle burjuva sınıf yaratma politikasıydı. Koç dahil, burjuvalara peşkeş çekilen zenginliklerin haddi hesabı yok. Bunları da bilmiyor olamazsınız.
Türkiye'de Devlet Planlama Teşkilatı, zamanla etkisizleşecek biçimde neredeyse elli yıl, 2011'e kadar varlığını korudu. Türkiye burjuvazisini ağır aksak yapılan planlı ekonomiden uzaklaştıran, DPT'yi giderek gereksiz bir kurum haline getiren faktör, bizzat kapitalist gelişmenin kendisiydi. Zira, kapitalist üretim biçimi planlı ekonomiyle uyuşmaz.
Yapılması gereken, kapitalist üretim biçiminin gelişmesinin işe yaramaz hale getirdiği bir biçime geri dönmek değil, kapitalist üretim biçiminin kendisini ortadan kaldırmaktır. Kapitalizm koşullarında, kapitalizme ve burjuva egemenliğe son vermeden, kapitalist gelişmenin aştığı bir noktaya geri dönmek istemenin kavram karşılığı gericiliktir. Geriye doğru adım atmaktır. Devrimcinin görevi ise, var olanı devrimci yöntemlerle aşarak ileri doğru sıçrama yapmaktır. Kemal Okuyan ve partisinin gözü ise ileride değil, devrimde hiç değil; geride, arkada bırakılmış olanda.
“Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu şey, toplumun yoksul kesimlerine güven veren bir program” gibi, her kelimesi, her cümlesi sosyal reformizmi, burjuvaziyle uzlaşmayı, “cumhuriyetini” korumayı çağrıştıran konuşmasını şimdi, baştan aşağı eleştirecek değiliz. Zamanı gelince ve ihtiyaç duyulursa elbette bu da yapılmalı. Çünkü, sosyal reformizmle mücadele sorunu “sınırlı bir sorun değil, bugünün genel ve temel sorunudur”
Yine de geride sorulmamış bir soru kalıyor: Kemal Okuyan ve cümle sosyal reformist partiler bu aralar neden “devrim anayasası” gibi devrimci kavramlara daha sık başvurmak, bu kavramları kullanmak zorunda hissediyorlar kendilerini?
Ortamın devrimci karakterinin, devrimci gelişmelerin etkisini şimdilik geçiyoruz. Ama asıl etkenin, seçim sürecinde burjuvaziyle girdikleri işbirliği ve sonucunun partilerinde yarattığı moral bozukluğunu gidermek, en azından hafifletmek için diye düşünüyoruz. Gerçi Kemal Okuyan, bu moral bozukluğunun diğer partilerde uzunca bir süre devam ettiğini ama kendi partilerinde sadece bir gün sürdüğünü ileri sürüyor. Ölçü nedir bilemiyoruz. Ama bir gün bile sürmüş olsa, bu işbirliği sürecinin partilerinde moral bozukluğuna yol açtığını kendi sözlerinden anlıyoruz.
Yoksa nereden bilecektik!