Ortadoğu'da ateşi sönmeyen iki devrim odağı; Rojava-Kürdistan ve Filistin devrimleri. Son bir haftadır, bu iki devrim ocağındaki ateşi söndürmek için tüm güçleriyle saldıran Türkiye, İsrail ve bunların arkasındaki emperyalist güçler ateşe benzin döktüler.
Ateşi söndüreyim derken bütün Ortadoğu'yu saran, etkisi altına alan, büyük bir savaşa ortam hazırlayan bir yangına neden oldular.
Türkiye başladı önce. Güney Kürdistan'da UKH'ye yönelik savaşından -faşist devletin orada bulunduğu faaliyete “saldırı” demek gerçeği tam ifade etmez; orada yürütülen bir savaştır- bir türlü sonuç alamayınca savaşı Rojava'ya taşımaya karar verdi.
İlk bahanesi, Ankara'da UKH gerillalarının yaptıkları fedai eylemi oldu. İçişleri Bakanlığı'na yönelik fedai eyleminden sonra “Suriye'ye saldırmak için bahane gerekiyorsa kendi topraklarımıza üç-beş roket yollayarak bahaneyi yaratırız” veciz cümlesinin sahibi, dünün MİT Başkanı, bugünün Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD'li mevkidaşlarıyla görüştükten sonra yangına nasıl benzin dökeceğini şu cümlelerle açıkladı:
“Irak ve Suriye'de PKK/YPG'ye ait bütün altyapı, üstyapı tesisleri, enerji tesisleri bundan sonra güvenlik güçlerimizin topyekun meşru hedefidir.”
Şüphesiz, resmen ilan edilmiş savaşlarda bile altyapı/üstyapı tesislerinin hedef alınması savaş suçudur. Faşist devletin diplomasisinin başındaki kişi, bu açıklamasıyla savaş suçu işleyeceklerini dünyaya ilan etmiş oldu.
Faşist devlet, bu meydan okumadan sonra saldırılarını Rojava bütününe yaydı. Buna, ABD denetimindeki bölgelerde bulunan SDG güçlerine saldırmak da dahildi.
Ancak, faşist devlet, kör kör parmağım gözüne misali SDG güçlerine SİHA'larla saldırmaya kalkışınca, ABD, zevahiri kurtarmak için Türk SİHA'sını düşürmek zorunda kaldı. Gerekçesi de evlere şenlikti. Güya, Türk SİHA'sı ABD güçlerine beş yüz metre kadar yaklaşınca kendileri de uçak kaldırıp vurmak zorunda kalmışlar. Küçük çocukların bile inanmayacağı bir masal.
Ama gerekçesi masal gibi de olsa, olay faşist devlete, bütün güçleriyle ve sınır tanımaz biçimde saldırı bahanesi verdi. ABD, SİHA'nın düşürülmesi sonrası Türkiye'nin NATO üyeliğini, sağlam müttefikliğini hatırlayınca faşist devlete yol iyice açılmış oldu.
Şimdi, İsrail devletini aratmayacak şekilde, sivil hedeflere, Rojava halkına, çocuk-genç-yaşlı demeden, kadın, erkek ayrımı yapmadan; asker-sivil olduğuna bakmadan herkese ve her yere toplarla, uçaklarla, dronlarla; elinde ne varsa onunla saldırıyor.
Ama bütün bu manzarada sadece faşist devletin saldırılarını görmek iflah olmaz kötümser yaklaşıma sahip olanların işi olabilir ancak.
Faşist devletin saldırıları, Rojava devrimci güçlerini, Rojava emekçi sınıflarını, yoksul halklarını ayağa kaldırdı. Rojava silahlı devrimci güçleri şimdi her yerde, faşist devletin askeri üslerini, çetelerini, askerlerini vuruyorlar. Burjuva basının bu gerçekleri toplumdan gizlemesinin fazla bir önemi yok.
Faşist devletin saldırıları, Rojava halkını sindirmek bir yana, tam ayağa kaldırdı. Saldırılara karşı koymak ve devrimi korumak için onbinlerin katıldığı kitle eylemlerini saymaya gerek görmüyoruz bile. Ama, kitle eylemlerinin yanında faşist devlet güçlerine karşı askeri eylemlerde de olağanüstü bir artış var artık. Şu linkteki haber, bir fikir vermeye yeter. Daha önemlisi bu, bir anlamda, henüz bir başlangıç. Faşist devlet güçlerine, askeri üslerine, çetelerine yönelik bu devrimci eylemlerin ABD'nin arzusu hilafına gerçekleştiğinin altını çizmek lazım. “Meşru savunma hakkı” söyleminin bir önemi yok; Rojava devrimi prangalarından böyle böyle kurtuluyor.
Filistinli savaşçıların 7 Ekim sabahı, 7 Ekim 1973 savaşının yıldönümünde, işgalci siyonist İsrail devletini gafil avlayan saldırısı, bir halkın kurtuluş savaşının, özgürlük savaşının, işgalcilere karşı “saldırı hakkı”nın her daim geçerli ve “meşru” bir hak olduğunu ortaya koydu.
İsrail güçlerine, askeri üslerine saldırarak savaşı, siyonist İsrail tarihinde ilk defa, “İsrail topraklarına” taşıdılar. İsrail'in saldırı bölgesindeki askeri üslerini, üslerdeki tankları, askeri araçları, teçhizatları ele geçirdiler. Sağ ele geçirdikleri subayları, aralarında generaller de olmak üzere, savaş esiri olarak yanlarında götürdüler.
Şüphesiz, faşist İsrail hükümeti için en dehşet verici şey, savaşın “kendi” topraklarına taşınmış olmasıydı. Filistinli savaşçıların bu kahramanca eylemleri, İsrail devletinin güvenlik gücü hakkındaki her türlü söylenceyi, her türlü rivayeti yerle bir etti. Moralleri çöktü, yenilebilir bir devlet oldukları ortaya çıktı; istihbaratlarının, ordunun savaş yeteneğinin kofluğu anlaşıldı.
Filistin savaşçılarının “Aksa Tufanı” adını verdikleri bu saldırı, 1948'den beri süren Filistin devriminde yeni bir aşama oldu. Filistin devrimi, artık ne olursa olsun, 7 Ekim öncesinden çok daha güçlü.
Siyonistler, Filistin halkını, açlık, susuzluk, yıkım ve savaşla, yok etmekle tehdit ediyorlar. Her işgalcinin kaçınamadığı hataya düşmekten kendilerini alamıyorlar. 7 Ekim saldırısının arkasında gerçekte, siyonist yöneticilerin Filistin halkını kendileriyle tehdit ettikleri bu şeyler var. Filistin devriminin arkasında, toprak işgalinin yanı sıra, işgalcilerin Filistin halkını mahkum ettikleri açlık, sefalet, yıkım, savaş, katliamlar var.
Şimdi, bunlara daha çok başvuracaklarını, Ortadoğu haritasını değiştireceklerini ileri sürüyorlar. İnsan kılığındaki İsrail Savunma Bakanı, Filistin halkından “hayvan” diye söz ediyor. Filistin halkına ölümden başka bir şeyi reva görmediklerini açıklıyor. Yani, Filistin devrimi için daha güçlü bir mekanizma kuruyorlar; haberleri yok.
“Her ulusal baskı, ulusal ayaklanmayı çağırır” Rojava ve Filistin devrimlerinde marksist düşüncenin bu temel postulatı bir kez daha doğrulanıyor. İsrail Komünist Partisi, yaşananların sorumlusu olarak İsrail hükümetini gösterirken aslında bu gerçeğe işaret etmiş oluyor.
İkincisi, bütün Kürdistan tarihi ve Filistin devriminin yaklaşık yetmiş beş yıllık tarihi, bu halkların yaşamlarındaki temel sorunların görüşmelerle, masa başı çözüm arayışlarıyla, uzlaşmayla çözülemeyeceğinin kanıtıdır.
Rojava-Kürdistan halkları ve Filistin halkı özgürlüklerine, kendi kaderlerini tayin hakkını devrimle alacaklar. Şimdi bu iki kahraman halk devrim yolunda yürüyor ve bu yolda yürürken bütün ezilen halklara ilham kaynağı oluyorlar.