Türkiye savaşta! Bunu devletin başındaki adam açıkladı. Dileyen buna, itiraf etti de diyebilir. Çünkü gerçekte Türkiye, Suriye iç savaşının başından beri, Suriye ile savaş halindeydi. Ancak bu savaş halini, savaşı dinci faşist katil sürüleri üzerinden yürüttüğü için, gizleyebilmişti. Katil sürüsü çete artıkları yenilince ve Kürt halkı özgürlük savaşında önemli bir aşamaya gelince, “iş başa düştü” misali sahaya bizzat inmek zorunda kaldı.
Faşizm, dışarda ve içerde dizginlenmemiş bir saldırganlıktır. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, dışarda, Irak’tan Yunanistan’a, Yemen’den Suriye’ye kadar olan geniş coğrafyada ya bizzat savaşıyor ya da savaşı kışkırtıyor. Suriye’de iç savaş henüz başlamamışken dinci faşist çeteleri toplayıp ortganize eden; arkasından savaş alanına süren yine bu dinci faşist iktidar ve faşist devletti.
Suriye’nin bu plan ve müdahaleleri sineye çekip sesini çıkarmaması Türkiye’ye savaşın dışındaymış gibi davranma imkanı sağlıyordu. Gerçekte ise boydan boya savaşın içindeydi. Bu, geçici bir durumdu böyle sürgit devam edemezdi. Savaşın seyri, gerçek unsurlarını eninde sonunda içine çekecekti; öyle oldu.
Afrin’i işgal ve ilhak ederek Rojava devrimini boğmak için Türkiye’nin Kürt halkına karşı başlattığı savaş, Suriye ordusunun Afrine’e girmesiyle iki devlet arasındaki savaşa dönüşme yolunda geri dönülmez bir noktaya geldi. Dinci faşist iktidar, daha önce El Bab’ta yaptığı gibi, saldırganlığının sineye çekileceğini ve işgal ettiği toprakları sonunda ilhak edebileceğini hesaplıyor olmalıydı. Oysa ne El Bab’ta son söz söylenmişti ne de Afrin’de. Dinci faşist iktidarın başı Afrin, El Bab, Cerablus, Menbiç derken, İdlib’e gözdiktiğiini de ağzından kaçırdı.
Bütün bu tablonun tek bir anlamı var: Türkiye ve Kürdistan halkları sonu gelmez bir savaş sürecine sokulmuş durumdalar. Suriye ordusu ve milislerin Afrin’e girişleri bu savaş sürecinde yeni bir dönüm noktasına işaret ediyor. Savaş, artık sadece dinci faşist çeteler üzerinden değil, iki devletin -o da şimdilik sadece iki devletin- ordularının savaşı biçimine dönüyor. Bu savaş, İsrail, Lübnan, İran gibi devletleri içine çekme potansiyelini güçlü biçimde taşıyor.
İşçi sınıfı ve ezilen halkları “kehanetlerle” yormak, laf kalabalığıyla kafalarını karıştırmak ne devrimci politikadır ne de politika “üretmektir”. Bu gün en çok yapılan şey budur. Devrimci politika somut olandan hareket eder; tarihin tek tek ne bir devletin ne de kişi ya da partilerin plan ve iardelerinin sonucu olmadığını, ama birbirini kesen, etkisizleştiren sayısız iradenin bir bileşkesinden oluştuğunu hesaba katar. Suriye ve Ortadoğu’da bu gün olan biten budur.
Bütün bu karmaşanın içinde net görülebilen bir olgu var. Bu, dinci faşist iktidarın, faşist devletin Türkiye halklarını sonu gelmez, onlara büyük acılar, yıkım, kan ve gözyaşı getirecek bir savaş sürecine soktuğudur. Bu yola girilmiştir ve dinci faşist iktidarla faşist devletin bu yoldan dönüşü yoktur.
Savaş, işçi sınıfı ve ezilen halklarda, toplumun ezici bir kesiminde “barış” istek ve özlemini yükseltecektir. Bunun işaretleri şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Savaş yoğunlaştıkça, toplumun ezici kesimi üzerindeki yıkıcı etkilerini gösterdikçe özellikle emekçi sınıflarda, yoksul ve ezilen halklarda bu eğilimin güçleneceğinden şüphe yok. Savaşın neden olacağı açlık, yokluk, yoksulluk, cenazeler, vergilerde ve temel gıdaların fiyatlarında olağanüstü artış savaşın yol açacağı yıkıcı sonuçların bazılarıdır.
Bu durumda kitlelerin artacak ve önü geçilmez hale gelecek “barış” istemlerine iki türlü yanıt mümkün. Birincisi, savaşa yol açan maddi koşullara, nedenlere dokunmaksızın, sosyal pasifist bir “barış savunuculuğu.
Bu yol savaşa son verme ve halklara kalıcı, gerçek ve adil bir barış getirme güç ve yeteneğinde değil. Sonuçsuz kalmaya mahkum, dahası, faşist devleti ve dinci faşist iktidarı savaşa devam konusunda cesaretlendirecek bir politikadır bu. Çünkü kendi varlık koşulları nedeniyle savaşa yol açan tekelci sermaye egemenliği ve bu egemenliğin politik güçleri böyle naif bir istek yüzünden savaştan vazgeçmezler. Dolayısıyla, böyle bir politika, halkları bunun gerçekleşebilirliğine inandırmak onları oyalamak, aldatmak ve dinci faşist iktidara, tekelci sermaye sınıfına destek anlamına gelecektir.
İkinci politik çizgi, kalıcı, gerçek ve adil barışın ancak devrimci bir hükümetle mümkün olduğunu ortaya koyan devrimci çizgidir. Bu savaşın -ve gerçekte günümüzdeki tüm haksız savaşların- kaynağı emperyalistler ve burjuva sınıflardır. Bunların egemenliği sürdükçe haksız savaşların son bulması da söz konusu olamaz. Bu tür savaşlara son vermenin yolu, savaşların maddi kaynaklarını, sınıf temellerini ortadan kaldırmaktır. Türkiye-Suriye savaşı için de aynı şey söylenmeli. Bu savaşın kaynağı, ana nedeni, Türkiye tekelci sermaye sınıfının egemenliği ve bu egemenliğin politik güçleri olarak dinci faşist iktidarla faşist devlettir. Savaşa yol açan bu güçler yerlerinde kaldıkça savaşın son bulması da düşünülemez.
Savaşa son vermek, halklara acil, kalıcı ve gerçek bir barış getirmek için öncelikle savaşın bu müsebbiplerinin ortadan kaldırılması; yani tekelci sermaye egemenliği ile birlikte faşist devlet ve dinci faşist iktidarın yıkılması; yerlerine devrimci bir iktidarın, devrimci bir hükümetin kurulması gerekir.
Halkların devrimci gücüne dayanan böyle bir hükümet savaşa son verebilir, kalıcı ve gerçek bir barışı gerçekleştirebilir.
Böyle bir hükümet mümkün mü? Hiç kuşku yok ki, mümkün. Savaş, halkların yaşamında büyük bir yıkıma yol açmakla kalmaz ama aynı zamanda burjuva sınıf egemenliğini ve onun politik güçlerini yıkacak bir devrimin tüm koşullarını da en ileri derecede olgunlaştırır.
Savaşa son vermek, gerçek, kalıcı ve adil bir barış getirmek isteyen bunun araçlarını da istemeli, yaratmalı. Bu, bir devrimle birlikte kurulacak devrimci bir hükümetten, halkın devrimci iktidarından başka bir şey olamaz. Bunun dışındaki bütün yollar, bütün öneri ve istemler halkları burjuva sınıf çıkarları için aldatmaya yarar.
Sadece devrimci bir hükümet halkları bu haksız savaşın içinden çekip çıkarabilir, bu savaşa son verebilir ve kalıcı bir barış sağlayabilir.
Devrimci güçler bu politik çizgiden ilerlemeliler!