“Yazı da gelse tura da gelse Erdoğan kazanacak” diye açıklamış, dinci-faşist partinin bir zamanlar “özgül ağırlığa” sahip kurucularından Bülent Arınç.
Peki Leninist Parti ne diyordu? “Bu seçimler bir tiyatro” diyordu. Koşulları giderek olgunlaşan bir halk ayaklanmasını gücünü pekiştirmiş, kuvvetlerini düzene sokmuş halde karşılamak için oynanan bir tiyatro.
CHP ve onun Genel Başkanı, bu oyunun gönüllü ve ateşli figüranıdır. Kazanmayacağını biliyor ve zaten seçimlere kazanmak için girmiyor. Dinci-faşist iktidarın tiyatrosuna sahicilik kazandırmak için oyuna dahil oluyor. Partisinden yükselen “Boykot” seslerini bastırmak için, seçim kararının üstünden henüz saatler geçmeden "Ne boykotu ya, zaten biz kazanacağız.” diye kükrüyordu. Bir korku, bir panik ifadesi olduğu belliydi bu tepkinin. Çünkü dile getirilen önerinin, “boykot”un sokaktaki insanlarda karşılığı vardı. O yüzden bu yöndeki sesler hemen kesilmeliydi.
Benzer tepkiyi, “yetmez ama evet”iyle zamanında Erdoğan’a, dinci-faşist iktidara eşi bulunmaz bir destek vermiş olan Sezai Temelli’den gelmişti. Bu arkadaş da, HDP Eş Başkanı sıfatıyla konuşurken, kendisine sorulan bir soruya, öfke ve hiddet içeren şu sözlerle yanıt veriyor: “HDP’nin gündeminde boykot yok, olmayacak. HDP’nin Meclisten çekilme gibi bir gündemi de yok”. “Yetmez ama evet”çimiz seçim tiyatrosunda rol alma konusunda bu kadar kararlı! Oysa bu seçimlerin bir tiyatrodan ibaret olduğunu; halkı aldatmaktan başka bir amaç taşımadığını en az bizim kadar o da biliyor.
Dinci-faşist iktidarın zindanda rehin tuttuğu Selahattin Demirtaş, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada bakın ne diyor:
“Gösteri yasak, konuşmak yasak, hükümeti eleştirmek yasak, barışı savunmak bile terör propagandası sayılıyor. Yüzlerce muhalif gazeteci gözaltında, onlarca televizyon ve radyo kanalı kapatıldı. Böyle bir ortamda adil seçimler düzenlenmesi imkânsız.”
Son derece doğru tespit ve gözlemler ancak eksik. Bunlara eklenecek daha pek çok şey var. En azından kendisinin ve darmadağın edilen Parti Meclis Grubunun durumu… Görevlerinden alınan Belediye Başkanları, halen devam eden tutuklamalar vb vb saymakla bitmez. Demirtaş, seçimlerin karakterine ilişkin bu sözleri söyledikten sonra, dinci-faşist iktidarın seçimleri düzenleme nedenlerine ilişkin şu tespiti yapıyor:
“AKP hükümeti, desteğini hızla kaybediyor. Ekonomi krize sürükleniyor. Hükümet, dibe vurmadan önce devleti kontrol etmek istiyor. Türkiye’deki insanlar AKP’den usandı ve onlardan kurtulmak istiyor; AKP bunu tabii ki biliyor”
Peki Leninist Parti ne diyor? Emekçi sınıfların ve ezilen yoksul halkların dinci-faşist iktidara karşı kin ve öfkeyle dolu olduklarını, ona diş bilediklerini, bir ayaklanmanın koşullarının hızla olgunlaştığını; dinci-faşist iktidarın bunu bildiğini ve bu yüzden “dibe vurmadan önce” devlet güçlerini, iktidarını tahkim etmek istediğini vb vb.
Yani özde bir fark yok tespitlerde. Gösterilen çıkış yolları ise taban tabana zıt. Leninist Parti, “kazananı şimdiden belli seçimlere katılmak yerine sokağa çıkmaya hazırlanın” diyor emekçi sınıflara; ötekiler, “adil düzenlenmesi imkansız seçimlere” katılın çağrısı yapıyorlar. Ne için? Yanıt yok!
Görüldüğü gibi, dinci-faşist iktidar ve egemen sınıf açısından sorun yaşamsaldır. Hayatta ve ayakta kalıp kalmama sorunudur. Yaşamsal sorunlar ise “sandık”ta değil, sokakta çözülür. Aslında dinci-faşist iktidar bunu kanıtlayan örnekleri fazlasıyla verdi. 2015 seçimlerinde azınlığa düştüğü halde hükümeti devretmedi örneğin. Nisan referandumunu kaybettiği halde, en son YSK’yı devreye sokarak kazandığını ilan etti. 2015 Kasım seçimlerini baskı, terör ve hile-hurdayla kazandı.
Seçimlerin, “sandığın” bir hükmünün olmadığını HDP’li milletvekillerini tutuklayarak, rehin alarak, dokunulmazlıklarını kaldırarak; Belediye Başkanlarını görevlerinden alarak ve çoğunu zindana atarak; HDP Parti örgütünü baskı ve terörle darmadağın ederek kanıtladı. Daha ne yapsın!
Bir devrimcinin görevi, nerede ve hangi koşullarda olursa olsun, emekçi sınıflara, ezilen halklara gerçekleri söylemektir. Devrimciler, komünistler ne amaçlarını ne de gerçekleri işçi sınıfından, emekçi halklardan, ezilen kitlelerden saklarlar.
“Türkiye’deki insanlar AKP’den usandı ve onlardan kurtulmak istiyor” ise onlara kurtuluşun yolunu göstermek devrimcilerin görevidir. Bu yolun, “adil olması imkansız” seçimler olmadığı kesin. Çünkü, “Özgül ağırlık” Arınç’ın itiraf sözleriyle söylersek, “Yazı da gelse tura da gelse” dinci-faşist iktidar ve onun başı “kazanacak.” Velev ki kazanamadı, yine “kazanacak!” Her türlü sahtekarlığı meşru kılmak için yapılan bunca yasal düzenleme, bunca hazırlık, iktidarı seçimler yoluyla devretmek için mi sandınız?
Bunu söylemek umutsuzluk ifadesi değil. Aksine gerçeklere korkmadan bakmak ve emekçi sınıflardan, ezilen halklardan gerçekleri saklamamaktır. Leninist Parti, kitlelere sandığın, seçimin kurtuluş yolu olmadığını söylerken hem olgulara dayanıyor hem de gerçek kurtuluş yolunu gösteriyor. Bu yol, sokaklar, isyan ve ayaklanmadır.
Emekçi sınıflara ve Kürt halkına şu gerçeği söylemek görevdir: Meclise yüz değil, iki yüz vekil gönderseniz de bir kıymet-i harbiyesi olmayacak. Meclis diye bir şey yok gerçekte. Olsa da farketmez. Ne Meclisin ne de vekillerin bir hükmü var. Sorunlarınız ağırlaşarak devam edecek. Seçeceğiniz vekillerin “çoğunluk” haline gelmesine, hükümet kurmalarına şu ve ya bu şekilde izin vermezler, vermeyecekler. Bunu yakın geçmişte gördünüz, yaşadınız, biliyorsunuz. Öyleyse, kimsenin sizi aldatmasına izin vermeyin; seçimleri kurtuluş yolu olarak gösteren sözlere inanmayın. Faşizmi yıkmanın, bunlardan kurtulmanın tek yolu var o da devrimdir. Dinci-faşist iktidarın seçimle yıkılacağını, geriletileceğini kim ileri sürerse bilin ki, bilerek ya da bilmeyerek, sizi aldatıyor.
İktidarın bir devrimle ele geçirilmesi, faşizmin yıkılması mümkün mü? Evet mümkün, hem de geçmişte hiç olmadığı kadar mümkün. Çünkü emekçi sınıfların, ezilen halkların büyük bir çoğunluğu faşist iktidardan nefret ediyor, ona kin ve öfke duyuyor, ondan kurtulmak istiyor. Zaten seçimleri erkene almalarının en önemli nedeni de böyle bir gelişmeden duydukları korkudur. İktidar ve onun başı korkuyor; bu doğru. Ama onlar burjuva muhalefetten değil, bir ayaklanmadan, Haziran Halk Ayaklanması benzeri bir ayaklanmadan korkuyorlar. En ufak bir hareketlenmenin, en ufak bir yaprak hışırtısının onlarda “Gezi Olayları”nı çağrıştırması, bu korkunun sonucudur. Bu korkuyu gerçeğe çevirmek mümkün.
Yapılması gereken şey, dinci-faşist iktidarın sahte zaferini ilan ettiği saat sokaklara çıkmaktır. Hazırlıklar bunun için yapılmalı.