NE SEÇİMLERİ NE SONUÇLARINI TANIMALI!

Dinci faşistlerin seçimle/sandıkla gitmeyeceklerini ileri sürmüştük; o günden bu güne ortaya çıkan her gelişme bu öngörümüzü doğruladı. Bunun, önümüzdeki süreçte de böyle olacağı kesin. Sandıkla/seçimle gitmeyecekler; seçimler bir tiyatrodan ibarettir.

Dinci faşist iktidarın seçimle iktidarı kaybetme korkusu yok. Ama şimdi onları bir başka korku sarmaya başladı: İşçilerin, emekçilerin, ezilen Kürt halkının ve diğer ulusal topluluk halklarının seçimi ve sonuçlarını tanımama ihtimali.

Bu yüzden, seçimlerin ve sonuçlarının tanınmasını, kabul edilmesini şimdiden garantileme derdine düştüler. Dinci faşistlerin tasası, seçimleri kaybetmek değil, seçimler onlar için “çantada keklik” gibi. Tasaları, sahneleyecekleri seçim tiyatrosunun sonuçlarının kabul edilmesidir.

Bu konuda ilk işaret Numan Kurtulmuş’tan geldi. Dinci faşist iktidarın bu vitrinlik bakanı, bu kaygısını, tehdit karışımı şu sözlerle dile getirdi:

“Herkes şimdiden seçim sonuçlarını kabul edip, seçim sonuçları ne şekilde tecelli ederse etsin milletin tercihini saygıyla karşılamak mecburiyetindedir. Yani milletin tercihinin üzerine söz söylemek kimsenin hakkı olmamalıdır, kimsenin haddi olmamalıdır. Seçim sonrasında ortaya çıkabilecek olan kendilerince olumsuz bir tabloyu hiç kimse şimdiden, peşinen seçimleri mahkûm ederek yorumlamaya kalkmasın.”

Bu sözlerin bir korku, bir endişe sonucu olduğu apaçık. Peki, bu korku, bu endişe neden? Oysa şimdiye kadar ne burjuva partiler, hatta ne de sosyal reformist parti ve örgütler -bunlara “devrimci” görünümlüler de dahil- seçimleri ve sonuçlarını tanımamayı ima bile etmiş değiller.

Bu yönde tek ses, Leninist Partiden geldi. Sadece Leninist Parti, işçilere, emekçilere, ezilen halklara seçimleri ve sonuçlarını tanımama; seçim sonuçları açıklandığı anda sokağa çıkma çağrısı yaptı.

Belli ki, korku, bu çağrının devrimin toplumsal güçlerinde karşılık bulma ihtimalinden ileri geliyor. Çünkü, dinci faşist iktidarın seçim tiyatrosunda figüran rolüne dünden teşne gerici burjuva partilerin, sosyal reformistlerin aksine, emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda sandık başına gitmeme, seçimleri ve sonuçlarını tanımama eğilimi tahmin edilenden de güçlü.

Dinci faşist iktidarın ve onun başının seçimleri kazanmayı garantiledikleri kesin. Yani “yazı da gelse tura da gelse” seçimde “zaferin” kendilerinin olacağından eminler. RTE, “Sistemi çalıştırmayacak herhangi bir gelişmeye fırsat vermeyiz” dedikten sonra işi biraz daha ileriye götürüp şu itirafta bulunuyor:

“7 Haziran’da da sistemi tıkayanlar veya tıkamak isteyenler oldu. Ben cumhurbaşkanı olarak sistemin önünü açtım. Ve hemen 1 Kasım seçimine gidildi. Kasım seçiminde halkımız, milletimiz ‘bu böyle olmaz’ dedi. Ve tek başına AK Parti’yi tekrar iktidara getirdi. Ve sistemin önü açıldı, çalışmaya başladı.”

7 Haziran’da ne olmuştu peki? Dinci faşist parti, seçimleri kaybetmiş, Meclis’te azınlığa düşmüş, böylece de hükümet anayasaya göre “düşmüştü”. Teorik/anayasal olarak böyleydi ama RTE ve onun iktidarı ne yaptı? Hadi, kendisinin sözleriyle söyleyelim: “Sistemin önünü açtı” yani seçim sonuçlarını tanımadı, hükümet işine devam etti ve konumlarını anayasaya uygun hale getirebilmek için hileli seçime gittiler.

Bütün bu olan bitenler karşısında burjuva muhalefetin tavrı ne oldu? İsyan duyguları içinde, ayaklanma ruh haline girmiş kitleleri yatıştırmak... Kılıçdaroğlu ve partisi, aynı rolü, 16 Nisan referandumunda, daha pişkin biçimde oynadı.

RTE, doğrusunu söylemek gerekirse, 24 Haziran seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun iktidardan ayrılmayacağını açıkça ilan etmiş halde. “Seçimi kaybederseniz ne yapmayı düşünüyorsunuz” minvalindeki bir soruya, “köşemize çekiliriz” demiyor; “A,B,C planlarımız var” yanıtını veriyor.

Zaten dinci faşist iktidarın içinden gelenler de, örneğin Abdullatif Şener, RTE’nin kaybetse de iktidarı bırakmayacağını, “Ne pahasına olursa olsun Tayyip Erdoğan, Türkiye ekonomik krizden dolayı mahvı perişan olsa bile, işsizlik ayyuka çıksa, iş adamları batsa, çiftçi açlık sınırının altına düşse bile iktidarı bırakmaz. Onun için önemli olan iktidarda kalmaktır” sözleriyle ortaya koyuyor.

Sadece o mu? Emperyalist basından Hatip Dicle’ye, oradan HDP’nin başka isimlerine kadar sayısız kişi ve çevre bu gerçeği biliyor. Ama soru ve sorun da bu noktada. Çünkü hepsi de bu seçimlerin bir tiyatrodan ibaret olduğunu bilmelerine ve dile getirmelerine karşın hiç biri, işçi sınıfına, emekçi kitlelere, ezilen halklara seçimlerin ve sonuçlarının tanınmaması çağrısını yapmıyorlar. Dinci faşistlerin iktidarı bırakmayacaklarını bilmelerine karşın hepsi de seçimlere katılmanın “faziletleri” üzerine bir çuval dolusu laf ediyorlar.

Sandık/seçim yoluyla dinci faşist iktidarı yıkabileceklerini söyleyerek, hem kendilerini hem de bu faşist iktidardan kurtulmak isteyen ezilen yoksul kitleleri, halkları aldatıyorlar. CHP ve onun başı Kılıçdaroğlu bu aşağılık görevi gönüllü üstlenmiş. Seçimlere, kazanmak için değil, RTE’nin hilelerine meşruluk kazandırmak için giriyor. Bugüne kadarki bütün seçim ve referandumlarda Kılıçdaroğlu ve partisine düşen rol buydu; önümüzdeki seçimlerde de bu olacak.

Emekçi sınıflara, yoksullara, Kürt halkına, diğer ulusal topluluk halklarına şimdiden seçimleri ve sonuçlarını tanımama, sokağa çıkma çağrısı yapmayanlar, devrim karşısında tarihi bir sorumluluk altına girmiş olacaklar. Ne müteveffa TKP’nin kılık değiştirmiş politikasından başka bir şey olmayan “AKP-MHP faşizmini geriletme” palavraları ne de başka bir bahane bu sorumluluğu ortadan kaldırır.

Leninistler, işçi sınıfını, Kürt halkını, emekçi sınıfları ve yoksul, ezilen halkları, seçimleri ve sonuçlarını tanımama; dinci faşist partinin “zaferini” ilan ettiği anda sokaklara çıkma çağrısını yapıyor. Dinci faşist iktidarı yıkabiliriz ve yıkılacaktır. Ancak bu, seçim-sandıkla değil, isyan ve ayaklanmayla olacak.

Seçimlere ve sonuçlarına bağlı kalmak, tanımak emekçilere, Kürt halkına çok daha şiddetli bir baskı ve zulüm getirecektir. Dinci faşist iktidar, ekonomik yaşamı dayanılmaz hale getirecek, yoksulluğu artıracak, sömürüyü yoğunlaştıracak politikaları; bu politikaları uygulamak için gerekli baskı ve terör tedbirlerini seçim sonrasına saklıyor.

Ama bütün bunlar önlenemez değildir. Dinci faşist iktidarın seçim-sandıkla gitmeyeceğini söylemek umutsuzluk değil; gerçeğe korkmadan bakabilmektir. Aksine, seçim-sandığa bel bağlama mezbahaya giden koyunun ruh haliyle davranma anlamına geliyor. Fakat, emekçi sınıfların, Kürt halkının ezici bir çoğunluğu böyle davranmayı kabul etmiyor; isyan ve ayaklanmacı ruh haliyle hareket ediyor.

Dinci faşist iktidarı yıkmanın tek yolu da bu. Sosyal reformistlere, onların kuyruğundan ayrılmayan oportünistlere söyleyeceğimiz şudur: Hiçbir şey bilmiyorsanız, yanı başımızdaki Ermenistan’ın burjuva muhalefetinden öğrenmeye çalışın. Dinci faşizmden kurtulmak isteyen öfkeli; isyan ve ayaklanmacı ruh haline sahip kitlelere sokağa çıkma çağrısı yapın.

Birkaç saat içinde atılan iki milyondan fazla “tamam” tweetinden, dinci faşist iktidarın bu sefer seçimle gideceği sonucunu çıkarmak ahmaklık ve halkları aldatmaktır. Buradan çıkarılacak tek sonuç, kitlelerin bu dinci faşist iktidardan ve RTE’den kurtulmak için şiddetli bir istek içinde olduklarıdır. Bu halk, dinci faşizme karşı sokağa çıkmaya, devrimci eyleme, isyan ve ayaklanmaya hazır olduğunun sinyallerini bu şekilde verdi.

Dinci faşizmin korkusu da bu. Halkların sokağa çıkmasından, seçimleri ve sonuçlarını tanımamasından korkuyor. Bu korkuyu gerçeğe çevirmenin, dinci faşist iktidarı bir devrimle yıkmanın olanak ve koşulları mevcut.

Leninistler bir kez daha, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfını, emekçilerini, Kürt halkını seçimleri ve sonuçlarını tanımamaya, dinci faşist iktidarı yıkmanın tek yolu olarak, sokağa çıkmaya çağırıyor.