Türkiye nereye gidiyor diye sorulacak olsa, herhalde en kısa ve en kestirme yanıt şu olurdu: Yakın zamanların Yunanistan’ına bakın. Orada bir kaç yıl önce ne olduysa, onu misliyle çarpın, Türkiye ekonomisinin nereye gittiğini, tam olmasa da, yaklaşık olarak anlarsınız.
Ne olmuştu Yunanistan’da bir kaç yıl öncesinde? Özetle şu: Aylık ücretle geçinen memurlar, işçiler, emekliler vb vb kesimler bir sabah aylıklarını çekmek için bankamatiklere gittiklerinde bankamatiklerde para olmadığını büyük bir dehşetle gördüler. Para yoktu, bankalar iflas etmişti; günlük dilde söylersek, bankaların kefili, Yunanistan devleti de iflas etmişti. Kasa tamtakır kurubakır durumundaydı.
Maaş alamayan, toprakla, tarımla bağı da olmayan şehirliler, mutlak bir açlıkla karşı karşıya kaldılar. Devlet, kasaya para koymak için izleyebileceği iki yolu da denedi. Birinci yolun sonucunda dolaylı-dolaysız vergilere ve zamlara yüklendikçe yoksulluk, esnaf gibi ufak sermaye sahiplerinin iflası, evsizlik, işsizlik bir kaç ay içinde çığ gibi büyüdü. Bütün bunları isyan ve ayaklanmalar izledi.
İkinci yol daha beterdi. Para muslukları Almanya ve diğer Avrupalı emperyalistlerin ellerindeydi. Onları çağırdı Yunan Hükümeti. Onlar da ellerinde “yapılacaklar” listesiyle geldiler. Listede, memur sayısının azaltılması, vergilerin artırılması, tüketimin kısılması, harcamaların kendi kontrollerinde yapılması gibi diz çöktürme planına uygun maddeler vardı. Yunan hükümeti hepsini kabul etmek zorundaydı; etti.
Türkiye tekelci kapitalist ekonomisi şimdi, yokuş aşağı giden, freni patlamış kamyon gibi, bu noktaya hızla gidiyor. Bunu ne dinci faşist iktidar ne de başka herhangi bir gerici burjuva iktidar önleyebilir. Çünkü bu kriz, Türkiye kapitalizminin yapısal bunalımının bir sonucudur.
Bu sonuç şimdiye kadar dinci faşist iktidar tarafından, emperyalistlerin bol kredi desteği, gerici Arap devletlerinin çuvallarla gönderdikleri dolarlar, kara para aklama ve akla gelebilecek her yöntemle elde edilen paralar sayesinde ertelenebilmişti. Ama nereye kadar? Taşıma suyla değirmen bir yere kadar dönebilirdi; sonrası malum, değirmenin suyu çarkları çevirmeye yetmez oldu. İşte şimdi o noktadayız.
Emperyalist finans kuruluşları, Türkiye için alarm zillerini çalıp duruyorlar. İflas süreci başladı. Bankalar ve devletin kendisi yakın takibe alınmış durumda. İflaslar en tepeden ve dinci faşist iktidara en yakın büyük holdinglerden başladı. Esnaf ve küçük köylü zaten nefesi kesilmiş vaziyette. Şimdi sıra, kredi ile ev, araba alanların; bankalara borçlu olanların eldekini avuçtakini kaybetmelerine gelmiş.
İthalatın duracağı, ithalata bağımlı sanayinin, yani fabrikaların çalışmayacağı, dolayısıyla işçilerin sokağa atılacağı günlerin arifesindeyiz. Türkiye, biçim yönünden benzer günleri 78’li yıllarda Ecevit döneminde yaşamıştı. Tüpgazda bir bidon benzin için saatlerce kuyrukta beklenen günlerdi. Ama aynı dönem grev, gösteri, devrimci kitle eylemlerinin, öğrenci hareketinin dev dalgalar halinde geliştiği günler oldu aynı zamanda. Ama bu günle o dönem arasındaki önemli fark şuydu: Tekelci kapitalistler ve onların örgütü TÜSİAD, o dönem sömürüyü yoğunlaştırması, emperyalist sermaye ile bütünleşmeyi derinleştirmesi konusunda Ecevit hükümetini sıkıştırıyor; dahası hükümeti daha saldırgan bir hükümetle değiştirmeye çalışıyordu. Türkiye tekelci kapitalist yapının önünde hala alabileceği bir yol vardı.
Şimdi tekelci kapitalist ekonomi iflas ediyor. Sokakların işsizlerle dolacağı, memur ve emekli aylıklarının ödenemeyeceği, fabrikaların üretimi durduracağı, temel maddelerin ithal edilemeyeceği, mağaza ve dükkanların önünde kuyrukların alıp başını gideceği; tarımla, köyle, toprakla bağı olmayanların mutlak açlıkla karşı karşıya kalacağı günler kapıda.
İşçi sınıfı ve diğer emekçiler, Kürt halkı, gençlik bütün bunları “tevekkül” içinde karşılamayacak elbet. Arkalarında uzun bir mücadele deneyimi biriktiren devrimin toplumsal güçlerinin bütün bunlara çaresizce katlanacağını kimse düşünmemeli. Faşizme ve kapitalizme karşı mücadelenin, isyan ve ayaklanmaların dev dalgalar halinde gelişeceği günlerin arifesindeyiz. Açların isyan edeceği, marketleri yağma edeceği, fabrikaların, okulların işgal edileceği, esnafın ayağa kalkacağı, gösteri, isyan ve ayaklanmaların birbirini izleyeceği günlerin eşiğindeyiz. Ve en önemlisi, seçim sonuçları ne olursa olsun, hangi gerici burjuva hükümet kurulursa kurulsun, bunların önüne geçemeyecekler.
Şu noktanın altını çizmek gerek: Biçim olarak benzese de, önümüzdeki süreç geçmişin, 78’li yılların basit bir tekrarı biçiminde gerçekleşmeyecek. Daha derin, daha yıkıcı, işçi sınıfı ve devrim güçlerinin zafere daha yakın oldukları bir gelecek bizi bekliyor. Nedeni basit, 78’lerden bu güne uzun bir zaman geçti ve bu zaman aralığında ne tekelci kapitalizm o eski durumunda ne de başta işçi sınıfı ve Kürt halkı olmak üzere devrimin toplumsal güçleri eskisi gibiler. Hepsi de devrimin lehine olmak üzere, o günden bu güne özsel pek çok değişim, sayısız gelişme yaşandı.
Atın dört ayağını nallamanın zamanı.