< < DEVRİME DOĞRU!

Geminin su almaya ve batmaya başladığı farelerin telaş, panik içinde, alalacele gemiyi terketmeye başlamalarından anlaşılır. “Batmakta olan gemiyi önce fareler terk eder” sözü buradan gelir.

Son günlerde tekelci kapitalist düzeni bir gemiye benzeten bizzat burjuva sınıfın temsilcileri oldu. Onlar, adını koymadan, burjuva düzeni bir gemiye benzeterek, “hepimiz aynı gemideyiz” sözüyle, bir yandan geminin batmakta olduğunu dolaylı olarak itiraf ediyorlardı, diğer yandan da emekçi sınıfları korkutarak “fedakarlık” yapmaya yani, baskı ve sömürüye, zamlara, boyun eğmeye, eylem, isyan, ayaklanma gibi eğilimlerden uzak tutmaya çalışıyorlardı.

Sadece bu da değil. MHP’nin başındaki faşist, ayaklanmaya, isyana kalkışacak emekçi sınıfları, ezilen halkları, devrimci güçleri, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni berhava etmeyi amaçlıyorlarsa, 12 Eylül öncesi şartları bu mankurtlara ikazla hatırlatmayı tarihi bir görev addederim. Fransa’yı baştan ayağa saran ve diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan sarı yelek terörüne özenen varsa, bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerini de şimdiden ifade etmek isterim. Sarı yelek giyen çıplak yatmayı göze almalıdır. Bu işin şakası yoktur. Mesele beka meselesidir. Mesele Türkiye meselesidir.” sözleriyle açıkça tehdit etmeye kadar vardırdı. Egemen sınıfın, onun politik güç ve temsilcilerinin korku, panik ve telaşını bundan daha iyi gösterecek söz bulunmaz.

Evet, tam da faşist Bahçeli’nin söylediği gibi, “bu işin şakası yoktur”, “Mesele beka (varlık-yokluk) meselesidir”.

Sömürücü sınıfın borazanlarının bu çabaları bir yana, tekelci kapitalist düzenin, politik, askeri, eğitim vb kurumları dahil, bütün kurum ve kuruluşlarıyla batmakta olduğu kesindir. Bu gözlem ve değerlendirme artık emperyalist basın ve çevreler tarafından da dile getiriliyor ve tekelci burjuva düzeni bekleyen tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekmeye çalışıyorlar.

Emperyalist çevreler, emperyalist kapitalist sistem zincirinin önemli halkası durumundaki Türkiye’nin içinde bulunduğu “Çöküş/yıkım” tehlikesinin boyutlarını sermaye kaçışı ve beyin göçü istatistiklerine bakarak anlamaya çalışıyorlar. Örneğin, bir haber sitesi, Sabancı ailesinden bireyler “liste başı” olmak üzere kalburüstü zenginlerin, burjuvaların Malta başta olmak üzere başka ülke vatandaşlığına geçişlerini haber yapmış. Sabancı ailesinden bireylerin tepede yer aldığı listede kimler yok ki! Ünlü ilaç şirketi Abdi İbrahim’in sahiplerinden tutalım da, Esas Holding’in sahiplerine kadar uzun bir liste.

Servetleriyle birlikte Malta devleti vatandaşlığına geçen bu burjuvaları, örneğin, Hollanda ve başka emperyalist ülkelere “sürüler halinde” gerçekleşen “beyin göçü” eşlik ediyor. Hollanda Göç Ve Vatandaşlık Kurumu (IND)’nin verdiği bilgilere göre, “2016 yılında Türkiye'den 540 kişi beyin göçü kapsamında Hollanda'ya gelirken, 2017'de bu sayı 780'e çıktı. 2018'in ilk 11 ayında ise Türkiye'den 1020 yüksek eğitimli Hollanda'ya iş başvurusu” yapmış.

Küresel Varlık Göçü İncelemesi’nin (Global Wealth Migration Review) Türkiye’ye ilişkin verdiği “2016 ile 2017 yılları arasında, Türkiye’nin varlıklı diliminin yüzde 12’sine denk gelen, en az 12 bin dolar milyoneri, servetini yurt dışına aktardı” bilgisini verdikten sonra Amerikan NewYork Times gazetesi ortadaki tabloyu şu sözlerle özetliyor: “Eğer tarihte, ülkelerin yaşadığı önemli yıkımlara bakılırsa, bu yıkımların öncesinde varlıklı insanların o ülkeden göç ettiği görülür.”

Emperyalistler buna “yıkım” diyor; sınıf savaşındaki doğru kavram ise “devrim”dir. Onun için NewYork Times’ın dilindeki “yıkım” kelimesini biz rahatlıkla “devrim” olarak çevirebilir ve anlayabiliriz. Yani, büyük burjuvaların ve orta sınıfların eğitimli kesimlerinin Türkiye’den “sürüler halinde” (Bu kavram NYT’a ait) kaçışı tarihte yaşanan bütün devrimlerin öncesinde görülen bir durumdur.

Devrim öncesi bir durum yaşanıyor. Ekonomik ve politik kriz devrimi güncel/pratik sorun haline getirdiği gibi devrimin toplumsal tabanını da genişletiyor. “Beyin göçü” olarak tanımlanan, orta sınıfların eğitimli kesimlerinin bir kısmının çareyi emperyalist ülkelere kaçışta bulması, bir toplumsal kesim olarak “orta sınıf”ın tümünün kaçtığı anlamına gelmiyor. Aksine, bu gösterge, orta sınıfların ekonomik olarak çöküş ve panik içinde olduğunu, küçük bir kısmı kurtuluşu kaçışta bulurken ana gövdenin giderek proletarya saflarına yaklaştığını ve tekelci kapitalizme, onun politik iktidarına, yani dinci faşist iktidara ve faşist devlete karşı mücadele eğilimi içine girdiğini gösterir.

Orta kesimlerin ekonomik durumu çok hızlı biçimde dibe vuruyor. Organize Sanayi Bölgelerinde faaliyet gösteren küçük ve orta boy işletme sahibi küçük kapitalistleri bu kategorinin tipik temsilcileri olarak ele alırsak, bunların çok hızlı ve büyük bir çöküş içinde olduklarını, korku, tedirginlik ve panik olarak tanımlanabilecek bir ruh haline girdiklerini, çıkış yolu bulmak için toplantı üzerine toplantı düzenlediklerini biliyor/görüyoruz. Özel olarak dinci faşist iktidarın, genel olarak karşı-devrim cephesinin toplumsal tabanı daralırken, devrimin toplumsal ordusu genişliyor.

Derin bir gelecek kaygısı yaşayan işçiler, emekçiler, gençlik huzursuz, öfkeli, tedirgin. Şimdi bunlara küçük ve orta boy işletme sahipleri, bu işletmelerde çalışan yüzbinlerce işçi, bu işçilerin aileleri, küçük dükkan sahibi, küçük tarlasını kaybetme kaygısı yaşayan küçük köylü, küçük üretici, tarım emekçisi eklenmiş durumda. Bütün bu toplumsal kesimlerin yaşadığı kaygı, korku, tedirginlik, gerilim ve öfke sizinle konuştuklarında anında hissediliyor.

Çıkışsızlık duygusu bütün bu kesimleri geriyor ve bu gerilim bir patlamayı bir an meselesi, bir bahane meselesi haline getiriyor. Organize Sanayi Bölgelerinde, inşaatlarda, fabrikalarda çalışan genç işçiler arasında militan, gözünü budaktan sakınmayan bir ruh hali yayılıyor.

Ortam bir kıvılcımla tutuşmaya hazır bir bozkıra dönüşmüştür. Leninistler, emekçi sınıflara, ezilen halklara, işçi gençliğe giderek ve onlarla canlı, somut ilişkiler kurarak tekelci egemenlik bir devrimle yıkılmadan yaşamsal sorunlarının hiç birinin çözülemeyeceğini anlatmalılar. Bütün yaşamsal sorunların çözümü için atılması gereken ilk adım tekelci burjuva egemenliğin bir devrimle yıkılması ve yerine devrimci-demokratik bir iktidarın kurulmasıdır. Bunun dışında hiç bir gerçek çözüm yoktur.

Devrimin kaçınılmazlığını, gerekliliğini, zorunluluğunu; devrimin artık pratik, güncel bir mesele haline geldiğini ve kapımızı çalmakta olduğunu anlatmak günümüzün acil görevidir. Bu görevi sadece ve sadece Lenininistler yerine getirebilir.