Demagoji yapmak, yalan söylemek, gerçekleri tersyüz göstermek faşizmin karakteristik özelliğidir. Mussolini ve Hitler’den, hatta biraz daha gerilere gidersek, 1923 Bulgar faşizminden beri bu böyledir.
En bilinen örnek Hitler’dir. Tekelci kapitalizmin gırtlağına kadar halkların kanı içinde yüzen bu diktatörü, faşist diktatörlüğünü emekçi sınıflara kabul ettirmek için, “nasyonal sosyalizm” kavramıyla ambalajlayıp böyle tanıtmakta bir sakınca görmedi. Oysa onun, yani Alman faşizminin varlık nedenlerinin başında sosyalizmi, Sovyetler Birliği’ni yeryüzünden silmek geliyordu. Bilinenin aksine, Hitler faşizminin, aynı anlama gelmek üzere, Alman faşizminin varlık nedeninin başında emperyalistlerle hesaplaşma gelmiyordu. Bu, ikinci dereceden bir nedendi.
Türkiye’nin halihazırdaki dinci faşizmi dahil, Hitler ve Mussolini’yi takip eden tüm faşist diktatörlükler biçimde farklılıklar gösterseler de özde aynı yöntemi, yalan, demagoji, hile, gerçekleri ve amaçlarını tersyüz gösterme politikasını izlemişlerdir.
Afrin’in işgali harekatına “Zeytin Dalı” adı verilmesi bunun son örneği idi. Bu son örneği şimdi, “Barış Koridoru” adıyla Rojava ve Suriye topraklarının işgali izleyecek gibi duruyor. Dinci faşizmin hazırlıkları bu yönde. Rojava ve Suriye topraklarını işgal etmek için ABD ile hazırlıklarını, “İşgal Harekat Merkezi” kuracak noktaya getirmiş durumda.
Faşist devletin ABD ile vardığı “Güvenli Bölge-Barış Koridoru” anlaşmasıyla ne yapmak istediği iyi ve doğru anlaşılmalıdır. Türkiye’nin yapmak istediği şey gerçekte son derece açık: Bölgeyi önce işgal etmek, sonra da demografik yapısını değiştirip el altında tuttuğu dinci katil sürülerini işgal edeceği topraklara “buranın yerlileri” bahanesiyle yerleştirerek ilhak etmektir.
Bunu gerçekleştirmek, dinci faşist iktidar ve faşist devletin amaçları açısından sadece başlangıçtır. Türkiye’nin gerçek amacı eski Osmanlı toprakları sınırlarına, daha doğru söylemle “Misak-ı Milliye”ye ulaşmaktır. Bu anlamda sadece Rojava’yı değil, Güney’i ve Kuzeyi ile tüm Kürdistan’ı işgal ve ilhak etmek onun başlıca hedefidir. RTE’nin “Ağustos zaferlerimize bir yenisini ekleyeceğiz” sözünden bu anlaşılmalıdır. Başarıp başarmayacağı ayrı bir mesele; ama amacın, niyetin, hedefin bu olduğu kesin.
Meselenin özü böyle anlaşılınca Türkiye’nin amacının en azından Rojava topraklarına bir şekilde ayak basmak, sonra da fiili durumlar yaratarak hakim olduğu alanı genişletmek olduğu görülecektir. Faşist devlet açısından şimdilik bütün sorun Rojava topraklarına ayak basmaktır. ABD ile varılan anlaşma ve uzlaşma görüşmeleri, faşist devlete bu yolu açıyor.
Bu konuda ABD’ye, onun verdiği güvencelere, sözlere inanıp güvenmek, yapılabilecek en büyük hatadır. ABD için temel sorun, Ortadoğu’ya ayağını sağlam basacağı bir zemin yakalamak; İsrail’in güvenliğini sağlayacak koşulları oluşturmaktır. Bunun Türkiye ya da başka bir güç eliyle sağlanmış olmasının bir önemi yoktur. Bu nedenle, ABD ve diğer emperyalistlerin Kürt halkını Türkiye’nin saldırganlığına karşı sonuna kadar koruyacağını sanmak ölümcül, geri dönüşü olmayan bir hata olur. Türkiye’nin Rojava topraklarını işgali aynı zamanda, bu toprakların da ABD ve NATO sınırlarına dahil olacağı anlamına gelir. Bu anlamda, Türkiye ile ABD arasında çıkar çatışması değil, çıkar birliği var.
ABD ile Türkiye arasında varılan anlaşma, ayrıntılar bir yana, Türkiye’nin Rojava işgaline ABD’nin prensip olarak karşı olmadığının en büyük kanıtıdır. İki devlet arasındaki tartışmalar, işgalin kendisine değil, ayrıntılarına ilişkindir.
Türkiye, işgal ve ilhak peşinde; kimse bundan kuşku duymamalı. İşgal ve ilhak politikası izleyen bir devlet, “Uzlaşma” ve “Barış” çağrılarıyla; kendisine yönelik bir tehdit olmadığına inandırmaya çalışarak bu politikadan vazgeçirilemez. Aksine bu tür çağrılar, dinci faşist iktidara ve devlete cesaret vermekten, onu daha saldırgan yapmaktan başka bir işe yaramaz. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Hitler, bu konuda başlı başına bir örnektir. Tüm “barış” ve “uzlaşma” çağrılarına rağmen Afrin’in işgali son canlı örnektir.
Faşizmle anladığı dille konuşmaktan başka yol yok. Bu yol ne kadar zorlu ve acılarla döşenmiş olsa da gerçek budur. Faşizmin anlayacağı dil, devrimci mücadelede kararlılıktır. Faşist saldırganlığa, savaş tehditlerine silahla karşı koymaktır.
Faşizmin işgal ve ilhakı önlenemez mi? Elbette önlenir ve önlenmelidir de. Ama burada dayanılması, güvenilmesi gereken güç, başta ABD olmak üzere, kendileri de işgalci ve ilhakçı olan emperyalist güçler, bölgenin gerici devletleri değil, Rojava emekçi sınıflarının devrimci mücadele gücüyle Ortadoğu’nun emekçi halklarıdır.
Emperyalistler, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi faşist, gerici devletler tarafından dinci faşist katil sürüleri eliyle Suriye’nin işgali, halkların mücadele birliğiyle engellendi. Başta Suriye ve Rojava emekçi sınıfları, ezilen halkları olmak üzere, Ortadoğu’nun tüm halkları mücadele birliği içinde bu gerici faşist devletlerin Ortadoğu’yu egemenlik altına alma planlarını bozguna uğrattılar.
Dayanmamız, güvenmemiz ve temel almamız gereken güç budur; halkların mücadele birliğidir. “Demokratik Suriye-Özgür Rojava” Ortadoğu’da halkların mücadelesini ileriye taşıyacak slogandır.
Bu sloganın ete kemiğe bürüneceği; pratik biçimler alacağı koşullar, bugün fazlasıyla mevcut. Gerici Baas rejimi, emperyalistlerin, Türkiye’nin ve bölge gerici devletlerinin saldırıları altında varlığını korumak için Suriye’nin demokratikleştirilmesi ve Rojava’nın özgürleştirilmesi mücadelesine karşı koyacak durumda değil.
Bu nedenle, bu temel talep temelinde, Türkiye’nin “Barış Koridoru” adı altında ABD’nin de onayını alarak, Rojava topraklarını işgal ve ilhak etmesi önlenebilir, önlenmelidir. Afrin’in tekrarına izin verilmemelidir.
Türkiye emekçi sınıfları ve devrimci güçleri, hazırlığı yapılan işgal ve ilhak savaşının gerçeğe dönüşmesi durumunda “kendi” hükümetinin yanında değil, karşısında olacak; bu savaşa tüm gücüyle karşı koyacaktır. Bu nedenle, faşist devletin cephe gerisi, hiç de sandığı gibi, “güvenli bölge” olmayacaktır.
“Barış Koridoru” tülüyle gerçek yüzü gizlenmeye çalışılan bu savaş her şeye rağmen patlak verirse Türkiye ve Kürdistan’ın emekçi halkları ortaya çıkacak koşullardan dinci faşizmi, onun devletini yıkmak ve emekçi halkların devrimci iktidarını kurmak için yararlanmaya bakacaklar. Dinci faşist iktidarı, Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan etmenin yolu budur; uzlaşma ve barış çağrıları yapmak değil.
Rojava, Kürdistan ve Türkiye halkları, mücadele birliği halinde dinci faşizme karşı savaşma kararlılığı içindeler. Devrimci politik güçler, taktik ve politikalarını bu toprakların emekçi halklarının bu devrimci eğilimlerine dayandırmalılar.