Malum olan ilan edildi: ABD’ Suriye’nin kuzeyinde -şimdilik- bazı noktalardan çekileceğini resmen açıkladı ve dahası çekilmeye başladı. İleride, tam kesin olmasa da, Suriye’nin tüm topraklarından çekilebileceğini de ilan etti.
ABD, bununla kalmadı, Türkiye’nin girişeceği işgal harekatında SDG’yi korumayacağını, onun yanında yer almayacağını da açıkladı. Bunun anlamı açık: ABD, Türkiye ile PYD-YPG arasında tercih yapmak durumunda kalınca PYD-YPG’yi satışa getirdi; sattı ve Türkiye’nin önüne koyup bıraktı.
Bu “satış” emperyalizmi, emperyalist politikaları bilenler için sürpriz olmadı. Aksine, bu, beklenen bir satıştı ve Leninistler, bu “satış”ın er geç gerçekleşeceğine uzun süre önce işaret etmişlerdi. Leninistlerin yaptığı kahince bir öngörü değil ama emperyalizme, emperyalist politikalara, emperyalist pratiğe ilkeli, bilimsel, günlük gelişmelerin baskısından uzak yaklaşımın sonucuydu.
ABD, diğer emperyalist güçler ve onların güdümündeki BM (Birleşmiş Milletler), Türkiye’nin işgaline oldu-bitti gözüyle bakıyor, hazırlıklarını buna göre yaptıklarını ilan ediyorlar.
Bu, büyük bir aldatmacadır, Türkiye’nin işini kolaylaştırma amaçlı moral bozma operasyonudur. Türkiye’nin, ABD’nin açık-gizli desteğiyle işgale hazırlandığı bir gerçektir; ama her şey olup bitmiş değildir; bu işgal önlenebilir ve önlenmelidir de.
Bunun yolu, Leninist Parti’nin haftalar önce açıkladığı gibi, Kuzey Suriye yönetimi-Suriye devleti arasında görüşme yapılmasından ve bu görüşmelerden işgali önleyecek bir sonuçlara ulaşmaktan geçiyor.
Elbette, Suriye’nin ilhakçı bir devlet olması, bu konuda sonuca ulaşmada zorlaştırıcı bir faktördür. Ancak, Suriye’nin içinde bulunduğu koşullardan dolayı, bu ilhakçı devletle varılacak bir anlaşma, her durumda Türkiye’nin işgalinden on defa, yüz defa yeğdir. Afrin, Türkiye’nin işgalinin ne anlama geldiğini ve ne gibi sonuçlara yol açacağını gösteren canlı bir örnektir. Daha önemlisi, Türkiye’nin şimdiki işgaliyle hedeflediği, Afrin işgalinden çok daha beterdir. İşgal edeceği toprakların demografisini değiştireceğini, “bahçeli evler” kuracağını, dinci faşist çeteleri aileleriyle birlikte işgal topraklarına yerleştireceğini BM kürsüsünden ilan etti. Türkiye’nin amaçlarını görmek için daha ne lazım!
Arima-Menbiç konusunda Suriye devletiyle varılan anlaşma, Türkiye’nin eli kulağında bekleyen işgal harekatını önlemede örnek teşkil edebilir. Bu, Türkiye’nin işgalini önlemede atılabilecek acil adımdır. Kürt halkının kazanımlarının korunması ve Suriye’nin demokratikleştirilmesi için yapılacak görüşmeler için gerekli zaman da böylece kazanılmış olacak.
Türkiye, Suriye ve Rojava topraklarına geçici bir işgal için değil, işgal ve ilhak için girmek istiyor. Amaç, işgal ve arkasından ilhaktır. Hali-hazırda işgal ettiği toprakları ilhak etmenin hazırlığını dünyanın gözü önünde yapıyor. İlhak süreci, işgal edilmiş topraklarda üniversite açacak kadar ilerlemiş durumda.
ABD ve diğer emperyalistlerin bu işgal ve ilhak planına itiraz edeceklerine sadece ahmaklar ve iflah olmaz Amerika-severler inanabilirler. Halkların kanına batmış bu akbabaların bu işgal ve ilhaka bir itirazları olamaz çünkü Türkiye’nin bu toprakları kendi sınırlarına dahil etmesi, NATO üzerinden, kendilerinin de o topraklarda var olmaları demektir. RTE, BM’de işgal ve ilhak planını açıklarken bu akbabaların tekinin gıkını bile çıkarmaması bundandır.
Türkiye, emperyalist-kapitalist sistemin bir halkasıdır. Üstelik, emperyalist-kapitalist sistemin çöküş süreci Türkiye’yi, önemli halka durumuna getirmiştir. Emperyalistler, Ortadoğu’daki varlıklarını ve İsrail’in güvenliğini Türkiye üzerinden sağlıyorlar. Suriye’yi düşürebilselerdi, buna bir de Suriye’yi eklemiş olacaklardı. Plan tutmayınca ellerinde sadece Türkiye kaldı.
Bu anlamda ABD, şimdi çekilirken, gerçek bir çekilme yapmış olmuyor ama, yerine Türkiye’yi ikame etmiş oluyor.
Kürt halkının kazanımlarını ve Rojava’nın durumunu korumak, öncelikle Rojava işçi sınıfı, emekçileri yoksulları ve Suriye emekçi halklarına, onların devrimci güç ve enerjisine dayanmaktan geçer. Bu, uzun vadeli bir politika olmakla birlikte, devrimci bir gücün izlemesi gereken temel politikadır. Rojava işçi sınıfına, emekçilerine, yoksullarına dayanmak, onların çıkarlarını temel alan, en başa koyan politikalar izlemeyi gerektirir.
Emperyalistlerin, Rojava topraklarındaki varlığı sadece askeri olarak değil, sermaye gücü olarak da görülmeli. Bunun anlamı, emperyalistlerin, sermaye güçlerine dayanarak, Rojava topraklarında kendilerine bağlı bir sermaye sınıfı, bir güç oluşturmaya çalıştıklarıdır. Rüşvet, adam satın alma, paraya boğarak kendine bağlama bu yollardan bazılarıdır. Emperyalist sermayenin yarattığı/yaratacağı bu asalaklar, Rojava yoksul halklarının, emekçilerinin, işçilerinin en büyük düşmanıdır. Bu nedenle, Rojava devrimci güçleri, yoksulların, emekçilerin, işçilerin devrimci gücünü, enerjisini arkasına almak ve harekete geçirmek için Rojava topraklarını emperyalistlerden ve bu asalaklardan temizlemelidir.
Bazan bir musibet geleceğimiz kurtaracak dersler çıkarmamıza imkan sağlar. ABD ve diğer emperyalistlerin şimdiki “satış”ı işte böyle bir musibete dönüştürülebilir. Emperyalizm, hiç bir zaman bir halkın özgürlüğünden yana olmaz; olamaz. Bu onun doğasına aykırıdır. Emperyalizm, dünya uluslarını, ezen ve ezilen uluslar olarak ayırmaya; özgürlük değil, egemenlik peşinde koşmaya dayanır.
Kürdistan ve Kürt halkı bundan muaf değil.
Türkiye’nin işgal harekatı önlenebilir ve önlenmelidir. Rojava, Suriye ve Ortadoğu halkları, devrimci enerjileriyle, mücadele güçleri ve devrimci politikalarıyla bunu başaracak güç, deney ve birikime sahipler.
Dinci faşist iktidarın hevesleri kursağında kalacak!