Sahada netlik olmayınca üzerine varılacak mutabakat ya da varılacak anlaşma da kaçınılmaz biçimde muğlak olur. Böyle olunca, herkes varılacak mutabakatı, körün fili tarifi gibi, kafasındaki şablona göre değerlendirmeye, istediği yöne çekmeye başlıyor. Rusya-Türkiye arasında 22 Ekim’de varılan mutabakatın başına gelen tam da budur; herkes işine geldiği gibi yorumluyor, isteyen istediği yöne çekiştiriyor.
Bu, varılan mutabakatın geçici olduğu, güçler dengesinde ortaya çıkacak ufak bir değişikliğin bu mutabakatın sonu olacağı anlamına geliyor. Öyledir de... Soçi mutabakatı geçicidir, yeni bir sürece geçişin ara anlaşmasıdır. Rusya, bu mutabakatı Türkiye’yi durdurmak için yaptı; Türkiye, Rusya’nın izni olmadan daha fazla ileri gidemeyeceğini anladığı için kabul etti; Suriye, Türkiye’ye karşı koyacak gücü toparlayacak zamanı kazanmak için sesini çıkarmadı; Kürt halkı, yerinden-yurdundan, canından-malından, toprağından edilme endişesini ortadan kaldırdığı için sevinçle karşıladı.
Tüm muğlaklığına rağmen, bazı net sonuçları da mutabakatta görmek mümkün. Bunların başında Türkiye’nin saldırganlığının durdurulması geliyor. Türkiye, Soçi Mutabakatıyla durdurulmuştur ve aslında Suriye’de izlediği işgal ve ilhak politikasının hem iflasını hem de tersine dönüşünü ilan etmiştir. Türkiye’nin Suriye/Rojava topraklarından atılma süreci esas itibariyle başlamıştır. Bu durum kesinleşmiştir; kesinleşmeyen şey, zamanlamadır.
Kesinleşen ikinci bir nokta, ABD emperyalizminin Suriye’den çekilme sürecinin gerçek anlamıyla başladığıdır. Daha önceki yazımızda “ABD’nin Suriye’de yapabilecekleri artık sınırlıdır” demiştik. “Soçi Mutabakatı” ve hemen öncesindeki gelişmeler bunu teyit etmiştir. Gerisi zaman meselesidir.
Bir başka kesinleşen nokta, Suriye/Rojava sınırlarının, şimdilik, Suriye ordusu tarafından korunacağıdır. Bunun önemi, Tel Abyad-Serakaniye dışında, Türkiye’nin Rojava halklarına saldırganlığının önüne geçilmiş olmasıdır. Türkiye’nin işgalinin durdurulması Rojava halkları bakımından yaşamsal önemdeydi. Çünkü, TEV-DEM Yürütme Kurulu üyesi ve etkin isimlerinden biri olan Aldar Xelil’in sözleriyle söyleyecek olursak:
“Türkiye işgal ettiği zaman Suriye parçalanıyor. Ülkemiz işgal ediliyor. Bölgemiz IŞİD’in eline geçiyor. Suriye rejimi askeri olarak bölgeye geldiği zaman sorun demokratik Suriye sorunu olacak. Suriye anayasası gibi iç sorunlar olacak. Ama Erdoğan’ın gelmesi farklıdır. Erdoğan’ın gelmesi Suriye’nin parçalanması anlamına geliyor.”
Ve Türkiye, İşgal-İlhak harekatını durdurmak zorunda kalmıştır. Şimdilik, Tel Abyad’ı ve Serakaniye’yi elinde tutması bu gerçeği değiştirmiyor. Aldar Xelil’in bakış açısının Rojava emekçi sınıflarının, yoksul halklarının duygu ve düşüncelerini yansıttığından kuşku olmamalı. İşgal ve katliam tehdidi altındaki bir halk başka türlü düşünemez.
Öyleyse şimdi, Soçi Mutabakatı’nı bir başka noktanın önündeki engelleri kaldırmıştır. Aldar Xelil’in sözlerinin satır aralarında gizli olan nokta şudur: İşgal tehdidi savuşturulduğuna göre, bundan sonra Rojava halkları için sorun “Demokratik Suriye sorunu olacak”.
“Demokratik Suriye” sorunu, sadece Rojava halklarının değil, tüm Suriye halklarının sorunudur ve bu sorun her şeyden önce, Kürt ulusunun tam hak eşitliği temelinde, demokratik haklarını eksiksiz bir şekilde tanıyacak “Devrimci Demokratik İktidar” sorunudur. Dişleri çekilmiş, pençeleri sökülmüş bu mevcut iktidar, içinde bulunduğu koşullardan dolayı, Kürt ulusunun kimi ulusal haklarını tanıyacak olsa bile, burjuva karakterinden ötürü, bu haklar kırık- dökük, bölük-pörçük, sağından solundan kırpılmış haklar olacaktır.
Leninist Parti, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’yle aylar öncesinde yaptığı ortak açıklamayla “Kürt ulusunun tam hak eşitliği temelinde demokratik haklarının tanınması Suriye halklarının emperyalizme-siyonizme-gericiliğe ve işgale karşı ortak mücadelesini güçlendirece”ğine işaret etmişti. Ne var ki, Suriye’deki mevcut burjuva iktidar, en azından “kendi topraklarının” işgalden kurtarılması için bile olsa, Kürt ulusunun tam hak eşitliğini tanıma yoluna gitmemiştir. Esad’ın, son günlerde, İdlib’te yaptığı “Türkiye’ye karşı savaşacak her gücü desteklemeye hazırız” şeklindeki açıklama gerçeği değiştirmiyor.
Yine de, “Demokratik Suriye” sorunu ve bu sorunun ayrılmaz bir parçası olan, Kürt ulusunun tam hak eşitliğinin sağlanması mücadelesi, Suriye ve Rojava halklarının mücadele birliği için güçlü bir itki sağlayacaktır. Kürt halkının, Türkiye’nin işgal ettiği topraklardan atılması için, Suriye halklarıyla vereceği mücadele, halkların mücadele birliğini perçinleyecektir. Türkiye’nin işgalini durduran “Soçi Mutabakatı”yla, bu yol ardına kadar açılmıştır.
Demek oluyor ki, “Soçi Mutabakatı” Türkiye’nin dolaylı biçimde işgal ettiği İdlib’ten ve doğrudan işgal ettiği Afrin, El Bab, Cerablus gibi topraklardan atılması meselesini gündemin ön sıralarına taşımıştır.
Esad, “Sahadaki çeşitli politik ve askeri güçler ile iletişim ilk adımımızdı ve direnecek gruplara destek sağlayacağımıza hazır olduğumuzu ifade ettik” dedikten sonra, İdlib işgalinin sona erdirilmesinin artık ön sıradaki bir mesele olduğunu şöyle ifade ediyor: “İdlib savaşının Suriye'nin tüm bölgelerindeki mevcut kaos ve terörün çözülmesinin temeli olduğunu söyledik.” (22.10. 2019)
“Sahadaki çeşitli politik ve askeri güçler” derken, Esad’ın, ilk başta PYD-YPG’yi kastettiği kuşkusuzdur. Elbette, Esad iktidarı Kürt ulusunun tam hak eşitliğinden hiç sözetmeden, YPG-SDG’yi yanına alıp Türkiye’nin işgaline karşı savaşmaya dünden hazır. Oysa işgale karşı savaşın başarısı Suriye-Rojava halklarının mücadele birliğine ve bu birliği perçinleyecek olan Kürt ulusunun tam hak eşitliğine dayalı demokratik haklarının tanınmasıdır.
Bu yol açılmıştır ve tarihin bu yönlü akışını artık hiç bir güç durduramaz.
Son bir nokta: “Dünya lideri”nin topraklarına toprak katma, “Fatih” olma hevesi kursağında; “bahçeli evler projesi” ile binlerce dinci faşist tosuncuk elinde kaldı.
İşte “Soçi Mutabakatı”nın ilk elden akla gelen sonuçları...