Dinci faşist iktidarın bir dağınıklık, keşmekeşlik, duruma hakim olamama, ne yapacağını bilememe hali içinde olduğu attığı her adımda belli oluyor. Burjuva egemenliğin en temel kurumlarını böylesine felç eden, dağınıklığın içine yuvarlayan şey, iç savaştan, birleşik devrimin gelişiminden başkası değil.
Bu ortamın son somut halini, İçişleri Bakanının istifasında gördük. “Krizi krizle örtüyorlar” gibi, her adımda RTE ve ekibine hiç sahip olmadıkları güç ve yetenek yükleyen komplo teorileri gerçek durumu gizlemekten başka bir işe yaramıyor. Gerçek durum, Bahçeli denen faşistin, SS’nin istifasını önlerken söylediği sözlerde saklı:
“Böylesi kırılgan bir dönemde İçişleri Bakanı sayın Süleyman Soylu’nun istifa niyeti sürdürülen mücadele ruhunu sekteye uğratma riski taşımaktadır. (....) Türkiye her alanda çok yoğun ve sıcak bir mücadelenin içindedir.” Bu, ifade edilmemiş bir devrim korkusudur.
Sermaye sınıfı ve onun politik güçlerinin, daha somut söylersek, dinci faşist iktidarın, faşist devletin böylesine bir devrim korkusu yaşadığı koşullarda birleşik devrim güçleri hangi talepleri öne sürmeli ve hangi politik hedefi en başa koymalıdır. Günümüzün can alıcı sorusu budur.
Sorunun yanıtını Lenin’in bir uyarısıyla vermeye başlayalım. Lenin, demokratik talepler konusunda proletaryayı şöyle uyarıyordu: “Bu taleplerin bir tanesi bile yoktur ki, belirli koşullar altında burjuvazinin elinde işçileri aldatmak için bir araç görevi yerine getirmesin.” Bu uyarı, özellikle şimdi, burjuva sınıfın ve onun politik güçlerinin devrim korkusu yaşadığı, bir devrimin koşullarının büyük bir hızla olgunlaştığı günümüz koşullarında yaşamsal bir önem taşımaya başladı.
Türkiye ve Kürdistan özelinde, sermaye sınıfı ve onun politik iktidarlarının Lenin’in uyarısını haklı çıkarmak istercesine, tek tek öne sürülen ve bir devrimin yan ürünü olarak değil, başlı başına politik hedef olarak öne sürülen “demokratik talepler”i emekçi sınıfları, proletaryayı, Kürt halkını; kısacası birleşik devrimin toplumsal güçlerini aldatmak için nasıl kullandığına dair daha önce sayısız örnek vermiştik.
Birleşik devrim sürecinin hız kazanmasıyla birlikte sosyal reformistler bir kez daha sahne önüne çıkarak öne sürdükleri “demokratik talepler”le burjuva sınıfa, dinci faşist iktidara proletaryayı aldatması için gerekli koşulları sağlamaya başladılar. Bunu göstermek için son günlerde ortaya çıkan iki somut örnek vermekle yetineceğiz. Birinci örnek DİSK’e ait.
DİSK, 14 Nisan’da yaptığı basın açıklamasıyla, esas olarak, şu istemleri öne sürüyor. “İşten çıkarmalar yasaklansın! Ücretsiz izne ve sefalet ödeneğine hayır!”
Dinci faşist iktidar, birikmiş öfkeyi az da olsa boşaltmak için işten çıkarmaları yasaklayan yasayı çıkardı; işten çıkarmalar yasaklandı. Ama nasıl? İşçiyi evdeki bulgurdan da ederek. Gelin bunu sosyal reformist bir partinin açıklamasından okuyalım:
“Taslakta, işten çıkarmanın yasaklanması ücretsiz izin düzenlenmesi ile göstermelik hale getirilmekte; işverene tek taraflı işçiyi ücretsiz izne çıkarma yetkisi verip, işçinin ücretsiz izin nedeniyle sözleşmeyi fesh etme hakkı da elinden alınmaktadır” Daha sonra bu taslak aşağı yukarı olduğu gibi yasalaşıyor. Bu yasada işçi sınıfının durumunu kötüleştiren daha pek çok madde var hepsini vermeye yerimiz müsait değil. Söylenecek son bir nokta, açıklamayı yapan sosyal reformist partinin de “işten çıkarmalar yasaklansın” talebini bayrağına yazdığıdır.
İkinci örneğimiz zindanlarla ilgilidir. Biliniyor, COVİD-19’un yayılmasıyla birlikte zindanlar da gündeme geldi ve büyün bu sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal tayfa hemen “mapuslar serbest bırakılsın” kampanyasına başladılar.
Dinci faşist iktidar, bu tayfanın bir dediğini iki etmedi, hemen bir “infaz yasası” hazırladı ve toplumun birikmiş baskısını hafifletecek adımı attı. Ama nasıl? Katilleri, hırsızları, ipten-kazıktan kurtulmuşları, mafya elemanlarını, uyuşturucu satıcılarını vb vb doksan bin kişiyi serbest bırakacak şekilde... Dahası, doksan bin kişinin ve çevresinin desteğini kazanacak şekilde..
Oysa Leninist Parti, defalarca, 70’li yıllardaki “TKP’ye Özgürlük” ve “141-142. Maddeler Kaldırılsın” talebinden, “Sıkıyönetim Mahkemeleri Kaldırılsın”, arkasından “DGM’ler Kaldırılsın”, “YÖK Kaldırılsın” gibi taleplerin politik hedef olarak işçi sınıfının, devrimin politik güçlerinin önüne konulmasının burjuvaziye yaradığını; burjuvazinin bunları kullanarak emekçi sınıfları, Kürt halkını aldattığını, “Bilal’in anlayacağı” dille anlatmıştık. Çünkü demiştik, bu talepler, düzenin yırtığını-söküğünü onarmaya yarayan, düzenin kendini toparlamasına yardımcı olan taleplerdir. Bunlar, anlık geçici başarılar uğruna, yani bir tas çorbaya devrim hakkını satmak anlamına gelen taleplerdir.
Proletaryanın, ezilen halkların, emekçi sınıfların tam kurtuluşuna bağlı kalmanın koşulu, tam demokrasiyi, halkın örgütlenmiş egemenliği olan devrimci demokrasiyi savunmak; politik iktidarın bir devrimle fethini birinci temel hedef olarak birleşik devrimin toplumsal güçlerinin önüne koymaktır. Başka bir anlatımla: Bütün İktidar Emeğin Olmalı. Bu olmadan, politik iktidar bir devrimle emekçi sınıfların, ezilen halkların eline geçmeden birleşik devrimin toplumsal güçlerinin yaşamında hiç bir gerçek ilerleme, hiç bir gerçek iyileşme sözkonusu olmayacaktır.
Sermaye sınıfının ve onun politik güçlerinin demokrasi mücadelesinde emekçi sınıfları aldatmasının önüne geçmenin tek yolu, gerçekleştirilmeleri bir devrimi ya da bir dizi devrimi gerektiren talepler öne sürmek, proletaryanın, ezilen halkların önüne bunları koymaktır. Ancak böylesi talepler proletarya ve müttefiklerini kapitalizmden sosyalizme götürecek köprü görevi görebilirler. Bu taleplerin bir kısmı burjuva egemenlik yıkılmadan önce, bir kısmı burjuva egemenlik yıkılırken, bir kısmı da burjuva egemenlik yıkıldıktan sonra gerçekleşebilecek taleplerdir.
Türkiye ve Kürdistan özgülünde nedir bu talepler?
Birincisine ve başlıcasına yukarda değindik: Bütün İktidar Emeğin Olmalı. Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı. Bir başka ifadeyle, “Kürt Ulusuna Tam Özgürlük Hakkı”, tüm ulusal topluluk halklarına kendi kaderini tayin hakkı. Politik özgürlüğün, tam demokrasinin bir başka koşulu bu talebin gerçekleşmesidir.
Bir devrimin başladığının en açık belirtisi, Fransız burjuva devriminden bu yana, genellikle, zindanların yıkılması olmuştur. Zindanların yıkılması ve tutsakların özgürleştirilmesi, emekçi sınıfların, ezilen halkların özgürlüğünün işaret fişeğidir. Onun için, işçi sınıfının ve ezilen halkların bayraklarına yazacakları talep, “mapuslar serbest bırakılsın” gibi düzene dokunmayan; düzenin üzerindeki baskıyı hafifletmekten ve kitleleri aldatmaktan başka işe yaramayan talep değil, “zindanlar yıkılsın tutsaklara özgürlük” talebi olmalıdır.
Devlet, sermaye sınıfının ekonomik ayrıcalıklarını korumasının ve emekçi sınıfları, ezilen halkları baskı altında tutmasının aracıdır. Ordu, polis, mahkemeler ve zindanlar devlet dediğimiz sermaye sınıfının bu baskı aracının başlıca ve temel kurumlarıdır. İşçi sınıfı ve ezilen halklar bu kurumları dağıtmadan özgürlük yüzü göremezler. Bu baskı ve zor araçlarını dağıtmak özgürlüğü kazanmanın ilk koşuludur. Bu nedenle, işçi sınıfı ve ezilen halklar, demokratik talep olarak, ordu ve polisin dağıtılmasını; yerine halkın silahlı gücü olan milislerin geçirilmesini öne sürmeli; mücadele bayraklarına bu talepleri yazmalılar.
Bunlar henüz sosyalizm değildir. Bunlar toplumun salt politik yeniden örgütlenmesine; devletin yeniden örgütlenmesine ilişkin taleplerdir. Salt politik alandaki bu değişiklikler, tek başlarına, bizi sosyalizme götürmez. Çünkü “genelde sermayenin egemenliği gibi, mali sermayenin egemenliği de politik demokrasi alanındaki hiç bir değişiklikle ortadan kaldırılamaz.” Ama biliyoruz ki, emekçi sınıflar bu demokratik talepleri gerçekleştirmek üzere bir kez ayaklanmaya başladıktan sonra orada durmaz; sermayenin ekonomik egemenliğine de yönelirler. Bankalar, büyük tekeller, büyük toprak sahipliği, büyük ticaret firmaları vb vb emeğin iktidarının denetimine girer. Yaşayan tarihin diyalektiği böyle işler.
Geriye bir soru kalıyor: Ya günlük mücadelede ne yapılmalı? İşçilerin, emekçilerin, Kürt halkının, yoksulların talepleri ve mücadeleleri karşısında Leninist politika nasıl olmalı? Leninistler, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, Kürt halkının öne sürecekleri hiç bir talep ve mücadeleye kayıtsız kalamazlar. Tam tersine, gerici karakterde olmadığı sürece, devrimin toplumsal güçlerinin güncel talep ve mücadelelerinde yanlarında olmalı, onlarla birlikte mücadele etmeli, taleplerinin gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapmalılar.
Çok daha somut ifade etmek gerekirse... işten atılan, tazminatı ödenmeyen, fazla çalıştırılan, ücreti ödenmeyen işçinin, zulme uğramış köylünün, esnafın; devletin baskı ve terörüne uğramış Kürt halkının, vb vb. mücadelesinin yanında olmalı; onlarla birlikte mücadele etmekten bir an bile geri durmamalıdır. Bir Leninist bütün bunları ve burada ele alamayacağımız günlük mücadelenin akla gelebilecek her sorununda emekçi sınıfların, ezilen halkların yanında olmalı ama bütün bunların kaynağının burjuva düzen, sermayenin egemenliği, bu egemenliğin dayandığı faşist devlet olduğunu; asıl olanın bunları yıkmak ve iktidarı ele geçirmek olduğunu söylemeyi ve yukardaki talepleri öne sürmeyi bir saniye bile ihmal etmeden...
“Türkiye her alanda çok yoğun ve sıcak bir mücadelenin için”deyken, yani devrim sorunu pratik politika sorunu haline gelmişken bu Leninist politika yaşamsal bir önem kazanmıştır.
Sosyal reformist bir parti çevresinden bir profesörün, kendisinden hiç beklemeyeceğimiz, aydın saflığıyla söylediği şu sözleriyle noktalayalım:
“Şimdi çöken bu düzeni kurtarmak için öneride bulunmanın zamanı mı? Reform talepleri bilimsel olmadığı gibi ahlaki de değil. Ayrıca gerçekçi de değil!”