Türkiye'nin liberal ve uzlaşmacıları, haftalardır, hatta, diyebiliriz ki, aylardır AB devletleri, hükümet ve devlet başkanlarının toplanacağı 10-11 Aralık tarihini bekliyorlardı. Beklentileri, dinci faşist iktidarı yaptırımlarla “hizaya” getirerek “demokrasi” yoluna sokmalarıydı.
Önce her türlü yanlış anlama ihtimalini ortadan kaldırmak için şunun altını çizelim: AB ve ABD gibi emperyalistler, ekonomik, askeri, diplomatik, mali vb vb. güçlerine dayanarak bağımlı ülkelere, gerekli gördükleri zaman boyun eğdirirler. Bundan şüphe yok. Dolayısıyla, Türkiye dahil, herhangi bir bağımlı ülke hükümetinin ya da liderinin emperyalistlere meydan okumasına beş paralık prim verilmemeli.
Bu uyarımız, dinci faşist iktidarın değişik yetkililerinin, en başta da RTE'nin meydan okuma ve açıklamalarına bakarak, Türkiye'nin emperyalist amaç ve hedefler peşinde koştuğuna inanan dar kafalı uzlaşmacılara, liberallere, sosyal reformistlere ve onların etkisi altında kalan devrimci hareketleredir. Türkiye'nin emperyalist hükümetlere, ABD ve AB ülkelerine rağmen, onların bilgisi ve onayı olmadan, ne ulusal ne de uluslararası alanda ciddi bir adım atabilir.
ABD'nin ve AB'nin yani cümle emperyalistlerin çıkar ve politikalarına uygun olmayan ciddi adımlar atarsa ne olur? Onun yanıtını şu sülük suratlı James Jeffrey veriyor. Şöyle:
“Erdoğan dişinizi gösterene kadar arkasını dönmez. 2019'daki ateşkeste biz bunu yaptık. Ekonomilerini yok etmeye hazırdık. Putin de jetleri düşürüldükten sonra aynısını yaptı. Ruslar İdlib'te Türkiye'ye iki sert mesaj gönderdi. Türklerin bir taburunu katlettiler. (....) Erdoğan çok ileri gittiğinde onu gerçekten sıkıştırmaya istekli olmalısın ve bunu önceden anlamasını sağlamalısın.“
Macron, RTE ve faşist devlete ilişkin bu tespiti daha önce ve “Türkler sözden değil sopadan anlar” sözleriyle dile getirmişti.
Bu emperyalist temsilcilerin sözlerini kanıtlayan, haklı çıkaran pratikleri de gördük. Dinci faşist iktidar ve onun başı, ne zaman AB'nin yaptırım lafını duyup bunu ciddiye aldılarsa o zaman hemen pazı gösterisinden diplomasi diline döndüler. Örnekleri çok. Öncekiler bir yana, 10-11 Aralık AB liderler zirvesinden hemen önce, AB emperyalistlerinin yaptırım uygulamada ciddi olduklarını sandıkları için, Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, yelkenleri suya indirmeye hazır olduklarını gösteren şu açıklamayı anında yaptı:
“AB ile yine bir sayfa açıp AB üyeliği sürecinde ilerlemek istiyoruz”
Bunun gibi sayısız açıklama var ama bu bile dinci faşist iktidarın durumunu yeterince yansıtmaya yeter. Anlaşılan dinci faşist iktidar, kendi “geniş jeopolitik ve jeostratejik ajandasının” emperyalistlerin çıkarları açısından taşıdığı önemden pek emin değil. Oysa ABD olsun, AB olsun Türkiye'nin emperyalist-kapitalist sistemin “jeopolitik ve jeostratejik” çıkarları açısından taşıdığı önemin gayet iyi farkındalar. James Jeffrey bunu şu sözlerle ortaya koyuyor:
“Türkiye önemli bir NATO ülkesi. İran'a karşı anti balistik füze sistemimizin çekirdeği orada. Ortadoğu'da, Kafkaslar'da ve Karadeniz'de Türkiye olmadan bir şey yapamayız”
Aynı adam, Türkiye sayesinde Suriye'de Esad'ın zaferini engellediklerini, Rusya'nın ilerlemesini durdurduklarını ve İdlib'in Esad güçlerinin eline geçmesine izin vermediklerini ekliyor.
Suriye bir kenara, Ortadoğu, Karadeniz ve Kafkaslar'ın emperyalist-kapitalist sistemin çıkarları açısından yaşamsal bir önem taşıdıkları çok açık. Emperyalistler, AB, İngiltere ve ABD dahil, oradaki çıkarlarını korumayı Türkiye'ye borçlular diyebiliriz. James Jeffrey'in itirafları önemlidir.
Bu değerli itirafları şöyle de okuyabiliriz: Türkiye, Ortadoğu, Kafkaslar ve Karadeniz'de emperyalist devletlerin çıkarları için varlık gösteriyor. Aslında bu çerçeveyi Libya, Afrika'nın diğer ülkeleri, Balkan devletleri, Kosova, Afganistan'a kadar genişletmek mümkün ve genişletilmelidir.
Buradan Leninistlerin öteden beri işaret etmeye çalıştıkları bir gerçeğe ulaşıyoruz: Türk ordusu (artık buna dinci faşist çeteleri de eklemek lazım), gittiği her yere elinde kendi bayrağını götürüyorsa, arka cebinde de NATO bayrağını götürüyor. Türkiye'yi, Türkiye'nin tüm önemli askeri faaliyetlerini NATO'dan, emperyalistlerin çıkarlarından, emperyalist devletlerin en azından bir kısmının çıkarlarından ayrı düşünmek darkafalılıktır.
“Türkiye önemli bir NATO ülkesi.” Aynı zamanda Türkiye, ciddi, yıkıcı bir ekonomik ve politik krizin içinde. Bir toplumsal devrimin tehdidi altında; yarınından emin olmayan, ayaklanma, isyan ve devrimci kitle eylemlerinin sık sık yokladığı; emekçi sınıfların derin bir yoksulluk ve huzursuzluk içinde olduğu; Kürt halkının özgürlük savaşının bir türlü bastırılamadığı bir ülke durumundaki “önemli bir NATO üyesi”.
Emperyalistler, böyle “önemli bir NATO üyesi”ni toplumsal devrimin kollarına atacak ağır yaptırımlar uygulayacak kadar ahmak değiller. Onların işi bunun tersini yapmak, böyle bir ülkeyi toplumsal devrimin kollarından çekip almaktır. Tam da bu nedenle, ez azından an itibariyle, toplumsal devrime karşı en sert mücadeleyi yapan dinci faşist iktidara ve onun başına açık gizli her tür desteği veriyorlar.
Belli ki, NATO da Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının bir aptallık yapıp Türkiye ekonomisini yıkıma götürecek yaptırım kararları almasından korkmuş olmalı ki, tam zirve sırasında onlara şu mesajı gönderiyor:
“Hepimiz, farklılıklarımızı görüşebileceğimiz, olumlu yaklaşımlar arayışında olmalıyız (....) Görüş ayrılıkları var ve bunları konuşmak zorundayız. Ama aynı zamanda Türkiye’nin hem NATO hem de Batı ailesinin bir parçası olarak taşıdığı önemi kabul etmek zorundayız”
Almanya'nın Merkel'i bu “önemi” öteden beri biliyor ve kabul ediyordu. Bu yüzden Fransa ve Yunanistan'ın “sert yaptırım” önerilerine ipe un sererek yaklaşıyor, AB içinde gelişecek Türkiye karşıtı havaya sert fren görevini yapıyordu. Yalnız değildi, İtalya, İspanya, Polonya, Macaristan yardımcı kuvvetler olarak yanı başında hazır kıta bekliyorlardı.
Sonuçta “Zirve” yapıldı ve dağ fare doğurdu. Kabak, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı şirketinin iki üst düzey bürokratının başına patladı. Bunca hükümet ve devlet başkanı iki bürokrata yaptırım uygulamak için toplanmıştı!
Avrupalı emperyalistlerden dinci faşist iktidarı ve onun başı RTE'yi en azından ciddi biçimde sıkıştıracak, onu “demokratik” yönelime itecek yaptırım kararları bekleyen liberalleri, uzlaşmacıları ve sosyal reformistleri büyük bir hayal kırıklığına uğratarak bitti “Zirve”.
Umutları bir başka bahara kaldı.