HDP Eş Genel Başkanı, Mithat Sancar, Erbakan'ın gökyüzündeki atalarının yanlarına intikal edişinin 10. yılı münasebetiyle düzenlenen “anma” toplantısına katılmış. Kendini “sol” cenahta, Türkiye ve Kürdistan halklarının yanında tanımlayan bir partinin en üst düzeyde temsilcisi olmasaydı buna “keyfe keder” der geçerdik.
Ama durumun böyle olmadığını anlamak için çok şey bilmeye gerek yok. Siyasal partilerde böylesi mesaj dolu sembolik katılımlar partinin ortak kararı ya da en azından onayı ile yapılır. Dolayısıyla, baştan söyleyelim sorunumuz kişi olarak Mithat beyle değil; kişilerle de işimiz olmaz bizim. HDP'nin küçük burjuva uzlaşmacı politikalarına dair yapılması gereken sayısız eleştiriyi de, çoğu zaman, dinci faşist iktidarın HDP'ye saldırısı nedeniyle, zamanı değil diyerek, yapmadık. Kürt ulusunun “ulusal hassasiyetleri”ni göz önüne almak bizim için her zaman önemli olmuştur.
Ne var ki, Eş Genel Başkan, Mithat bey, tarihi eğip bükmeye kalkışınca ve iki ülkenin emekçi halklarının gerçek bir düşmanını allayıp pullamaya, onu bir “barış havarisi-iyilik meleği” gibi sunmaya kalkışınca susmanın, geçiştirmenin mümkün olmadığı noktaya gelinmiş oldu. Tarihi eğip bükmek olmaz Mithat bey! Doğruya doğru diyemeyeceğinizi düşündüğünüz anlar olursa, o zaman, hiç olmazsa susun, sesinizi çıkarmayın! Ama emekçi halkları, yoksul kitleleri, gençliği, kadınları aldatma yoluna, onlara sahte bilgi verme yoluna girmeyin!
Önce, baştan başa anti-komünist, şeriatçı, her iki lafından biri materyalizme sövgü olan bu adamı Mithat beyin nasıl tanıttığına bakalım. Tüm dinci faşistlerin duayeni, günümüzün dinci faşist iktidarının temellerini yaklaşık elli yıl öncesinden atan bu adam için şunları söylüyor Mithat bey:
“(o dönem...) Acılar yaygınlaşmış ama diğer yandan Kürt sorununa barışçıl demokratik çözüm arayışları da özel yoğunluk kazanmıştı. Necmettin Erbakan hocanın bu arayışlarının çok önemli ve özel bir yeri olduğunu mutlaka onu anarken hatırlamak ve hatırlatmak lazım. Bu konuda samimiyetle çaba harcıyor, cesaretli girişimlerde bulunuyordu. Erbakan hocanın Kürt sorununa yaklaşımı meseleyi diyalogla, siyasetle ve çok önemli bir husus olarak içerde, bu topraklarda, bu ülkenin kendi dinamikleri ile kardeşlik hukuku içinde çözme esasına dayanıyordu. Eğer Necmettin Erbakan hocanın o dönemki çabaları sonuca ulaşmış olsaydı, müdahale ile karşılaşmamış olsaydı şu an çok farklı bir ülkede yaşıyor olurduk.”
Erbakan'ın kim olduğuna geçmeden şunun altını çizelim: Kürt ve Türk emekçi halklarının bu yeminli düşmanının Kürt sorununa barışçıl demokratik çözüm arayışları konusunda “çok önemli ve özel bir yeri olduğu” bu konuda samimiyetle çaba harcadığı, cesaretli girişimlerde bulunduğu vb vb. laflar tümüyle palavradır. Böyle bir şey yok; bunu gösterecek en ufak bir kanıt da bulunamaz. Ama aksini gösterecek tonla kanıt var. Ona geleceğiz..
Tanımayan genç kuşaklara tanıtmak için soralım; kim bu Erbakan? Bu adamı tanımlayacak en iyi ifade, bunun anti-komünizmin Türkiye ve Kürdistan'daki cisimleşmiş hali, olabilir. Bu adam, 12 Mart askeri faşist darbesinden hemen sonra, kaçtığı İsviçre'den faşist generallerin çağrısı üzerine 1972'de Türkiye'ye dönmüş ve dinci gericiliği bir parti etrafında örgütlemeye girişmiştir. 1972 yılı önemli bir yıldır. Faşist generaller Deniz'lerin, Mahir'lerin yarattığı devrimci dalganın önüne set olabilecek şeyin dinci gericilik olduğunu görüyorlar ve Deniz'leri idam ederken onların iki ülkenin emekçi sınıflarında yarattığı muazzam etkiyi kırmak için işte bu adamı geri çağırıp ona parti kurduruyorlar.
İki ülkenin emekçi sınıflarının bu yeminli düşmanının dinci faşist dernek ve kadrolarla -İsmail Kahraman, Cemil Çiçek, Abdullah Gül, R.Tayyip E,- ile ilişkilerini bir tarafa bırakırsak, bu girişi onun için başlangıç kabul edebiliriz.
Ecevit'le kurduğu koalisyon hükümetinin dağılmasından sonra, Mithat Sancar'ın “badem gözlü” gibi gösterdiği bu adam, I. Milliyetçi Cephe faşist hükümetini Demirel, Türkeş ve Turhan Feyzioğlu -günümüz gençliği ve avukatlar bu soyadını bir yerlerden iyi hatırlayacaklar- ile birlikte kuruyorlar.
Gözleri değil ama bıyıkları “badem” motifli olan bu adam bu hükümette başbakan yardımcısı görevini üstleniyor. Peki I Milliyetçi Cephe faşist hükümetinin özelliği ne? Erbakan'a güzellemeler dizen Mithat Sancar'a biz hatırlatalım: Bu hükümetin kuruluşu gerici iç savaşın başlangıcını ifade eder. Mithat Sancar, “yaşım o dönemi hatırlamaya müsait değil” diyebilir ama bu mazeret olamaz. İnternet diye bir şey var ve artık bilgiye erişim oldukça kolay.
I. Milliyetçi Cephe faşist hükümeti bir iç savaş hükümeti olarak kuruldu. Tekelci sermaye sınıfı, özellikle gençlik ve iki ülkenin emekçi sınıfları arasından gittikçe güç ve ivme kazanan devrimci dalgayı kırmak için bu hükümeti kurdurdu. MHP'nin katil kadroları, bu tarihten itibaren, polis desteğinde sahneye çıkmaya ve devrimci gençleri katltmeye başladılar. Kerim Yaman, Şahin Aydın, Cezmi Yılmaz, Halit Pelitözü gibi daha nice devrimci genç bu dönemde katledildi. Anlayacağınız, MHP'nin Türkeşi, “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel kadar, methiyeler düzdüğünüz Erbakan'ın elleri de devrimci kanına batmış.
Ama daha bu bir şey değil. I. Milliyetçi Cephe faşist hükümeti düzenin krizine çare olamıyor. Deniz'lerin, Mahir'lerin, Sinan'ları yaktığı devrim ateşi yayılarak büyüyordu. Büyük bir devrimci kabarış vardı. Erbakan, İçişleri Bakanı yaptığı Oğuzhan Asiltürk'le devlet kurumlarını dinci faşistlerle doldururken devrimci dalga da tüm illeri; Türkiye ve Kürdistan'ın dört bir tarafını etkisi altına alıyordu.
Çok kısa süren Ecevit Hükümetin'den sonra, tekelci sermaye sınıfı II.MC faşist hükümetini kurdurdu. Bu hükümet de bir iç savaş hükümeti olarak kuruldu. Hükümet, Erbakan, Türkeş, Demirel üçlüsünün partilerinden oluşuyordu. İç savaşın resmi ilanı olarak kabul edebileceğimiz 1 Mayıs 1977 katliamı işte bu hükümet zamanında hızla faşist kadrolarla doldurulan devlet tarafından tezgahlandı. Söylemeye gerek yok, I.MC hükümetiyle sahneye çıkan faşist katiller, II.MC hükümeti zamanında tam sayısız katliam yaptılar. Öğrenci yurtlarının bu faşist katillerin kaçırdıkları devrimci öğrencileri “infaz” yeri olarak kullanmaya başlamaları yine bu hükümet; yani methiyeler düzülen Erbakan zamanında oldu.
Bu uzun bir tarih ve yerimiz bu uzun tarihi anlatmaya müsait değil. Bir makaleyle anlatılmaz. Yine de kilometre taşı olması nedeniyle bu adamın Başbakan olduğu 96 yılına çok kısa değinmekte yarar var. 90'lı yıllar Kürt halkı üzerinde baskı ve terörün katliamlar biçiminde sürdürüldüğü yıllardı. Bu biliniyor. Erbakan'ın dinci faşist hükümetinin devletin başında olduğu 96-97 dönemi bu sürecin kesintiye uğradığı bir süreç değildi. Baskı, terör ve katliam politikası Erbakan döneminde hız kesmeden devam etti. Birleşik devrim de hız kesmeden gelişmeye devam ediyordu. 96 Ölüm orucu savaşları, işte bu “barış meleği” gibi sunulan adamın başbakanlığı döneminde sürdü ve ancak onlarca devrimcinin ölümünden sonra, büyük bir toplumsal patlamadan korktukları için zindan savaşçılarının koşullarını kabul etmek zorunda kaldılar.
Doğrudur, Erbakan efendi “müdahale” ile karşılaşmıştır. Ona müdahale edenler, onu 1972'de İsviçre'den Türkiye'ye çağıran faşist generallerin takipçileriydi. Basit bir nedeni vardı müdahalenin: Erbakan efendinin REFAHYOL hükümeti de devrimci gelişmeyi durduramadı. Yoksa onun “Kürt sorununa barışçıl, demokratik arayışları” filan değildi. Tekelci sermayenin hiç bir hükümeti böyle bir arayış içinde olmadı; olamaz da. Kürt halkının aklıyla oynamayı bırakın artık. Arşivler ortada, bilgiye ulaşmak kolay. Dileyen söz konusu yılların nasıl şiddetli bir iç savaşın içinden geçtiğini arşivlerden izleyebilir.
Son bir not: Hükümetlerin politikası, başbakanların şahsi özelliklerine göre belirlenmiyor. Sınıflar savaşına ve sınıflar arası güç ilişkilerine bağlı olarak belirleniyor. Çünkü tarih, bireylerin faaliyetlerini tarafından değil, sınıf savaşımları tarafından belirleniyor. Bunu bilip söylemek için Marksist olmaya da gerek yok. Biraz bilimsel düşünce bunun için yeterli.
Ezilen, sömürülen halklara cellatlarını sevdirmek kimsenin işi olmamalı.