Hiç kimsenin -buna kavramın kendisini ortaya atanlar dahil- tanımını yapmadığı, daha doğrusu yapamadığı “demokratik siyaset” denen kavram bir kez daha kafalara kakılmak üzere piyasaya sürüldü.
Tanımı, ne olduğu belli değil ama ne işe yaradığı ve ne amaçla ortaya atıldığı son derece açık. Bu kavramla amaçlanan şey, mücadelenin zora dayalı yöntem ve araçlarını gözden düşürmek, burjuvaziye uzlaşma mesajları yollamak.
Burjuva sınıfla uzlaşma genel, soyut bir ifade olarak kabul edilebilir. Doğrudur. Güncel ve pratik anlamını ifade etmek gerekirse, bu kavram dinci faşist iktidara, faşist devlete ve bunlarla birlikte burjuva partilere uzlaşma çağrısıdır.
Bu kavramı Türkiye ve Kürdistan halklarının başına kakmaya çalışan uzlaşmacı küçük burjuva parti, kavramın kendisini açıkça tanımlayamadı ya da tanımlamaktan kaçındı. Bu nedenle, mecburen, Kürt halkının omuzları üzerinde az çok tanınmış biri haline bizzat HDP tarafından getirilen, Refah Partisi gericiliğinden devşirilmiş, şimdilerde ise Kürt halkını HDP'den çekebilecek bir parti kurma arayışı içindeki, adı anılmaya değmez birinden aktarmak zorundayız. Şöyle diyor bu zat:
“HDP’nin bugün veya bundan sonra nasıl karar alacağını ben bilemem, bu onların bileceği bir şey ama açık olan bir şey var o da demokratik mücadele ile silahlı mücadelenin birlikte yürümesinin mümkün olmadığı gerçeğidir. Dolayısıyla Kürt siyasetçilerimiz bir tercih yapmalıdır, bu ya demokratik yollar ya da silah olmalıdır. (.....) İkincisi ise, artık silahlı mücadele dönemi bitmiştir ve mücadele demokratik yollarla olmalıdır. Özellikle de Türkiye’de silah dönemi, rolü bitmiştir.”
“Demokratik siyaset” sakızını çiğneyenlerin meramı şimdi açıkça görülüyor. Dert-dava emekçi sınıfların kesin ve tam kurtuluşunun olmazsa olmaz araç ve yöntemlerini geçersiz ilan etmek, emekçi halkları buna ikna etmek. Zor araç ve yöntemleri geçersiz ilan edilince geriye ne kalıyor? Şüphesiz, parlamento kalıyor geriye ve faşist terör, katliamlar altında yaşayan, kapitalist sömürünün kendilerine yaşamı cehenneme çevirdiği emekçi sınıflara, yoksul kitlelere, ezilen halklara, kadınlara, gençliğe bu yol gösteriliyor.
Bu yol, açıkça değil, tanım yapılmadan, isim verilmeden, yürünecek tek yol olarak gösteriliyor. Adına “demokratik” deniyor ama neresi demokratik, neden demokratik buna dair tek laf edilmiyor.
Yukarıda, muhtemelen dinci faşist iktidar tarafından, Kürt halkını yeni bir dinci gerici parti etrafında toparlamakla görevlendirilmiş birinin sözlerini aktardık. Şimdi bu adamın sözleriyle aşağıda aktaracağımız sözler arasındaki benzerliğe bakın:
“Silahı ve şiddeti çözüm yöntemi olarak görmek yerine demokratik siyaseti esas almamız gerekir. Demokratik siyasetten vazgeçilemez.
Yazımın başında belirttiğim gibi, silahı ve şiddeti çözüm yöntemi olarak görmek yerine demokratik siyaseti esas almamız gerekir. Bu zaten evrensel demokratik standartlarda şiddete karşı konulmuş mesafedir.”
Şu “evrensel demokratik standartlar” nedir, kim oluşturmuş, kim kabul etmiş, belli değil. Yani, herkesin inanmasını istedikleri uydurma laflardır; palavradır. Uzlaşmaz karşıtlığa dayalı sınıflı toplumlarda bütün sınıfları kesen, bütün sınıfların çıkarlarını gözeten, kollayan “evrensel demokratik standartlar” yoktur ve olamaz da. Demokrasi, tanımı belirsiz, ne deve ne de kuş olan bir şey değildir. Demokrasinin sınıf karakteri vardır. İşçi sınıfı için demokratik olan bir şey burjuvazi için demokratik değildir ve tersi de doğrudur. Bunlar işin abecesidir ve ne yazık bunu bir Partinin eski Eş Genel Başkanına hatırlatmak zorunda kalıyoruz.
İşin özü, iki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksul kitlelerini, gerçek, tam, eksiksiz demokrasiye, kurtuluşa ulaşma araçlarından yoksun bırakmaktır. “Demokratik siyaset” sakızının tek amacı budur. Kitleleri gerçek, tam ve kesin kurtuluşları için gerekli araçlardan yoksun bırakırsan geriye ne kalır? Parlamento..
Peki, parlamento işçi sınıfının, diğer emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin kurtuluş aracı olabilir mi? Kürt halkı, katliamlardan, faşist terörden kurtulabilir mi? Burjuva sınıf, emperyalist güçler emekçi sınıfların parlamentoda çoğunluğu ele geçirmelerine izin verirler mi? Hadi bir şekilde çoğunluğu ele geçirdiklerini varsayalım, gerçek politik iktidarın yani devletin ve ekonomik iktidarın emekçi sınıfların eline geçmesine izin verirler mi?
Kendilerini çok bilmiş zanneden bu uzlaşmacı liberal takımı ne tarihten ne de bizzat kendilerinin yaşadıkları olaylardan ders almayı, bir şeyler öğrenmeyi becerebiliyorlar. Tarihten hiç bir şey bilmiyorlarsa, Şili'nin Allende'sine, 1973 11 Eylül'ünde onun başına gelenlere baksınlar ya da Endenozya Komünist Partisinin yaşadığı trajediyi öğrensinler.
Tarihi bir yana koyduk, Türkiye'yi, yaşadıkları örnekleri incelesinler. Burjuvazinin, tekelci sermaye sınıfının, bırakalım işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf temsilcilerinin çoğunluk olmasını, varlıklarına bile tahammül edemediğini görecekler. Teorik mülahazalara gerek yok. 90'lı yıllarda DEP milletvekillerinin parlamentodan nasıl atıldıklarını; ya da 2015 seçimlerinde çoğunluğu kaybeden partinin hükümeti devretmeyi nasıl reddettiğini hatırlasınlar yeter.
Daha önemlisi, “demokratik siyaset” sakızını çiğneyenler, JÖH-PÖH, Özel kuvvetler ve daha sürüsüne bereket militarist örgütün, Polis teşkilatının, ordunun zor yöntem ve araçlarına başvurmadan nasıl dağıtılacağını; yok bunların dağıtılmasına gerek yok diyorlarsa, bu örgütler ayaktayken ve bunlara rağmen halklar için demokrasinin nasıl mümkün olduğunu bir anlatsalar da ikna olsak..
Böyle bir tartışmaya giremezler, girmezler. Onların söyleyebileceği en fazla şey “ölümler olmasın.” Tamam ölümler olmasın, insanlar acı çekmesin. Tamam da, bu düzen, bu faşist devlet toplumun ezici kesimine her gün binlerce acı tattırmıyor mu? Kürdistan'da her gün bir ya da bir kaç kişi yukarda saydığımız militarist yapılar tarafından öldürülmüyor mu? İnsanlar, açlık, sefalet, yokluk, işsizlik yüzünden intiharlara sürüklenmiyorlar mı? Bu burjuva toplumda kadınlar her gün sokak ortasında katledilmiyorlar mı? Bu düzenin, bu düzeni ayakta tutan faşist devletin toplumun ezici kesimine çektirdiği acılar saymakla bitmez. Bu kadarı yeter!
İster “demokratik siyaset” adı konsun, ister başka bir şey, Kürt halkını, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarını kurtuluşları için en gerekli araç ve yöntemlerden yoksun bırakma girişimleri burjuvaziye hizmetten başka anlama gelmez. Bu yol halkların çektiği acıları azaltmaz, aksine yoğunlaştırır. Şimdi Kürt halkını özgürlük savaşı saflarından gerici kanallara çekme işine soyunmuş o HDP döküntüsü dincinin, o küçük aklıyla “artık silahlı mücadele dönemi bitmiştir ve mücadele demokratik yollarla olmalıdır.” demesi boşuna değil. Zira, bunların bayrağında “Gericiliğe hizmette sınır yoktur” şiarı yazıyor!
Peki ya emek saflarında görünenlere ne demeli!