Yüz dört emekli amiralin Montrö Anlaşması'yla ilgili yaptıkları açıklama etrafında dinci faşist iktidarın kopardığı fırtınayı -aslında buna yaygara demek çok daha doğru olur- nasıl anlamak gerek?
Her şeyden önce, bu emekli denizcilerin bir darbe peşinde koştuklarını, bir askeri darbeyi kışkırttıklarını söylemek, Türkiye'de askeri darbelerin nasıl ve kimler tarafından örgütlendiği ve askeri darbelerin tarihi hakkında hiç bir şey bilmemek anlamına gelir.
Türkiye'de askeri faşist darbeler, 12 Mart 1971 askeri faşist darbesinden bu yana, daima emperyalist devletlerin, tekelci sermaye sınıfının en iri, ekonomik olarak en güçlü kesimlerinin onayı, izni ve dahliyle yapılmıştır. Bu izin ve onay olmadan, tüm eğitim ve terbiyelerini NATO'da almış, ABD'ye bağlığını kanıtlamış generaller değil bir darbe, bir açıklama yapmaya bile cesaret edemezler; yapmazlar. 12 Eylül askeri faşist darbesini yapanlara ABD'lerin “our boys”, yani “bizim oğlanlar” dediklerini akıldan çıkarmamalı. Aynı askeri faşist darbenin başta Vehbi Koç, Sakıp Sabancı ve Halit Narin olmak üzere en iri tekeller ve onların temsilcileri tarafından koşulsuz desteklendiğini de...
İç savaşın şiddeti, tekelci sermaye egemenliğinin, politik ve ekonomik kurumlarıyla toplu bir çöküş içinde olmaları hem tekelci sermaye sınıfını hem de emperyalist güçleri Türkiye'nin yönetim biçimine dair yeni arayışlara itmişti. Ancak bu arayışın yönü kimi dardüşünce sahiplerinin sandığı ya da hayalini kurdukları gibi, Biden ve AB'nin baskısıyla “demokratikleşme” değil; tam tersine, yine emperyalist güçlerinin destek ve onayı ile daha kanlı, Hitlervari, topyekun bir faşist diktatörlük yönünde oluyor. Süreç bitmiş değil; devam ediyor.
Biden ve Avrupalı emperyalistlerin dinci faşist iktidar üzerinde “demokratikleşme” yönünde baskı yapmasını hayal edenleri büyük bir hayal kırıklığını beklediğini hep yazdık. Çünkü emperyalistler için önemli olan “demokratikleşme” değil, Türkiye gibi emperyalist-kapitalist sistemin önemli bir halkasının toplumsal devrim tehlikesini atlatmasıdır. En azından şimdilik, bu hedefleri için RTE ve dinci faşist iktidardan daha uygun bir araç bulamıyorlar.
Egemenliğini sağlamlaştırmış, emekçi sınıflar, ezilen halklar ve yoksul kitlelerin devrimci kitle hareketi ve ayaklanma potansiyelleri karşısında kendini sağlama almış; emperyalizme bağımlı bir Türkiye'ye ihtiyaçları var. Sadece Türkiye'deki sermaye yatırımları ve askeri varlıkları için değil, bununla birlikte, ayak sesleri her geçen gün daha net duyulan bir dünya savaşında ileri karakol görevi yapacağı için de Türkiye'ye ihtiyaçları var.
Bu tahlilimizi doğrulayan sayısız somut örnek var. Sonuncusunu aktarmakla yetinelim. Bu örnek, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile AB Konseyi Başkanı Charles Michel'in Türkiye'ye yaptıkları ziyarettir. Avrupalı emperyalistlerin bu iki temsilcisi, RTE'nin ayağına onu “insan hakları, demokratikleşme” vb. şeylere ikna etmek için değil, yürüdüğü yolda onu ve iktidarını destekledikleri açıklamak için geldiler. Açıkladılar, para akışı konusunda açık çek verdiler ve çekip gittiler.
Tam bu sırada dinci faşist iktidar, daha kanlı bir faşist diktatörlüğün önünde duran engelleri temizlemeye hız vermişti. HDP'nin kapatılması ve Gergerlioğlu'nun zindana atılması, İstanbul Sözleşmesinin çöpe atılması gibi saymakla bitmez örnekleri bir yana koyuyoruz. RTE ve partisi, “Güvenlik soruşturması”yla ilgili Meclis'e getirilen tasarının reddedilmesini, Meclis'in bir hiç olduğunu kanıtlamak istercesine, tanımadı ve yeniden oylatarak kabul ettirdi. Meclis, cenazesi orta yerde duran bir ölüydü. Daha kanlı ve sınırsız bir diktatörlüğün önünde duran bir çakıl taşı kadar ağırlığı vardı, bir tekmeyle kenara itmiş oldu.
Aceleleri var ve kararlılıkla hareket etmek zorundalar. Her adımlarında bu gerçeği görmek mümkün. Dinci faşizmin bu yönelimini anlamayan liberaller, uzlaşmacılar, “bu kadarı da olmaz, bunu da yapmazlar dediğimiz her şey oluyor” sözleriyle şaşkınlıklarını ifade ediyorlar aslında.
İşte bu sırada, Rusya-ABD-Ukrayna arasında savaş tamtamları çalınır ve Rusya ile ABD karşılıklı gövde gösterileriyle birbirlerini caydırmaya çalışırlarken Montrö Anlaşması tartışması tekrar alevlendi. Türkiye, bu kapışmada emperyalist kampın, sesini çıkarmamakla birlikte, en aktif güçlerinden biriydi.
Burjuva muhalefet dahil, yol üstündeki tüm taşların hızla temizlenmesi gerekiyor. Emekli amirallerin açıklaması bunun için dinci faşizme gerekli bahaneyi yaratmış gibi. Çoğu gerici, faşist partilere üye olan emekli amirallerin hangi saiklerle bu açıklamayı yaptıklarını bilmiyoruz; ama işçi sınıfı ve emekçilerin, hele de Kürt halkının çıkarlarıyla ilgisi olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla, bu açıklamanın nasıl ve hangi amaçlarla yapıldığı üzerinde değil ama dinci faşizmin bu açıklamayı nasıl kullanacağı üzerinde yoğunlaşmak işin doğrusudur.
Çok geçmeden, dinci faşizmin, en iyimser tahminle yapılmasına göz yumduğu bu açıklamayı alan temizliği için kullanma niyeti ortaya çıktı. Daha ne olduğu belli olmadan, savcı ve hakimlerden önce RTE ve şürekası CHP'yi işaret etmeye başladılar. Devlet Bahçeli, her zamanki gibi, koçbaşı görevini üstlendi. “4 Nisan bildirisinin görünmeyen imzası Kılıçdaroğlu'na aittir” sözleriyle hedef ve amaçlarını açıkladı.
Bir gün sonra, sahneye RTE çıktı ve aynı noktayı işaret etti: Bildirinin arkasında “CEHAPE” vardı. Şu anda bu 104 kişinin içerisinde bizzat Cumhuriyet Halk Partisi'nin üyesi olan; kendisi, karısı, oğlu, şusu, busu olanlar var. Bunları da yakın zamanda yazılı ve görsel medyada göreceksiniz.”
Burjuva basının dinci faşist iktidarın doğrudan borazanı durumundaki kısmı, bu sözlerden iki gün sonra, Çarşamba günü, “şusu, busu”nu açıkladı. Dinci faşist iktidarın koltuk değneği rolünü her zaman gönüllü üstlenmiş olan CHP, öyle görünüyor ki, HDP'den sonra, atış menziline girmiş bulunuyor. Hürriyet gazetesi “şusu, busu” olarak bazı amirallerin çoluk çocuğunun listesini yayınladıktan sonra, RTE yine sahne alıp son noktayı koydu:
“Emekli amiraller ne yazık ki talimatı kendi başkomutanları Kılıçdaroğlu’ndan alıyorlar. Zaten orada onun imzası var, imzayı atan o. Önce onun temizlenmesi lazım.”
Meclis, kendi denetimlerinde de olsa, ara sıra yol kazasının ortaya çıktığını gördük. Buna tahammüllerinin olmadığını da... Burjuva muhalefet, gerici, faşist de olsa, her önemli sorunda dinci faşist iktidarın koltuk değneği de olsa, dinci faşizmin buna tahammülü olmadığı; kurtulmak istediği görülüyor. Ömürleri yeterse, 2023'te muhalefetin “yerli ve milli” olanını kendilerinin oluşturacağını zaten ilan etmişlerdi. Emekli amirallerin, yani darbe yapmak için ellerinde olsa olsa kağıttan savaş gemileri olan bu tekaütlerin açıklaması bu iş için “Allah'ın lütfü” gibi bir şey oldu.