Şüphesiz tek başına değil. Bir dünya imparatorluğunun tek başına göçüp gideceği düşünülemez bile. Amerikan emperyalizmi çökerken, bütün bir emperyalist-kapitalist sistem de çöküyor.
Amerikan emperyalizminin, daha geneli, emperyalist-kapitalist sistemin, kapitalizmin gücünün sınırsızlığına, hatta ölümsüzlüğüne inanan darkafalılara bu “kötü” haberi tarifsiz bir mutluluk içinde bildirdiğimizi de itiraf edelim.
“Kabe”niz gidiyor beyler! “Kabe”nizle birlikte bütün bir sistem çöküyor. İnsanlık, sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız bir dünyaya yelken açıyor. Bu, insanlık tarihinde yeni bir evreye girdiğimizin de ifadesidir.
Amerikan emperyalizminin çöküş süreci olduğu sonucuna nereden mi varıyoruz? Bunun o kadar çok kanıtı, emaresi var ki, kişinin bunları görmemesi için kör olması lazım. Nereden ve hangisinden başlayalım bu kanıt ve emareleri göstermeye? Baştan başlayalım ve Afganistan örneğini ele alalım.
Bu emperyalist haydut devlet, 2001'in 11 Eylül'ünde kendi “İkiz Kuleler”ini kendi elleriyle bir provokasyonla yıkıp Afganistan'ı işgal gerekçesi oluştururken, dünya işçi sınıfına, emekçi halklarına karşı bir dünya savaşı başlatıyor, dahası, Avrupalı emperyalistlere “ya arkamda dizilir hizaya gelirsiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız” mealli meydan okuyordu. Baskı ve terörün dozu, “demokratik Avrupa”da Marx'ın kitabını taşımanın dahi suç haline getirildiği düzeydeydi.
Önde ABD emperyalizmi, arkasında finosu durumundaki İngiliz emperyalizmi ve diğer emperyalist devletler, NATO örtüsü altında Afganistan'ı işgal ettiler. Uzatmadan gelinen noktayı ve sonucu Amerika’nın Kabil büyükelçiliği görevini vekaleten yürüten Ross Wilson'nun ağzından söyleyelim. Şöyle:
“Amerika, birkaç yıl önce artık şu sonuca ulaştı ki Afganistan savaşı bir çıkmaza girmiştir ve biz, sonunda bu savaştan zaferle çıkamayacağız; Afganistan ve Taliban sorununu tam olarak çözemeyeceğiz. Tek doğru yol siyasi çözüm yolları bulmaktır” Başka söze gerek yok.
Amerikan emperyalizmi, Sovyetler Birliği ve Afganistan'ın devrimci demokratik hükümetine karşı bizzat kendi elleriyle örgütleyip silahlandırdığı Taliban adlı tosuncuklarına yenilmiştir. Şimdi, arkasına bakmadan kaçmanın yollarını arıyor.
Bu bir.
İkinci örneğimiz Ortadoğu ve Irak'a ilişkindir. Biliniyor, 2019'da, Trump yönetimindeki Amerikan emperyalizmi bir gece aniden tweet üzerinden, Rojava'nın bazı bölgelerinden çekileceğini açıkladı. Bu, Türkiye'nin işgaline zemin hazırlamak içindi. Bu doğru ama sadece bu kadar değil. Amerika’nın kararı aynı zamanda Ortadoğu'dan çekilme politikasını yürürlüğe koymanın ilk adımıydı. Biliniyor, bu kararın ardından ABD ordusu, şaşkın ördek ya da yumurtlayacağı yeri şaşırmış tavuk misali, askerlerini bir oraya bir buraya çekti. Bir çekti, bir gönderdi, ne yapacağını bilemez haldeydi. Sonunda, petrol yataklarını Suriye ordusundan korumak bahanesiyle Deyr el Zor'a konumlanma kararı aldı. Şimdi, miktarı açıklanmayan sayıda askeriyle orada. Elbette, IŞİD çetelerini korumak amacıyla...
Rojava'nın kimi yerlerinden çekilme kararıyla yaklaşık eş zamanlı, Irak'taki askeri üslerinin bazılarını da boşaltmaya başlamıştı. Irak işgali biliniyor. Irak'ı yerle bir edip talan ettikten sonra, sonsuza kadar orada kalacağını hesaplıyordu. Ancak füzeler Amerikan askerlerinin tepesine yağmaya başlayınca kalıcı olmadığını ilan etmek zorunda kaldı. Bu açıklama da Amerikan askerlerini füzelerden korumaya yetmeyince daha güvenli bölgeye, Barzani-KDP hakimiyetindeki G.Kürdistan'a sığınmaya başladı. Şimdi hızla oraya çekiliyor. Sonrasını kendisi de bilmiyor.
Deva edelim ve bu sefer Latin Amerika'ya bakalım. Amerikan emperyalizminin, babasının tarlası ya da çiftliği olarak gördüğü Latin Amerika ülkelerinde de artık istediği gibi at oynatamadığını, planlarını hayata geçiremediğini, işçi sınıfının, emekçi ve ezilen halkların direnç duvarına çarptığını görüyoruz.
Bunun en çıplak iki örneği Venezuela ve Bolivya'dır. Kısaca, Amerikan emperyalizmi, arkasına Avrupalı emperyalistleri de almasına rağmen Venezuela'nın demokratik-halkçı iktidarını ve lideri Maduro'yu devirip Guaido denen kuklasını iktidara getirmeyi başaramadı. Avrupalı emperyalist devletler umutlarını kestiler. Amerikan emperyalizmi, hala kuyruğunu dik tutmaya çalışsa da, gerçekte artık yapacak bir şey olmadığını anlamış görünüyor. Öldürücü ablukayla yetinmek zorunda kalıyor. Bolivya'da ise tam bir hezimet yaşadı. Darbeyle iktidara getirdiği Jeanine Anez emekçi ve yoksul halklarla işçi sınıfının direnişine ancak bir yıl dayanabildi. Şimdi Bolivya zindanlarında, halkların onu yargılayacağı günü bekliyor Anez. İktidar tekrar sosyalist eğilimli güçlerin eline geçti.
Amerikan emperyalizminin dış politikalarındaki iflasın en traji-komik olanı ise, “Ukrayna krizi”nde, Karadeniz'e gözdağı ve olabilirse savaş için göndermek istediği iki savaş gemisini, Rusya'nın diş göstermesi karşısında gerisin geri çekmesiydi. Bu tornistan, 2000'li yılların hemen başında dünyaya meydan okuyan ABD emperyalizminin nasıl arkasına bakmadan kaçtığının resmiydi. Bu kadarı kafi!
Bütün bunlar dış politikaya ait gelişmeler elbette. Dış politika ise iç politikanın devamıdır. Öyleyse, oldukça kısa bir şekilde de olsa Amerikan emperyalizminin içindeki sınıflar arası ilişkilere değinmek lazım. En özet haliyle söylersek, Amerikan emperyalizmi bir iç savaşla karşı karşıya. Amerikan işçi sınıfı, yoksul ve ezilen halklarının Amerikan egemen sınıfına karşı verdikleri bir iç savaş.
Amerika'da iç savaş! Kapitalizmin ebediliğine iman etmiş liberaller ve uzlaşmacılar için bu söz ne kadar inanılmaz ve ürkütücü gelirse gelsin bir gerçektir, bir olgudur. Bize inanmalarına gerek yok. Amerikan emperyalizminin bekçiliğini yıllarca elde silah yapmış; şimdi ise emekli konumdan takip eden emekli generallerin sesine kulak versinler, gerçeği görmeleri için yeter. Ne diyordu şu fosil bekçiler, Biden'ı uyarırken? Kısaca şunu:
“Ulusumuz büyük bir tehlike içerisinde. 1776'daki kuruluşumuzdan bu yana hiç olmadığı kadar Anayasal Cumhuriyet olarak hayatta kalmak için mücadele ediyoruz. Çatışma; Sosyalizm ve Marksizm destekçileri ile Anayasal hürriyet ve özgürlük destekçileri arasındadır” Yine de bu son derece açık sözlerin Bilal'in anlayacağı bir çeviriye ihtiyacı var: Bu sözlerdeki “ulusumuz” kavramı Amerikan emperyalist düzenini anlatır. Yani tekelci kapitalist egemenlik büyük bir tehlike içerisinde. Peki tehdit nereden geliyormuş? Sosyalizmden! Haksızlar mı? Öncesi bir yana, George Floyd'un katledilmesinden bu yana dinmek bilmeyen ayaklanma ve devrimci kitle eylemlerine bakınca hiç de haksız olmadıklarını görürüz. İç savaş ve sosyalizm için mücadele Amerika'da, yani emperyalist-kapitalist sistemin kalbinde bir olgudur artık.
Dış politikadaki çöküşü ana çizgileriyle göstermeye çalıştık. Ancak dış politika kendi başına bir şey değildir. Dış politika, iç politikanın kaçınılmaz bir devamıdır. Çelişki içtedir. Kapitalizmi çözmekte olan şey, kapitalizmin kendi iç çelişkileridir. Amerikan topraklarında sürmekte olan iç savaş, Rusya ya da Çin'in marifeti değil, kapitalist üretim biçiminin tüm tarihsel gelişmesinin geldiği noktanın sonucudur. Kısaca, olabilecek en özet haliyle söylersek, katitalist toplumlardaki üretici güçler, kendilerini bir kabuk gibi saran kapitalist üretim ilişkilerini her yerde, Amerika'da, Almanya'da, Fransa'da (bu ülkelerdeki generallerin korkularına ve planlarına göz atmakta varar var) ve hemen hemen tüm bağımlı kapitalist ülkelerde çatlatıyorlar, kırıyorlar, parçalıyorlar. Üretici güçler artık bu kabuklara sığmıyorlar.
Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesinin çanlar çalıyor.