Düşünen kafalar, başlıktaki tespitin gerçekleşeceğinden, artık, neredeyse en ufak bir şüphe duymuyorlar. Dahası, bu önemli toplumsal değişimi, bu altüst oluşu uzak, bilinmeyen bir tarihte gerçekleşecek bir “kehanet” olarak da ele almıyorlar.
Yakın bir zaman dilimi içinde gerçekleşecek bir toplumsal değişimin kapıyı çalmakta olduğu anlatılıyor “bu düzen değişecek” ifadesiyle.
Daha önce de, “devrim” kavramının burjuvalar dahil, en olmadık çevrelerin diline yapıştığı gerçeğine işaret etmiştik. Bunlardan birisi katıksız bir karşı-devrimci örgüt olan MÜSİAD'ın kurucusu Erol Yarar'dı.
Haliyle, bundan böyle tartışma konusu, düzen değişikliğinin gerekip gerekmediği ya da bu değişimin olup olmayacağından çıktı. Tartışma bir üst noktaya, bir ileri adıma taşındı. Artık tartışma konusu, yıkılacak düzenin yerine ne konulacağı meselesidir.
Öyleyse, konuyu en net haliyle ve soru biçiminde koyalım: Yıkılacak düzenin yerine ne konulacak?
Bu sorunun bir değil, birden fazla yanıtı var. Her toplumsal sınıfın bu soruya yanıtı farklıdır. Birbirleriyle uzlaşmaz karşıt sınıf çıkarlarına sahip toplumsal sınıflar yıkılacak düzenin yerine ne konulacağı sorusuna kendi sınıf çıkarlarına uygun yanıtlar verirler. Haliyle, soruyu, “yıkılacak düzenin yerine ne konulacak” biçiminde sorup orada bırakmak, soruyu eksik bırakmak anlamına gelir.
Peki, bir toplumsal sınıf olarak proletaryanın ve onun öncü politik güçlerinin bu soruya yanıtı nedir?
Bu düzenin, yani tekelci sermaye sınıfının ekonomik ve siyasal egemenliğini ifade eden bu sömürücü düzenin yıkılmasından söz ediliyorsa ve bu düşünce (ya da tespit diyelim) genel bir fikir, kanaat haline gelmiş ise ortada bir devrimci durum var demektir. Bu düzenin yıkılacağını, üstelik uzak, bilinmeyen bir gelecekte değil, öngörülebilir bir zamanda yıkılacağını kabul eden kimse, devrimci durumun varlığını da kabul etmiş demektir. Doğrusu da budur.
Ne var ki, devrimci durum ve sınıf savaşının ileri, derinleşmiş bir aşaması olarak, ona eşlik eden iç savaş, proletaryaya tekelci sermaye sınıfı egemenliği üzerinde bir zaferi garanti etmez. Devrimci durum ve iç savaş proletaryaya, onun öncü devrimci politik güçlerine ve proletaryanın müttefiklerine zaferin koşullarını hazırlar; zaferin kendisini altın tepside sunmaz.
Yıkılacak düzenin yani tekelci sermaye sınıfının ekonomik ve politik egemenliğinin yerine ne konulacak sorusuna, proletaryanın ve onun devrimci öncülerinin yanıtı hazırdır: Proletaryanın öncülüğünde kurulacak bir halk iktidarı. Yıkılacak düzenin, tekelci sermaye sınıfı egemenliğinin yerini halk iktidarı almalıdır. Bu konuda belirsizliğe yer yoktur.
Şüphesiz, tekelci sermaye sınıfı, egemenliğini yıkacak koşullar oluşmuşsa bu koşullardan en az zararla çıkmak; şu veya bu şekilde egemenliğini ayakta tutacak şekilde bu fırtınayı atlatmak için çareler arayacaktır. Öz olanı, yani ekonomik ve politik gücü elde tutmak koşuluyla, fırtınanın şiddetine bağlı olarak, vermeyeceği taviz, atmayacağı geri adım yok demek mümkün. Sınıflar savaşı tarihi bunun örnekleriyle dolu. Bu taviz ve geri adımlar arasında mevcut siyasal iktidarı bir başkasıyla değiştirmek; kitleleri aldatmakta ve yatıştırmakta kullanabileceği kimi reformlara başvurmak vb. sayılabilir. Tekelci sermaye sınıfının “yıkılacak düzenin yerine ne konulacak” sorusuna yanıtı da bu çerçevede olur.
Proletaryanın devrimci öncü güçlerinin, öncü devrimci işçilerin en çok dikkat etmeleri gereken nokta budur. Çünkü, devrimci bunalımdan en az zararla çıkarak iktidarını korumada tekelci sermaye sınıfına yardım edecek “sosyalist/komünist” maskeli güçler az değil. Bu güçler, ortaya çıkan devrimci bunalımdan, devrimci durumdan tekelci sermaye sınıfının egemenliğini yıkmak için değil ama kimi reformlar, tavizler koparıp, “toplumsal barış/toplumsal uzlaşma” için yararlanmaya çalışan sosyal reformist-oportünist parti ve örgütlerdir.
“Bu düzen yıkılacak ama yerine ne konulacak” diye sorup sorunun çözümünü belirsizmiş gibi göstermeye çalışanlar işte bunlardır.
Oysa proletarya için sorunun çözümü belirsiz değil. Yıkılacak olanın yerine devrimci bir halk iktidarı kurulacak. Elbette bunun başarılması işçi sınıfı ve öncülük ettiği diğer emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, kadınların ve gençliğin; Kürt halkının, ezilen diğer halkların tekelci sermaye sınıfı egemenliğine karşı savaşma kapasitelerine bağlıdır. Her şey işçi sınıfının hazırlık derecesine bağlıdır.
Tam da bu nedenle, devrimci öncü işçiler başta olmak üzere, proletaryanın öncü devrimci güçleri, işçi sınıfı ve müttefiklerini, yoksul köylüyü, küçük üretici köylüyü, kentlerin esnafını, her gün tekelci sermaye sınıfı tarafından yıkıma uğratılan küçük burjuvaziyi bir devrime, devrimle birlikte iktidarı ele geçirerek halk iktidarını kurmaya hazırlamalılar.
Bunu başardığımızda proletaryanın zaferi kaçınılmaz olacak!