Brezilya faşizminin başıdır. Kitle katliamlarından adeta zevk alan tüm faşistler gibi, ki Hitler’i hepsinin atası saymakta bir beis yok, Covid-19 pandemisinde sürü bağışıklığını hararetle savunmasıyla da bilinir. Sürü bağışıklığı teorisi, biliniyor, yine de kısaca değinmekte mahzur yok, “ölen ölsün, kalanlardan bağışıklık kazanmış bir toplum yaratırız” anlayışının bilimsel kavramlarla ifade edildiği canice bir teoridir.
Hitler'in Mengele'sini aratmaz. Bu teoriye göre, belli bir yaşa erişmiş, bağışıklık sistemi zayıf, emek gücünü yitirmiş, dolayısıyla artık üretken olmayan, kapitalist ekonomiye yük haline dönüşmüş, haliyle toplumun safrası durumundaki yaşlı insanlar ölüme terk edilebilir ve edilmelidir. Brezilya Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan Bolsonaro işte bu teorinin hararetli savunucusuydu. Dünyaya biraz daha erken gelmiş olsaydı, dedesi sayabileceğimiz Hitler'in sağ kolu mevkisini kimseye kaptırmazdı.
Ancak bu kısa tanıtıma karşın, bu faşistin son günlerde gündeme gelmesinin nedeni bu değil. Son incisi, günümüz faşist diktatörlerinin ruh halini, geleceğe dair plan ve hesaplarını ortaya saçan açıklaması oldu.
Önümüzdeki yıl düzenlenecek Brezilya seçimlerini “komedi” olarak adlandıran Bolsonaro, bu komediye katılmayacağını ve iktidardan ayrılmayacağını “Beni ancak tanrı iktidardan indirebilir” sözleriyle ilan etmiş.
Aynı faşist, bir hafta önce, Evanjelist papazlara yaptığı konuşmada da “Önümde üç seçenek var: tutuklanmak, öldürülmek ya da zafer” demiş.
Bu sözlerdeki meydan okuma havasını elbette ciddiye almıyoruz. Tutuklanmayı ya da öldürülmeyi idealleri uğruna göze almak proletaryanın, emekçi sınıfların, ezilen halkların kurtuluşu için yaşamını adamış devrimci kahramanlara özgüdür; burjuvazinin köpekliğine soyunmuş faşistlere değil.
Ama burada bizi ilgilendiren nokta, burjuva devletlerin başına bir şekilde getirilmiş olan faşistlerin artık seçim gibi şeyleri komedi olarak adlandırıp önemsiz, değersiz ilan etmeleridir. Yani parlamentarizmin ayağının altından sehpayı çekiyorlar artık.
Bolsonaro ilk ve tek değil. Başka örnekleri bir yana, en son ve en çok bilinen Trump'tır. Trump'ın Amerikan seçim sonuçlarını nasıl tanımak istemediğini, Capitol’ü taraftarlarına bastırdığını, seçim sonuçlarına bir ayaklanma girişimiyle yanıt verdiğini hepimiz biliyoruz. Gerçekte, her yerde, tüm ülkelerde burjuva sınıf, sınıf çıkarlarına aykırı olduğunu düşündüğü zaman seçim sonuçlarını tanımamıştır.
Bolsonarolar sadece Brezilya'da yok, burjuva egemenliğin proleterya ve diğer emekçi sınıflar tarafından tehdit edildiği her yerde varlar. Bizim de “Bolsonaro”muz var. Önündeki üç seçenekten ikisini “tutuklanmak ya da öldürülmek” biçiminde ortaya koyarken dinci faşist iktidarın başı da “biz bu yola çıkarken kefenimizi giyerek çıktık” sözleriyle durumunu tanımlıyor.
Demek ki, burjuva sınıfın politik kadroları artık “seçimle geldik, seçimle gideriz” hikayesini bir tarafa atıyorlar. Tıpkı Bolsonaro gibi, dinci faşist kadrolar, seçimlerle iktidar değişikliğine gitmeyeceklerini; seçimleri kaybetseler de iktidarı bırakmayacaklarını açıkça ifade ediyorlar. Dinci faşist iktidarın dikkate alınması gereken kadrolarından olan Çavuşoğlu, neredeyse bir yıl önce burjuva muhalefete “Seçim olsa da iktidar size verilmeyecek” diye seslenerek dinci faşist iktidarın niyet ve planlarını ortaya koymuştu.
Tamam, Çavuşoğlu ya da RTE “bizi ancak tanrı iktidardan indirebilir” demiş değiller henüz; ama sözleri ve verdikleri sinyaller ne Bolsonaro'yu, ne de Trump'ı aratır. Fazlalıkları var, eksikleri yok. Bolsonaro öyle meydan okuyor ama çapı pratiğin mihenk taşına vurulmuş değil henüz. Oysa dinci faşist iktidarın kadroları, 2015 seçimlerinde seçim sonuçlarına rağmen iktidarı, hükümeti vermeyerek “rüştlerini” de ispatlamış bulunuyorlar.
Aslında sosyal reformistler, oportünistler bu gerçeği biliyorlar. Seçim sonuçları ne olursa olsun dinci faşistlerin hükümeti bırakmayacaklarını adları gibi biliyorlar.
Bu süre zarfında kaç seçim, referandum vb. yapıldı; sayısını unuttuk. Ama sosyal reformistlerin, onların ayak izlerini takip eden oportünist parti ve örgütlerin, liberallerin büyük bir umut ve tutkuyla, her seferinde önlerine konan sandığa koşa koşa gittiklerini biliyoruz. Seçim sonuçlarının beş paralık önemi olmadığını bile bile...
Seçimle gitmeyeceğini ilan eden Bolsonaro'yu, Brezilya faşizmini kim yıkar; bilmiyoruz. İşin tanrıya kalmayacağı garantisini verebiliriz. Bizimkilere gelince, tıpkı Bolsonaro gibi, seçimle gitmeyeceklerini ilan etmişler aslında. Sosyal reformistlerin ve onların kuyruğundan ayrılmayan oportünistlerin kafasına dank eder umuduyla -pek umutlu değiliz ya- bir kez daha söyleyelim: Faşizm sandıkla/seçimle yıkılmaz. Onu yıkacak olan tek şey birleşik toplumsal devrimdir.
Gerçek ve tam demokrasi de bununla gelecek!