ABD emperyalizmi her yerde geriliyor, emperyalist kapitalist sistem içindeki hegemon özelliğini yitiriyor. Şüphesiz, bu zaman alan bir süreçtir; bu günden yarına oldu bitti denilebilecek bir durum değil. Ama süreç başlamıştır ve geri döndürülme şansı yoktur.
Afganistan'da askeri bakımdan yenildi; bundan şüphe yok. Bu, ABD'nin Afganistan'daki tüm varlığını sona erdireceği anlamına gelmiyor elbette. Taliban denen dinci tosuncuklar, nihayetinde ABD yapımı ya da çocuğu olup kendisini dünyaya getirenlere ekonomik, askeri, diplomatik, mali, teknolojik bakımlardan bağımlıdır ve ABD emperyalizmi askeri olarak çekildiği Afganistan'ı sayısız yönden kendine bağımlı tutacak olanaklara sahiptir.
Tüm bunlar ABD'nin gerileyen bir emperyalist güç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Gerileme çoktan başlamış olmakla birlikte, en somut biçimini şimdi değişik cephelerdeki yenilgilerinde ve geri çekilmelerinde görüyoruz. Suriye-İdlib cephesi bunlardan biridir.
Başlığa neden Suriye'yi değil de İdlib'i yerleştirdik? Çünkü, ABD'ye göre İdlib “Orta Doğu'nun en önemli yerlerinden biri olan Suriye'nin en önemli yerlerinden biri”dir ve ABD'nin bu değerlendirmesinde yanıldığını söylemek için herhangi bir neden yok.
ABD, (diğer emperyalistleri şimdilik bir tarafa koyuyoruz) 2011'de Türkiye, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Ürdün ve tabii ki İsrail siyonizmi üzerinden başlattığı Suriye savaşında, temel hedeflerine, yani Suriye'yi dinci faşist çete üretim ve dağıtım çiftliğine çevirme hedefine ulaşamayınca hedef değiştirdi. Hedef değiştirince Suriye'nin en önemli yeri olarak gördüğü İdlib'i Türkiye, HTŞ denen dinci faşist katil sürüsü ve müttefikleriyle elde tutma; mümkünse Suriye'den koparma planına geçti.
Aslında ilk hedeflerine ulaşamaması -elbette Fransa, Almanya, İngiliz emperyalistleriyle birlikte- ilan edilmemiş bir yenilgiydi. Ancak savaşın sürmesi bu yenilginin üzerini örttü. 2015 yılında ABD emperyalizmi sözünü ettiğimiz hedefine ulaşamayacağını görüp kabul edince hedefini şöyle değiştirdi:
“İkincisi ise şu; bu resmi olmayan ve üstü kapalı ancak çok önemli bir görev. Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton kitabında bu konu hakkında detayları yazdı.
Bu görev Esad ve Rusya’nın toprakların kontrolünü sağlamasını önlemek. Güneyde, Al Tanf’ta da aynı şeyi yapıyoruz. Burada pek bir IŞİD varlığı yok ancak İran, Esad ve Rusya’nın topraklarda kontrol sağlamasını önlüyoruz.
Böylece Suriye’deki savaşa diplomatik bir çözüm bulunması için baskı yapıyoruz. Bunlar, Türkiye’nin İdlib’de yaptığından çok da farklı değil.”
Evet, 2015 yılında Rusya'nın, özellikle de hava kuvvetlerinin aktif biçimde devreye girmesi ABD'yi, Suriye'de dinci faşistlerden müteşekkil bir iktidar ve devlet kurma planından vazgeçmek; yerine, daha azına razı olmak anlamına gelen, “Esad ve Rusya'nın toprakların kontrolünü sağlamasını önlemek” planını koymak zorunda bıraktı. Bu plan “Türkiye’nin İdlib’de yaptığından çok da farklı değil.”
Şimdi ise, Suriye'nin güneyinde yer alan Dera bölgesinde, Lübnan'daki güç dengeleriyle de bağlantı içinde, benzer bir yenilgi süreci başlamış bulunuyor.
Kısaca, Dera bölgesinde özellikle İsrail ve Türkiye destekli dinci faşist çeteler, bir süre önce yeniden toparlanarak silahlı saldırılara başlamışlardı. Yaklaşık üç yıl önceki askeri yenilgiden sonra, efendileri İsrail ve Türkiye, elbette Ürdün istihbaratının yardımıyla, onları yeniden toparlanma sürecine sokabilmişlerdi. Bu çeteler, efendilerinin planlarına uygun olarak, Suriye ve Rusya'yı Dera bölgesinde meşgul ederek İdlib operasyonunu, en azından geciktirmek için, Suriye ordusuna saldırılara başlamışlardı.
Rusya ve Suriye, bir yandan bu dinci çetelerle anladıkları dilden, yani askeri operasyon dilinden konuşurken öte yandan Rusya diplomatik çabalarla ABD ve İsrail'in elini kolunu bağlama işine girişti. Bunda, ayrıntılarına şimdi girmeye gerek olmayan Lübnan'daki güç ilişkilerinin de rolü oldu. Sonunda, ABD ve İsrail, kendi beslemeleri tosuncukları cami avlusunda terk edilmiş kedi yavruları gibi terk edip Rusya ve Suriye ile anlaşmalarının yolunu açtılar.
Burada bir parantez açıp bir iki cümleyle şuna işaret etmek gerekir: Dera'da Suriye ve Rusya güçlerine karşı silahlı saldırı yapanların özgürlük peşinde koşan, Suriye'nin gerici-burjuva iktidarına karşı “devrimci amaçlar” için savaşan “yerli silahlı güçler” olarak düşünmek yapılabilecek en büyük hatadır.
Devam edelim. Dera'da Rusya'nın müzakere ve askeri güç kullanma tehdidi sonucu Suriye devletiyle anlaşmak zorunda kalan dinci faşist çetelerin bir kısmı soluğu hemcinslerinin yanında, İdlib'te alırken bir kısmı da silah bırakarak dinci faşist safları terk etmeyi “kabul etti.”
Şüphesiz bu, ABD'nin tek cephede de olsa yenilgisi anlamına geliyor. ABD, kendi beslemelerinin Dera'dan çıkarılmasını sessizlikle karşılamak zorunda kaldı. Yapacak fazla şeyi yoktu.
Dera sorununun çözüm yoluna girmesi, İdlib operasyonu üzerinde hızlandırıcı bir rol oynayacaktır. Nitekim tüm ve asıl hazırlıklar büyük bir İdlib savaşına göre yapılıyor. Tam da bu nedenle, Dera'dan çeteleri temizleme operasyonu sürerken Rusya hava kuvvetleri dinci faşist çetelerin İdlib'teki yuvalarını aralıksız bombaladı.
Bu bombaların bir kısmının Türk ordusu mevzilerinin sağına soluna düştüğünü, ölüm ve yaralanma gibi durumların sıklaştığını belirtmeden geçmemeli. İdlib ve özellikle Afrin'den, (Afrin Kurtuluş Güçlerinin eylemleri sonucu,) asker ölüm haberlerinin sıklaştığını, kayıpların büyük bir kısmı gizlense de, artık mızrağın çuvala sığmadığını görüyoruz.
Büyük ve kaçınılmaz bir savaşın haberci adımlarıdır bunlar. İdlib'i elde tutma planını çöpe gönderecek bir savaş!.. Bu savaşın görünür cephesinde, elbette, Türkiye duruyor. Ama asıl kaybeden, Türkiye üzerinden Suriye'de tutunmaya çalışan ABD emperyalizmi olacak.
Gerileme ve çöküş süreci hızlanarak sürecek.