Seçim olacak mı? Olacaksa zamanında mı olacak, erkene mi alınacak? Zamanında ya da erken yapılacak seçimlerin sonuçlarını dinci faşist iktidar ve onun başı kabul edecek mi? Sorular çoğaltılabilir ama bu gibi sorulardan bir şeyin kesin olduğu net biçimde ortaya çıkıyor: Belirsizlik.
İşte olup olmayacağı, olursa sonuçlarının kabul edilip edilmeyeceği ve nasıl bir ortamda yapılacağı tümüyle belirsiz seçimler için birileri çıkıp, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfına, emekçi halklarına, sömürü düzenine karşı kin ve nefretle dolu kitlelere diyor ki tüm umudunuzu seçimlere bağlayın. Sanki iki ülkenin emekçi sınıfları, ezilen halkları, yoksulları ilk defa seçimle tanışıyorlarmış gibi... Sanki, sömürüden, baskıdan, faşist devlet teröründen bıkmış; tam ve kesin kurtuluş için ileri atılmaya hazır kitleler parlamentonun, burjuva partilerin ne mal olduklarını uzun on yılların deneyimiyle öğrenmemişler gibi... Şimdi çıkmış birileri, “hele bir buçuk yıl daha bekleyin, seçimler geliyor, umudunuzu kaybetmeyin, her şey seçimlere kadar” diye masal anlatıyor demeyeceğiz; hayal satıyor.
Burjuva parlamentodan emekçi sınıflar, ezilen yoksul halklar yararına, çıkarına bir şey çıkmayacağı, bu burjuva kurumun ancak ezilen, egemenlik altında tutulan kitleleri, burjuva sınıf adına ezmeye yarayacağı gerçeğini bir kenara koyuyoruz. Bu gerçek ve asıl olguyu, burjuva sınıfla uzlaşmak için her şeyi yapmaya hazır uzlaşmacı küçük burjuvalara anlatmayı gereksiz, zaman israfı sayarız.
Ama; artık kimi liberal burjuva yazarların dahi görüp kabul ettiği şu olguyu da mı anlamıyorlar: Dinci faşist iktidar, seçimle, iktidarı bir başka burjuva iktidara devretmeyecek! Bunun sayısız işareti, belirtisi, kanıtı ortaya çıktığı halde, iki ülkenin emekçi sınıfları arasında sahte umutlar yaymak neden?
Baştan başlayalım ve yaklaşık bir yıl öncesine gidelim. Dinci faşist iktidarın Dışişleri Bakanı, Mevlüt Çavuşoğlu, açık açık ve Meclis kürsüsünden burjuva muhalefete kelimesi kelimesine şunu söylüyordu:
“Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.”
Evet seçim olsa ve kaybetse de dinci faşist iktidar, iktidarı -sosyal reformist partileri geçtik- burjuva muhalefete bile vermeyeceğini dünyaya ilan ediyor. Fakat bu sözlerde esas olarak şuna dikkat çekmek istiyoruz. Çavuşoğlu kendinden gayet emin, burjuva muhalefete diyor ki, bunu “biliyorsunuz”. Gerçekten de dinci faşist iktidarın seçim kaybetti diye hükümeti anahtar teslim vermeyeceğini adları gibi biliyorlar. Neden bilmezlikten geldikleri konusuna döneceğiz.
Devam edelim. RTE, dinci faşist iktidarın başı, Rize'de kıdemli faşist Akşener'e saldırı olduğunda, burjuva nezaket kuralları icabı da olsa -burjuvaların yeri, zamanı geldiğinde ne kadar kaba, küstah, gaddar olacaklarını aklımızdan çıkarmadan “nezaket” sözünü kullandık- “geçmiş olsun” diyeceğine saldırıya destek verdiğini açıkça ifade edecek şekilde “bunlar daha iyi günleriniz; daha neler olacak neler” demişti. Kısaca, burjuva muhalefet üzerinde bile terör estireceğini sözünü sakınmadan, dünyaya ilan etmişti.
Saymakla bitmez tehdit ve uyarılar birbiri ardı sıra geliyor. RTE'nin sonuncu ama son olmayan tehdidine gelelim. RTE, burjuva muhalefeti iktidara talip olmaması konusunda şöyle uyarıyor:
“Tabii, belediyeleri, hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık, taciz, tecavüz iddialarıyla çalkalanan bir partinin çalışanlara verdiğimiz bu ücret artışlarını görmelerini, anlamalarını, takdir etmelerini beklemiyoruz. Ama hiç değilse bu rezilliklerin yaşandığı yerleri örnek göstererek ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz.”
RTE, seçimlerde çoğunluğu kaybetseler de iktidarı burjuva muhalefete vermeyeceklerini başka hangi tehdit diliyle anlatsın? Ve hala uzlaşmacılar kalkıp iki ülkenin emekçi sınıflarına, sanki seçimlerle emekçi sınıfların iktidarını kurmak, seçimlerle iktidara gelmek mümkünmüş gibi, “Türkiye umudunu kaybetmesin... önümüzde kaldı bir buçuk yıl, Türkiye'nin seçimi” diyebiliyorlar.
Burjuvaziye güven ve umutla dolu bu adamlar iktidarı seçimle değişeceğinden o kadar eminler ki, burjuva yazarların şu kuşkulu yaklaşımını dahi göstermiyorlar:
“Gezi Parkı eylemlerinde ‘Yüzde 50’yi evlerinde zor zapt ediyorum’ diyen Erdoğan, iktidarı yitirmemek için Kılıçdaroğlu’nun endişelerini haklı çıkarıp, artık yüzde 30’lara gerileyen ‘evdekileri’ sokağa salar mı? Bu sorunun cevabı seçim yaklaştıkça netleşecek.”
Kılıçdaroğlu'yla, şu CHP'nin başındaki adamla devam edelim. Bu adam RTE hakkında konuşurken, “Siyasi cinayet kaygım var. ‘Başınıza neler gelecek’ dedi. Açıkça tehdit ediyor” diyor. Öyle zaten, işin gizlisi saklısı yok. Haliyle Kılıçdaroğlu'nun da saklayacak gizleyecek bir şeyi yok. Fakat, Kılıçdaroğlu, ağzındaki baklayı sonra çıkarıyor:
“Gerilimden kaçınmak lazım. Karşı taraf gerilimi tırmandıracaktır. Çok daha sert bir ortamda siyaset yapmayı nasıl sağlayabiliriz, onun arayışına girecektir ama ben şundan eminim eğer iş belli grupların ellerine silah alıp, belli kişileri öldürme yoluna gitmezse, bir gerilim olmaz. Bütün tahriklere rağmen bir gerilim olmaz. Umarım öyle bir tablo da Türkiye’de yaşanmaz.”
Bu cahil adam emekçi sınıflara, yoksul kitlelere, dinci faşist iktidardan ve temsil ettiği her şeyden kurtulmak isteyen kitlelere şöyle bir numara çekiyor: önce RTE ve iktidarının ne kadar gözünü kararttığını, siyasi cinayetleri dahi göze aldığını söylüyor, arkasından “aman evde durun, sokağa çıkmayın, elinize silah filan da almayın”diyor. Oysa faşizmi durdurmanın, faşist katliamların önüne geçmenin yolu faşizmle anladığı dilden konuşmaktır. Herkes bilir ki, faşistler Maraş, Sivas, Çorum katliamlarında onlarca, yüzlerce insanı katledebildilerse katledilenler silahlı oldukları ve faşistlere silahla karşı koydukları için değil; bunu yapamadıkları için, silahsız ve savunmasız oldukları içindi. Dinci faşist iktidarı gerçekten yıkmak isteyen biri, bu iktidarın siyasi cinayetlere, belli kişileri öldürmeye; kısacası terör estirmeye hazırlandığını düşünüyorsa, ki öyledir, yapması gereken şey, kitleleri sokağa, faşizme her yolla karşı koymaya çağırmaktır.
Ama, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden de biliyoruz ki, RTE ve dinci faşist iktidar çetelerini sokağa saldığında CHP ve onun başı, diğer burjuva muhalefet partileriyle birlikte, kitleleri karşı koymaya değil, evde oturmaya; “kardeş kanı dökmemek” adına RTE ve dinci faşist iktidarın oldu bittisine boyun eğmeye çağıracaklardır. Ancak bunu şimdi değil, son anda, şayet seçimler yapılırsa, seçim sonuçları daha açıklanırken, dinci faşist tosuncuklar sokağa indiklerinde yapacaklar ve “atı çalanın Üsküdarı geçmesi” için gereken zamanı yaratmaya çalışacaklar. Böylece ayaklanmaya hazır, kin ve öfke dolu kitleler ne yapacaklarını bilmez durumda, çaresiz evlerine çekilecekler.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu ve avanesinin kitlelere çektiği numara buydu. Şimdi aynı numarayı, son anda çekmeye çalışıyorlar. Çavuşoğlu'nun “biliyorsunuz” dediği şeyi şimdi bilmezlikten gelmeleri ve gerçekten dinci faşist iktidarı yıkacaklarmış gibi bir görüntü çizmelerinin nedeni budur.
Şimdi, önümüzdeki seçimleri emekçi, yoksul kitlelere bir umut gibi göstermeye çalışan uzlaşmacı küçük burjuvalara, sosyal reformistlere, onların ayak izinden yürüyen oportünistlere sormak lazım: Şayet seçim olursa dinci faşist iktidar silahlı tosuncukları sokağa salarsa kitlelere ayaklanma çağrısı; faşistlere, faşizme silahla karşı koyma çağrısı yapacak mısınız? Yapmayacağınızı biliyoruz da, mesela dedik!
Umut nerede? Umut, yeni Haziran'larda.. Hem de çok daha güçlü, çok daha donanmış, iktidarı ele geçirmeyi hedef olarak önüne koymuş Haziran'larda. Sadece Haziran tipi ayaklanmaların kitlelerin olağanüstü devrimci enerjisini açığa çıkardığını; sadece bu ayaklanmaların kitlelerde gerçek bir umut yarattığını gördük, yaşadık.
Kitleleri sahte umutlarla aldatmaya çalışmaktan vazgeçin!