Baştan söyleyelim, bu “ekşi elmayı ısırma” konusunda epey tereddüt ettik; uğraşmaya değer mi, diye. Elma, hem yüz buruşturacak denli ekşi hem de nereden tutsan elinde kalacak kadar kurtlu idi.
Uğraşmak zorunda olduğumuza kanaat getirdik; zira, dünya çapında, hemen hemen bütün toplumların ikiye bölündüğü bir tarihsel gelişmede meydanı boş bulup “komünizm” adına konuşup dünya gericiliğinin yanında “çaktırmadan” yer alanların halkları daha fazla aldatmasına göz yummak doğru olmazdı.
“Yeni” TKP adına konuşan, bu partinin Genel Sekreteri Kemal Okuyan'ın soL TV/Haber sitesine yaptığı açıklamadan söz ediyoruz. Sözü çok uzatmadan K.Okuyan'ın Rusya'nın faşist Ukrayna'ya karşı başlattığı savaş hakkındaki açıklamalarına gelmek istiyoruz. Okurun sabrına güvenerek başlayalım.
K.Okuyan, Ukrayna'daki faşist güçlere hayranlığını zor gizleyebildiği şu sözlerle başlıyor: “Rusya'nın güçlü bir silahlı direnişle karşılaştığı ve bu direnişi çözemediği görülüyor.” Böylece, “Komünist”imizin emperyalistlerin tam ve her türlü desteğini alan, Ukrayna'nın cümle faşistlerine “silahlı direnişçi” gözüyle baktığını anlamış oluyoruz. “Komünist”imiz, “ama ben Ukrayna ordusunu kastetmiştim” diye itirazda bulunabilir. Böyle bir itirazı tavsiye etmeyiz çünkü bu, tam bir bataklık olur. Ukrayna ordusunu temize çıkarma bataklığıdır bu. Böyle bir itirazın olmayacağını varsayarak devam ediyoruz.
Olabilir, kim kimi isterse kahramanlaştırabilir, silahlı direnişçi olarak görebilir. Bu kişinin meşrebine göre olacak bir şeydir. Bu yüzden bu eleştirimiz, içeriği ilgilendirse de, esas olarak, biçime ilişkindir.
Devam edelim.
K.Okuyan, kendince bir kriter geliştiriyor ve söze şöyle başlıyor:
“Bizim kriterimiz, savaşan tarafların neyi temsil ettikleridir” Oysa, komünistlerin her daim kriteri, proletaryanın bağımsız sınıf çıkarları olmak zorundadır. Üstelik bu ulusal düzeyde de değil, uluslararası düzeyde, yani uluslararası proletaryanın bağımsız sınıf çıkarları, dünya devriminin çıkarları komünistlerin kriteridir. Komünistler, bunu hesaplayarak, gözeterek saflarını belli ederler.
Dünya çapında emekle sermaye; proletarya ile burjuvazi arasında süren savaşın bir tarafında ABD, İngiltere, Almanya Fransa, Japonya, Avustralya ve bu “kaplanların” etrafında toplanan, onlara yaranmak için sağa sola havlayan, saldıran bir dizi “küçük” çakaldan oluşan Ukrayna, Polonya ve daha bir makalede sayamayacağımız kadar çok bağımlı ülkelerin burjuva sınıfları, burjuva devletleri var.
Elbette bunlara, Rusya'dakiler dahil, dünyanın tüm faşistlerini; Avrupa'nın neo-nazi adındaki faşistlerini, eski asker, polis, istihbarat servisi elemanlarını vb vb. eklemezsek tablo eksik kalır.
İğrenç bir bulamaç gibi birbirine karışan bu ülkelerin ve besledikleri katil sürülerinin bu savaşta hangi tarafta oldukları biliniyor. Bunlar şu anda ABD-İngiliz emperyalizminin ve bunların savaş, saldırganlık örgütü olan NATO'nun arkasında dizilmiş vaziyetteler. K.Okuyan ve onun partisinin buna itirazı var mı? Olacağını sanmıyoruz. Bunların dünya burjuvazisinin, emperyalist-kapitalist sistemin çıkarlarını, bu sistemin varlığını sürdürme amacını temsil ettiklerine de itiraz edeceğini sanmıyoruz. Yanılıyor muyuz yoksa? Yanılmıyorsak devam edelim..
Peki bu safın karşı tarafında kim var? Fiili olarak savaşın içindeki Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti; sosyalist yönelimli, gittikleri yerlerde Sovyet bayrağını ve Sovyetlerin faşizme karşı zafer bayrağını göndere çeken bu iki Halk Cumhuriyeti'nin yanında Rusya ordusu. Peki hepsi bu kadar mı? Elbette değil.
Şimdi K.Okuyan'nın ağzına almaktan özenle imtina ettiği noktaya geliyoruz. Safın bu tarafında saydığımız güçlerin yanında başka kimler var?
Küba'dan başlayalım. Küba var. Venezuela var. Nikaragua, Bolivya, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti; emperyalistlerin ele geçirmek için tüm çakallarını seferber ettikleri Belarus var. Rusya'yı desteklemekle birlikte çeşitli ve anlaşılabilir nedenlerle tavrını çok net belli etmeyen Çin'i saymıyoruz bile..
Ve en önemlisi, burjuvaların Ukrayna'ya göndermek istedikleri silahları gemilere yüklemeyi reddeden İtalya işçi sınıfı, kendi hükümetlerine karşı başkaldıran İspanya emekçi sınıfları; Ortadoğu'da, Lübnan'da, Irak'ta anti-emperyalist gösteri yapan ezilen, sömürülen halklar başta olmak üzere dünya proletaryası ve emekçi halkları var. (Ama, adından ötürü, enternasyonalist olması beklenen TKP ve Genel Sekreteri yok.)
Şimdi soru şudur: Bu ikinciler kimin çıkarlarını temsil ediyorlar? Örneğin Küba ya da gemilere silah yüklemeyi reddeden İtalyan işçileri dünya burjuvazisinin çıkarlarını ifade ediyor olabilirler mi? Rusya devleti, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini tanımak ve desteklemekle dünya burjuvazisinin; hadi çerçeveyi daha daraltalım da K.Okuyan'ın hoşuna gitsin, Rusya oligarklarının çıkarlarını ifade ediyor olabilir mi? “ama efendim...”siz bir yanıt gerek bu sorulara!..
Bu ikinci cephenin, dünya proletaryasının, emekçi halklarının, dünya devriminin çıkarlarını ifade ettiğini aklı başında hiç bir komünist reddedemez. Dünya proletaryası ve emekçi halkları, sömürü, işgal, talan, katliam ve akla gelebilecek bu tür ne kötülük varsa hepsini kendinde cisimleştiren ABD ve diğer tüm emperyalistlerin hezimet biçiminde ağır bir yenilgisini arzuluyor. “Yeni” TKP'nin taraftar ve sempatizanlarının da aynı duygular içinde olduğundan eminiz. Kim bilir, gizliden gizliye belki de K.Okuyan da... Umudumuzu tümden kesmiş değiliz!
Rusya devleti ile Rusya burjuvazisi arasındaki ilişki şimdilik konumuz dışı. Ama şu kadarını söyleyelim: Rusya burjuvazisinin çıkarları emperyalist devletlerle çatışmaktan değil, işbirliğinden geçer. Herhangi bir burjuva sınıf, dünyanın neresinde olursa olsun, emperyalist mali sermaye ile ilişki ağına dahil olmak dışında gelişme olanağına sahip değildir; gelişemez. Bu, işin abecesidir. Rusya'ya son yaptırımlar bu abeceyi bir kez daha kanıtladı. Ama bunlar bir yana, K.Okuyan'ın yanı başındaki iktisatçıların bu basit gerçeği K.Okuyan'ın kulağına fısıldamamış olmaları ne tuhaf!
Haliyle, Rusya'da “oligark” olarak tanımlanan yeni yetme burjuvalar, gerçekte, özellikle AB, ABD emperyalistleriyle çatışmayı asla arzu etmezler. Onların gelişip serpilmelerinin, sermaye birikimini devam ettirmelerinin, kendi geleceklerini sağlama almalarının yolu, başta emperyalist mali sermaye olmak üzere, sanayi, ticaret, bankacılık gibi sayısız alanda işbirliğini geliştirmektir. Demek ki, Rusya devleti ya da iktidarı, böyle bir savaşa “kendi” burjuvalarının çıkarını korumak amacıyla girmiş değil. “Oligark”lara kalsa, iki Halk Cumhuriyeti için değil emperyalistlerle savaşa girmek, emperyalistlerin camına taş bile atmazlar. Ama aksini güle oynaya yaparlar. Beş kuruşluk çıkarları için, değil iki Halk Cumhuriyeti'ni, “analarını bile satarlar”. K.Okuyan'ın buna itirazı olabilir mi?
Devam edelim..
K.Okuyan devam ediyor ve “Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşta bir tarafın haklı olduğunu ileri sürmek Marksistlerin işi olamaz. Zaten Marksizm, olayları sınıf eksenini terk ederek analiz etmek isteyenler için hiç de uygun bir teori değildir" diyor.
Şu “sınıf ekseni” yavanlığını düzelterek devam etmek istersek, evet Marksizm her olayda proletaryanın sınıf çıkarlarını temel alır ve bunu gözetir. Ama aynı zamanda Marksizm bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur. Her olayda sınıf çıkarlarını temel almak için her olayın somut, bilimsel, olgularla kanıtlanabilir bir analizini gerektirir. Onun için, ezberlenmiş bir iki formül ya da cümleyle işin içinden çıkamazsın.
Marksizm her savaşı reddetmez. Her savaşı kendi tarihsel kesiti içinde, kendi somutunda, karşılıklı sınıf ilişkileri çerçevesinde ele alır, tahlilini yapar ve safını öyle belirler. Burada temel olan şey, dünya devriminin ve uluslararası proletaryanın çıkarlarıdır. Bu yüzden Marksizm, hiç bir savaşı önceden ezberlenmiş kalıplarla çözümlemeye kalkmaz. Kimin kime saldırdığına, kimin kimin toprağına girdiğine, kimin ilk önce saldırdığına bakmaz.
Ama bizim “komünist”imiz tam da Marksizmin bakmadığı şeylere bakıyor ve onları temel alıyor. Sınıf çıkarlarına değil, savaşın “siyasi ve ahlaki meşruiyeti”ne bakıyor “Komünist”imiz. Peki nedir bu “siyasi ve ahlaki meşruiyet”, ya da “Komünisti”mizin icadı bu kriterler Marksizmin neresinde yer alıyor? Belli değil.
“Donbass’ta kurulan ve yakın zamanda Rusya tarafından tanınan iki Cumhuriyet’te yaşayanlara dönük Ukrayna’nın saldırılarının durdurulması gerekçelerden biriydi. 2014’ten bu yana Donetsk ve Lugansk’ta gerçekleşen bombardıman gerçek bir katliama dönüştü, bunu hepimiz biliyoruz. Aslında benzer katliamlar daha küçük ölçeklerde Ukrayna’nın başka yerleşimlerinde, hatta başkent Kiyev’de de gerçekleşti. Rus kökenlilere ve farklı siyasi görüşten kişilere dönük neo-Nazi saldırılarda çok kişi öldürüldü. Bu açık bir gerçek. Ukrayna’nın NATO’ya girmesi ya da alınması doğrultusunda sürdürülen çabalar da apaçık ortada.”
Peki, “Komünist”imizin de kabul ettiği bu olgular “ortada” iken, uygun bir fırsatta bu kötülüklerin kaynağını ortadan kaldırmaya girişmek, Ukrayna faşizmine, Ukraynalı faşist güçlere ve tabii ki onları “arkadan ittiren” emperyalistlere darbe vurmaya çalışmanın neresi “siyasi ve ahlaki” olarak meşru olmuyor? Cevap: Çünkü “komünist”imiz uygun görmüyor.
“Komünist”imiz, somut olgu ve olaylara değil, kimin ne dediğine bakarak, tarafsız bir futbol hakemi titizliği ile karar veriyor. Muhakeme şöyle: “Rusya güvenlik sorunu var diyorsa ne yapalım, Ukrayna da güvenlik sorunum var diyor”. “Komünist”imiz bir adım daha ileri gidiyor ve Rusya ordusunun yukarıda bizzat kendisinin sayıp döktüğü -aslında görmezlikten gelemediği demek daha doğru olur- kötülükleri yapan faşist Ukrayna'ya ve onun organik bir parçası halindeki neo-nazilere savaş açmasını,
“Zaten şu andaki durum da ne yazık ki NATO’nun yayılmacı ve militarist politikalarının haklı olduğu sanısını uyandırdı”
Bu sanıyı kimde uyandırdı? İtalyan işçilerde, İspanyol emekçilerde, Ortadoğu”nun ezilen halklarında uyandırmadığı kesin. Hatta, “Komünist”imizin taraftar ve sempatizanlarında bile bu sanıyı uyandırmadığını ileri sürebiliriz! Çünkü onunla söyleşiyi yapan muhabir bile pek ikna olmuşa benzemiyor. Geriye kalıyor “Komünist”mizin kendisi..
“Komünist”imiz olgulara ve olaylara bakıp bunlara dayanarak bir tahlil yapacağına kimin ne söylediğine bakıyor ve böylesi tarihsel bir olayda “komünist” politika oluşturuyor. Okur inanmayacak ama durum tam da böyle. Muhabir soruyor:
Ama Putin’in “oturup da bekleyemezdik. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman saldırısını bekleyerek çok büyük kayıplar verdik” sözlerinin bir anlamı yok mu?
Bu soruya olgu, olay ve süreci ele alıp yanıt vereceğine bakın nasıl cevap veriyor:
“Hayır yok. Bakın “güvenlik” konsepti bir yerden sonra hiçbir şey açıklamaz. Hitler 1938’de Çekoslavakya’nın Südet bölgesini oradaki Alman nüfusa Çeklerin zulmettiği gerekçesiyle işgal etti. Alman nüfus, büyük ölçüde Nazi faaliyetiyle örgütlü hale getirilmiş, sorun çıkaran bir nüfustu. Ukrayna yönetimi Donbass’ın benzer bir Rus üssü olarak kullanıldığı iddiasını sürekli tekrarladı durdu. Daha da ilginci, Azov Taburu gibi, Nazi ideolojisini benimsediklerini hiç gizlemeyen Banderacı katillere resmi statü veren Kiev’deki iktidar, Donbass’ta Rusya yanlısı Neo-Nazi grupların faaliyet gösterdiğini iddia edebiliyor. Zaten şu anda herkes birbirini Nazilikle suçlamakta.”
Türkçesi şu: Ne var yani, Putin şöyle demişse, Kiev'deki iktidar da böyle söylüyor. İnanması güç ama bunlar bir partinnin “Genel Sekreteri”nin ağzından dökülüyor. Oysa, söyleşisinin yayınlandığı yerin hemen yan sütunlarında emperyalistlerin beslemesi katil sürülerinin soyup ağaca bağladıkları Ukrayna vatandaşlarının resimleri duruyordu.
Belli ki muhabir yeterince ikna olmuyor. Şaşkınlık içinde sormaya devam ediyor:
“Bizim burada ayırt edici bir kriterimiz, adalet terazimiz olamaz mı?”
Aslında yanıtın tümünü aktarmak isterdik. Ama okurun sabrını fazla zorlarız diye bunu yapmayacağız. İsteyen okur linkten açıp bakabilir. Muhabir bir şey soruyor, “Komünist”imiz bambaşka bir şey anlatıyor. Söylediklerinin özü şudur: Başkalarının toprağına girmeyeceksiniz. Yani şimdi bu arkadaşa göre, Sovyetler Birliği'nin 1968'de Çekoslavakya'ya müdahale etmesi, 1979'da Afganistan'a girmesi vb. hepsi karşı çıkılması gereken olaylardı. Şöyle diyor:
“Bir savaşı kendi topraklarınızda başlatamazsınız. Faşist Almanya tarafından işgal edilmiş de olsa, başka ülkelerin topraklarına ve belki de Almanya’ya gireceksiniz. Sovyet halklarının kendi topraklarını ve kendi değerlerini savunmak için mücadele etmesi ile başka ülkelere girmesi bir ve aynı şey değildir.”
Yukarıda da işaret ettik, Marksizm bir savaşı değerlendirirken dünya devriminin, uluslararası proletaryanın çıkarlarını temel alır ve tutumunu bu temel çıkarlar üzerinden belirler. Ama “Komünist”imiz, görüldüğü gibi, bu savaş proletaryanın çıkarları açısından ne ifade ediyor sorusuyla değil, bir küçük burjuvanın tipik bakış açısıyla, hangi gücün hangi devletin toprağına girdiği ile ilgili. Ona bakıyor ve savaş hakkındaki kararını böyle veriyor. Türkçesi, sınıfsız ve sınırsız bir dünya için mücadele etmesi gereken “komünist”imiz için sınırlar bir anda dokunulmaz kutsal Hint ineğine dönüşüveriyor. Biz Putin'le ya da başka şahıslarla ilgili değiliz. Her ne kadar bireylerin tarihte oynadıkları belli bir rol varsa da, bireylerin rolü sınırlıdır. Tarih sınıflar savaşı tarihidir. “Komünist”imize naçizane önerimiz Putin'e fazla takılmamasıdır. Yine de onun tercihidir.
Peki bu tarihsel olayda hangi sınıflar, hangi sınıflara karşıdır. Yukarıda sınıfların konumlanışını ortaya koyduk. Bu savaş, dünya burjuvazisi ile dünya proletaryası ve emekçi-ezilen halkları arasında süregiden küresel iç savaşın bir parçasıdır. Bu savaş, “Komünist”imize anlaşılmaz gelecek ama, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki bir savaştır. Rusya iktidarının sosyalist olmaması bu gerçeği değiştirmez. Sadece şunu ifade eder ki, Rusya, hiç de sosyalist olmadığı halde, bu savaşta sosyalizmin tarafında, emeğin tarafında yer almak zorunda kalmıştır.
Ama zaten, sevgili “Komünist”imiz, Küba ile ABD arasında süren savaşta -böyle bir savaş var, iki devlet arasında henüz silahların kullanılmadığı ilişki gerçekte bir savaştan başka bir şey değil- Rusya, sosyalist olmadığı halde, sosyalizmin tarafında yer almıyor mu? Bu olguyu -çünkü bu bir olgudur- ezberlediğin bir kaç kalıpla anlayamazsın. Marksizm işte bunun için var, bunun için Marksizm bir dogma değil bir eylem kılavuzu derler. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile ABD arasındaki ilişki bir savaştan başka bir şey değildir. Ve Rusya, sosyalist olmadığı halde, KDHC'ye kalkan olarak sosyalizm tarafında yer alıyor. Bize inanmıyorsan Küba'lı “yoldaşlar”ına sor. Uzatmayacağız, son bir soru; belki umursamazsınız ama Rusya olmasaydı şimdi anti-emperyalist halkçı Venezuela iktidarı diye bir şey olur muydu? ABD ve tüm emperyalistlerin Venezuela iktidarını yıkıp kukla Guaido'yu iktidara taşımak için neler yaptıklarını unuttunuz mu? Yoksa umurunuzda değil mi?
Suriye'yi emperyalistlerin, dinci faşistlerin, dinci faşist iktidarın, tabiri mazur görün, midesinden nasıl çekip aldığı konusuna girmiyoruz. Ama belki “Komünist”imiz, Suriye'nin IŞİD, El Nusra gibi katil sürülerinin, onlar üzerinden emperyalistlerin ve tabii ki dinci faşist iktidarın eline düşmemiş olmasını pek önemsemiyor. Biz önemsiyoruz ve bunun dünya proletaryasının çıkarları açısından ne anlam ifade ettiğini biliyoruz.
Rusya devletinin sosyalist olmadığı tartışma götürmez. Ama bunlar ne kadar tartışma götürmez ise, ortaya koyduğumuz örneklerin gerçekliği de o kadar tartışma götürmez. Rusya devletini ezberlediğin bir kaç formülün üstüne bir yığın boş laf ekleyerek anlayamazsın. Anlaman için, şimdiki Rusya devletinin, Sovyetler Birliği'inden başlayarak, tüm bir tarihsel gelişmesini incelemen lazım.
Savaşın bir tarafında, askeri örgüt olarak kim var? Ukrayna ordusu mu? Ukrayna ordusu ve onunla bütünleşmiş neo-nazi denen faşistler burada mayın sahasına sürülmüş eşeklerden başka bir şey değil. Onların gerçek sahibi NATO'dur. Yani Rusya, gerçekte NATO ile savaşıyor. Peki, NATO nedir? NATO, dünya halklarının düşmanı, saldırgan, işgalci bir savaş örgütüdür. Bu gerçeği “Komünist”imiz de kabul eder. Ama, artık bunu kabul etmek yetmiyor. NATO'nun yenilgisinin dünya devrimi ve proletaryanın sınıf çıkarları açısından ne ifade edeceğinin de ortaya konması gerekir.
Hiç kuşku yok, NATO'nın yenilgisi, -bu yenilgi ha Rusya karşısında olmuş, ha gelecekte Çin karşısında olmuş dünya proletaryasının çıkarları açısından milim farketmez- dünya proletaryasına ve ezilen emekçi halklarına büyük bir moral güç verecek, dünya devrimine büyük bir ivme katacaktır. Bundan şüphe edenin bırakın “komünist”liği, solculuğu bile düşünülemez. Yaşamları boyunca NATO'ya ve emperyalizme karşı mücadele etmiş olan Deniz Gezmiş'leri, Mahir Çayan'ları ağızlarına alanlar -sahtekar değillerse tabii- her şeyden önce bu konuda son derece net olmalılar.
Ama yok. NATO'nun ve ABD'nin Rusya karşısında “belinin kırıldığı” söylentisi dahi “Komünist”imizi öfkelendirmeye yetiyor.
“NATO’nun, ABD emperyalizminin belinin kırıldığı, bu başat ve emperyalist gücün artık üstünlüğünü yitirdiği tezi baştan aşağıya zırvalıktır. Bugün Rusya’nın Ukrayna hamlesinin ABD’yi, NATO’yu zor duruma düşürdüğüne ilişkin hiçbir veri görmüyorum. Ne ekonomik ne siyasi ne ideolojik açıdan. Tersine hiç beklemediği kazanımlar elde etti NATO.”
Sanırsınız ki, adı “KP” olan bir partinin genel sekreteri değil de NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg konuşuyor. Elbette savaş henüz bitmiş değil, ne gibi askeri sonuçlara yol açacağını kesin biçimde şimdiden söylemek doğru olmaz. Ancak gidişata göre bazı tahminlerde bulunmak mümkün ve bulunulabilir de. Bunun proletaryanın sınıf çıkarlarıyla çelişen bir tarafı olmaz. Ama “Komünist”imiz üstelik kendi taraftarı bir muhabirin, saf saf sorduğu “Ancak NATO son 30 yıldır ilk kez bu tür bir meydan okumayla karşılaşmadı mı? Bunun hiç anlamı yok mu?” sorusuna bile tahammül edemiyor ve köpürüyor. “Bu tez baştan aşağı zırvalıktır” diye kükrüyor.
NATO ve arkasındaki emperyalistler, özellikle ABD ve İngiltere ne umuyorlardı ne buldular ayrı bir tartışma konusu. Ama “Komünist”imize göre bu kan emici haydutlar şimdiden kazanımlar elde etmişler bile. Emperyalistlerin Rusya ile Sovyetler Birliği arasında sürekliliğe işaret etmelerine pek öfkeleniyor ve bunu emperyalistlerin bir kazanımı olarak görüyor “Komünist”imiz. Ama Muhabir saf saf soruyor: “Bunda tek başına nasıl bir kötülük var?” “Komünist”imiz cevap veriyor:
“Bazıları pek farkında değil ama Putin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin meşruiyetine çok büyük bir darbe vurdu.”
Böylece anlamış bulunuyoruz ki “çok uyanık” “komünist”imiz, Putin'in herkesi ayakta uyuttuğu bir konuda faka basmamış. Konu nedir? Kısaca, Putin Ukrayna için “böyle bir ulus yok, böyle bir ülke yok” demiş ve bu, SSCB'nin meşruiyetine büyük bir darbe vurmuş. Başka?
“Burada bitmiyor. Rusya Federasyonu, Ukrayna’daki direnişi topyekun Neo-Nazi gruplara bağlayarak faşizme tarihsel bir meşruiyet alanı açtı. Ukrayna’da faşist çetelerin rolü ne olursa olsun, Rus ordusuna direnen herkesi Neo-Nazi ilan etmek saçmalığın daniskasıdır.”
Nereden tutarsan elinde kalacak bu sözlere ilişkin kısaca değinmekte yarar var. Her şeyden önce, “Komünist”imiz hiç merak buyurmasın, Putin'in hiç bir sözü SSCB'nin “meşruiyetine darbe” vurmaz, vuramaz. Ama sen de Putin'in bir sözünü kendine siper ederek faşist Ukrayna muhipliğine soyunma. Aleni yapıyorsun bunu ve çok açık veriyorsun.
Putin'in sözünü savunmak işimiz değil. Ne amaçla söylediğini de bilmiyoruz. Ayrıca, Rusya iktidarı içinde Putin'le aynı düşüncede olan başkaları var mı yok mu onu da bilmiyoruz. Bilmediğimiz şey hakkında ahkam kesmek işimiz değil. Ancak şunu, herkes gibi, biz de biliyoruz: Rusya Federasyonu ve iktidarı Putin'den ibaret değil. Okuduklarımızdan anlıyoruz ki, Rusya'da bizim burada alışık olduğumuzdan bambaşka şekilde gerçek bir “devlet iktidarı” var ve Putin bu iktidarda sadece bir ortak bileşendir. Putin'i tartışmanın pek önemi de yok.
Olgularla şunu biliyoruz: Rusya'daki iktidar, Putin de aralarında, Sovyetler Birliği'nin Alman faşizmine karşı kazandığı tarihsel antifaşist zaferi kıskançlıkla ve büyük bir dikkatle koruyor. Bunun için yasa da çıkardıklarını biliyoruz. Rusya'da bu zaferi küçümseyen söylemde bulunmak bile yasaktır. Bu bir olgudur. “Komünist”imiz bu olgu üzerinde düşünsün. Emperyalistlerin bu tarihsel zaferi her karalama, küçümseme, gözden düşürme; Stalin'i Hitlerle aynı kefeye koyma girişimlerine büyük bir öfke ve kararlılıkla karşı koyduklarını da biliyoruz. Bu da bir başka olgudur. Bu, Rusya'daki iktidarın tahlili açısından “Komünist”imiz için bir anlam ifade eder mi?
Onun için yazımızın başında söyledik, ezberlediğin bir kaç formül ve üzerine yığdığın bir ton boş laf ile Rusya'yı açıklayamazsın. Bu faslı bitirmek için son bir nokta: Rusya'da ayrımcılık, ırkçılık, milliyetçilik yasayla yasaklanmıştır. Bu da bir olgudur. “Komünist”imiz “bundan ne çıkar; işte Almanya da Neo-Nazi örgütlenmeler de yasak” diyebilir. Ama biz, tekelci sermaye sınıfı ve devletlerinin, buna Almanya dahil, Neo-Nazi örgütlenmeleri bizzat teşvik ettiklerini, gizli servisler eliyle faşistleri örgütlediklerini, eğitip silahlandırdıklarını biliyoruz. Emperyalist devletlerin, onların gizli servislerinin bu yönelimi, emekle-sermaye arasında süren küresel iç savaşla doğrudan bağlantılıdır. Emperyalistler, güvenliklerini ve geleceklerini faşistleri her yerde örgütleyip geliştirerek sağlamaya çalışıyorlar. Bu, emperyalist devletlerin, hükümetlerin ayrıksı değil genel bir politikası haline gelmiş durumda.
Bu noktanın altı önemle çizilmeli. Önemi şurada: Emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele faşizme karşı mücadeleden ayrılamaz. Bu yeni bir olgu ya da durum değil. Fakat geçmişten farklı nokta, bunun şimdi çok belirgin bir hale gelmiş olmasıdır. Faşizme karşı mücadele eden, kapitalizme ve emperyalizme karşı da mücadele etmiş olur ya da etmek zorundadır. Başka bir ifadeyle, faşizme karşı mücadele bir devrim sorunudur. Mücadeleye bu içeriği veren kapitalizm-emperyalizm-faşizm arasındaki organik, birbirinden ayrılmaz ilişkidir.
“Komünist”imiz dur durak demeden devam ediyor:
“Burada bitmiyor. Rusya Federasyonu, Ukrayna’daki direnişi topyekun Neo-Nazi gruplara bağlayarak faşizme tarihsel bir meşruiyet alanı açtı. Ukrayna’da faşist çetelerin rolü ne olursa olsun, Rus ordusuna direnen herkesi Neo-Nazi ilan etmek saçmalığın daniskasıdır. NATO ve iktidarın çabalarına rağmen Ukrayna nüfusunda küçük bir bölmeyi tutan faşist örgütlenmeler kendilerini işgale karşı direnişle aklamakta şu anda.”
Belli ki “Komünist”imiz, Ukrayna'da savaşan güçlerle ilgili derin bir araştırmaya girmiş ve oradaki şeyin bir “direniş” olduğunu, bu direnişi Neo-Nazi gruplara bağlamanın faşizme tarihsel bir meşruiyet alanı açtığını Neo-Nazi grupların da işgale karşı koyarak kendilerini akladıklarını tespit etmiş.
“Komünist”imiz fena faka basmış. Belki sağa sola koşuşturmaktan kendi haber sitesine bakmaya fırsat bulamıyordur. Neo-Nazi faşistlerin kendilerine nasıl bir tarihsel meşruiyet alanı açtıklarını görmesinde yardımcı olmak adına kendi sitelerinden bir link verelim de baksın. Ağaca bağlananlar da, her halde, “Rus işgaline karşı topyekun direniş”te yer alan Ukraynalılar! Gülerler adama!
Bu resim, faşist Ukrayna muhibbi sevgili “komünist”imiz, münferit değil. Daha beterleri var ve binlerce örneğini -yanlış okumadın binlerce- bulmak mümkün. Ahkam kestiğin konuda biraz ders çalışacaksın; okur hoş görsün, işkembeden atmak olmaz. Aynı sitenizde Ukrayna vatandaşlarının konuşmalarını da bulabilirsiniz. Ne dersiniz, Ukrayna halkına bu zulmü, bu vahşeti, bu işkenceyi yaşatan Neo-Naziler Ukrayna halkının gözünde kendilerine tarihsel bir meşruiyet alanı açıyorlar mı? Yağma, tecavüz, alıkoyma gibi insanlık suçlarını saymıyoruz.
Artık sona gelelim ve “Komünist”imizin açıkça söylemediği ama ima ettiği şeye; Rusya ordusu, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyeti silahlı güçlerinin “sert direniş” yüzünden ilerlemedikleri iddiasına bakalım. Diyor ki, “Komünist”imiz,
“Evet, her durumda Rusya’nın güçlü bir silahlı direnişle karşılaştığı ve bu direnişi çözemediği görülüyor.”
“Komünist”imizin faşist Ukrayna ordusunun ve yanı başındaki faşist katil sürülerinin Rusya ordusu ve iki Halk Cumhuriyeti silahlı güçleri karşısındaki pozisyonlarını “direniş” olarak gördüğüne işaret etmiştik. Bu biçime ilişkindir ve pek önemsemiyoruz. Fakat “Komünist”imiz, bu faşistlere neredeyse kahramanlık payesi verecek kadar pek sıkı direndiklerini ve Rusya ordusunun bu nedenle onları “çözemediği”ni ileri sürüyor. NATO ve emperyalist hükümetlerin savaş propagandası da bu yönde. Eğer bu bir yalan propagandadan ibaret olmasaydı üzerinde durmazdık. Zira, savaşta bu da mümkündür der geçerdik. Ama Rusya ordusu ve iki halk Cumhuriyeti silahlı güçlerinin hızla ilerlememesi, emperyalist hükümetlerin ileri sürdükleri gibi, faşist Ukrayna ordusunun ve neo-Nazi faşistlerin “sıkı direnişi nedeniyle değil. Peki neyden dolayı?
“Komünist”imiz ikna olur umuduyla yanıtı ABD ordusu danışmanlarının sözlerini aktararak vermek istiyoruz. Haberi tümden vermeyeceğiz. Uzun olur. Bunun yerine sadece bir paragraf aktarıp link vermekle yetineceğiz. ABD ordu danışmanının sözleri en özet haliyle şöyle:
“Topçu ve roketlerin yoğun nüfuslu merkezlerin yakınında olduğu güney şehirlerinde bile, Rusya saldırıları, çoğu zorunlu olarak kentsel alanlardan hareket eden Ukrayna askeri birimlerini hedef almaya çalışıyor gibi görünüyor..(...)Haberlerin Putin'in sivilleri hedef aldığını tekrarlayıp durduğunu biliyorum, ancak Rusya'nın bunu kasıtlı olarak yaptığına dair bir kanıt yok. Aslında, Rusya isteseydi binlerce sivili öldürebilirdi.”
Bir de “Komünist”imiz Rusya ordusunun sivil yerleşim yerlerini bombaladığı yalanına güç katmak için, söyleşisinin yayınlandığı yere bombalanmış bir apartman resmi koymuş. Kimin aklıysa, pek akıllıca! NATO'nun şimdiki başı Stoltenberg ve şürekasından bir aferin hakedilmiştir artık.
Taylan Işık