İşimiz kişilerle değil. En başta bunu bir kenara not edelim. Kişilerin görüş ve düşünceleri ancak genel bir düşünce eğilimini ya da çizgisini ifade ettiği zaman ilgi alanımıza girer.
Devrim mücadelesi, sosyal reformizme karşı mücadeleden ayrılamaz. Başka bir ifadeyle, devrimin zaferi, sosyal reformizme karşı ideolojik mücadelenin başarısına bağlıdır. Sosyal reformist düşüncelerin, başta işçi sınıf olmak üzere, devrimin toplumsal güçleri üzerindeki etkisi, tümden olmasa bile, önemli ölçüde kırılıp etkisiz hale getirilmedikçe devrimin zaferinden söz etmek mümkün olmayacaktır.
Sosyal reformist düşüncelerin eleştirisi ve teşhiri bu bakımdan yaşamsal önemdedir. Bu düşüncelerden biri, iç savaşa ilişkindir. Marx'ın olsun, Engels'in olsun, Lenin'in olsun; Marksizmin kurucularının düşüncelerinde son derece önemli bir yere sahip olan iç savaşa dair yaklaşım ve bakış, sosyal reformistlerin, en çok çarpıttıkları konuların başında gelir.
TKP çizgisinde yayın yapan soL Haber'in daimi yazarlarından Fatih Yaşlı, istisnasız bütün sosyal reformist partilerin ve çevrelerin, dahası liberal kesimlerin iç savaşa dair düşüncelerini yansıtacak bir yazı yazmış. Başka bir ifadeyle, muhtemelen kendini “komünist” kabul eden bu kişinin yazısına her liberalin, her uzlaşmacının, her sosyal reformistin imza atacağından kuşku duyulmamalı.
Dinci faşistlerin kendi aralarındaki rekabet ve liderlik çatışmasından yola çıkan F.Yaşlı, ilgi alanımız dışındaki bu konuyla ilgili düşüncelerini yazdıktan sonra, iç savaş konusuna geliyor ve şöyle diyor:
“İç savaş” savaşların en korkunç ve en trajik olanıdır. Çünkü savaşın bu türü eninde sonunda bir “kardeş kavgası”na tekabül eder. Çünkü “iç savaş”ta aynı ülkenin yurttaşları, siviller birbirini öldürür. Çünkü “iç savaş”ta yüzyıllardır aynı coğrafyada yaşamış olan insanlar birbirini katleder. Çünkü “iç savaş”ta düşmanınız bir yabancı değil, düne kadar aynı mahallede oturduğunuz, aynı otobüse bindiğiniz, birbirinize yolda selam verdiğiniz kişidir. Üstelik iç savaşlar, gerçek kutuplaşmayı, yani sömürenler sömürülenler arasındaki kavgayı perdelemek, etkisizleştirmek, maniple etmek için kullanılır. Bunun için sahte kutuplaşmalar yaratılır, din, etnik köken, mezhep üzerinden toplumlar, halklar birbirine düşürülür ve kırdırılır.
“İç savaş”ın alenen konuşulur hale gelmesi, o ülkede toplumun çürüdüğüne, çözüldüğüne ve kamusallığın çöktüğüne işaret eder.”
Uzun tuttuğumuzun farkındayız fakat bir sosyal reformistin iç savaşa nasıl baktığının anlaşılması için gerekliydi. Dahası var ama, biz bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz. Yine de merak eden okurumuz, verdiğimiz linkten yazının tamamını okuyabilir.
Muhtemelen kendini “komünist” kabul eden yazarımız, iç savaşın “korkunç ve trajik” yanını görüyor; bu savaşın “kardeş kavgası”na tekabül ettiğini ve bu nedenlerle iç savaşa karşı çıkılması gerektiğini vb vb. vaaz ediyor.
Gerçekten de, iç savaş, her savaş gibi gerçek bir savaştır. Her savaş gibi, belki de dış savaşlardan daha fazla kanlıdır, daha acımasız, daha şiddetli geçer. Bunun gibi daha pek çok şey sayılabilir.
Ama tüm bunlar, bir komünistin, o “komünist” kendini liberal ya da sosyal reformist ilan etmedikçe, iç savaşa karşı çıkmasına bir gerekçe oluşturur mu? Kapitalist toplum içinde, burjuvazinin egemenliği koşullarında hiç bir gerçek -sözde değil- komünist iç savaşa karşı çıkmaz. Aksine, her devrimci komünist, iç savaşın sınıf savaşının bir devamı ve gelişmenin belli bir aşamasında sınıf savaşının kaçınılmaz bir durağı olduğunu bilir ve kabul eder.
Sadece o da değil. Kapitalizm, emekçi sınıflar üzerinde sürekli bir sömürü, sürekli bir baskı, sürekli bir savaş tehlikesi anlamına gelir. Tam da bu yüzden, Lenin, “Sürekli ve demokratik barış isteyen herkes, hükümetler ile burjuvaziye karşı iç savaştan yana olmak zorundadır” der.
Komünistler, savaştan yana olmazlar. Ama komünistler, kapitalizmin, burjuva egemenliğin bitmez tükenmez bir savaş demek olduğunu, emekçi sınıflar için süreğen bir acı, yokluk, yoksulluk, gözyaşı olduğunu bilirler. Bu yüzden, burjuva egemenlikten kurtulmak, kapitalist özel mülkiyete son vermek, yeni ve daha ileri bir topluma, sosyalizme, oradan da komünizme geçmek için burjuvaziyle savaşmaktan başka bir yol olmadığını bilirler.
Komünistler, savaşa karşıdırlar ama her türlü savaşa karşı olmazlar. Burjuva egemenlikten kurtulmak için, diyelim ki, sömürgecilik döneminde sömürge olmaktan kurtulmak için verilen savaşa/savaşlara karşı olmazlar. Bunlar devrimci savaşlardır. Komünistler, pasifistlerden farlı olarak, kan ve ölüm içeriyor diye, “her türlü savaşa karşı” olmak gibi bir düşünceyi kabul etmezler. Haksız, sömürücü sınıfların daha fazla semirmek için çıkarttıkları savaşlara karşı olurlar. Ama ya devrimci savaşlar? Emperyalizme, kapitalizme, burjuva egemenliğe emekçi sınıfların, ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan halkların verdikleri savaşlar? Savaş, savaştır. İnsanların acı çekmediği, kan dökülmedik bir savaş olmaz. İç savaş da böyle bir savaştır. Hatta, bazı durumlarda bunlardan, dış savaşlardan ya da emperyalizme karşı verilen kurtuluş savaşlarından daha kanlı geçer. Ama böyledir diye, komünistler iç savaşa karşı çıkmaz, “aynı ülkenin yurttaşları, siviller birbirini öldürür” yavanlığı ile iç savaşa karşı çıkmazlar. Hadi, sosyal reformistlerimiz için daha can sıkıcı olacak biçimde söyleyelim, komünistler, eğer sosyalizm davasına ihanet etmeyeceklerse, iç savaştan yana olmak zorundadır.
“İkincisi, diyor Lenin, iç savaş da öteki savaşlar gibi bir savaştır. Sınıf savaşımını kabul eden herkes, -sosyal refromistler buraya iyi okusunlar (bn)- iç savaşı kabul etmek zorundadır. Her sınıflı toplumda -yoksa bizim toplum kaynaşmış, sınıfsız, zümresiz bir toplum mu dersiniz- iç savaş doğal, ve bazı koşullarda sınıf savaşımının kaçınılmaz devamı, gelişmesi ve şiddetlenmesidir. Bu her büyük devrimle doğrulanmıştır. İç savaşı kabul etmemek ya da görmezlikten gelmek, büyük bir oportünizme düşmek ve sosyalist devrimi yadsımak olur.”
Lenin'in sözleri çok açık; ek bir söze gerek yok. Peki, “komünist” geçinip de, iç savaşa şiddetle karşı çıkan sosyal reformistlerimize ne demeli?
Leninistler, burjuvaziye ve emperyalistlere, bunların hükümetlerine karşı bir iç savaştan yanadırlar. Sürekli ve demokratik bir barış istedikleri için böyle bir savaştan yanadırlar. Şimdilerde bol bol demokratik barıştan söz edenler, burjuvaziye karşı iç savaşı reddederken aslında emekçi ve ezilen halklara yalan söylemiş, burjuvazinin karakteri hakkında onları aldatmış oluyorlar. Çünkü, gerçekten demokratik ve kalıcı bir barış isteyenler, burjuvaziyi bir devrimle devirmek, onun egemenliğine son vermek, politik iktidarı ele geçirerek kapitalist özel mülkiyeti toplumsallaştırmak zorundadır. Bunun için burjuvaziyle savaşmaktan başka yol var mı?
Sosyal reformistlerimizin iç savaştan büyük bir korkuya kapılarak ve iç savaşa kesin biçimde karşı çıkarak nasıl bir oportünizme düştükleri yeterince açık değil mi? Sonra, sosyal reformist partilerin iç savaşa karşı çıkmalarının iç savaşın patlak verip vermemesi üzerine ne gibi bir etkisi olur ki?
Hiçbir etkisi olmaz. Çünkü iç savaş birileri istedi diye çıkmaz ve birileri istedi diye ortadan kalkmaz.
“İç savaş, diyor Lenin, birbiri ardı sıra gelen birbiri üzerine yığılmış, artmış, kızışmış, iktisadi ve siyasal çatışmalardan sonra iki sınıf arasında silahlı çatışma haline dönüşen sınıf savaşımının, en keskin biçimidir.”
Devam ediyor Lenin, “Ülkelerin pek çoğunda -hemen istisnasız hepsinde denilebilir- ne kadar az özgür ve az gelişmiş olurlarsa olsunlar, kapitalizmin bütün iktisadi gelişmesinin, bütün dünyadaki modern toplumun tüm tarihinin, aralarında uzlaşmaz karşıtlık yarattığı ve bu uzlaşmaz karşıtlığı güçlendirdiği sınıflar arasında, yani burjuvazi ile proletarya arasında iç savaş görülür.”
Eğer sosyal reformistlerimiz, tarihin lokomotifi sınıf savaşımını önleme güç ve yeteneğini gösterebilirlerse o zaman iç savaşı engelleyebileceklerini kabul etmeye hazır olacağız. Şaka bir yana, sosyal reformistlerimiz, iç savaşa karşı çıkarlarken sadece emekçi sınıfları aldatmakla kalmıyorlar, Don Kişot'luk da yapmış oluyor. Üstelik burjuvazi hesabına.
Bu kadarı yeter!
Sosyal reformistlerin ne sınıf savaşı, ne bu savaşı sonuna kadar götürme, ne burjuva egemenliği bir devrimle yıkma ne de sosyalist devrim gibi sorunları var. Onlar sosyalizmi, sosyalizme geçişi istiyorlar ama sükunet ve suhulet içinde; kimsenin burnu kanamadan, kimsenin canı yanmadan.