Yalancı çoban ilk defa doğruyu söylüyor, ama muhataplarını inandıramıyor. İktidarın sözcüleri, ekonomik buhran üzerinden yüklenen gerici muhalefet blokuna karşı, “ama dünyada da durum aynı” cevabını veriyorlar.
Sahibine göre kişneyen anket şirketlerinin çıkardığı sonuçlardan başı dönen ve burnunun ucunu görmekte acizleşen gerici muhalefet, yaşanan buhranın Türkiye’ye özgü olduğunu kanıtlama telaşında. Çünkü, başka türlü ceplerinde taşıdıkları zehir reçeteyi gizlerken, kitlelere o yavan lapayı yutturamazlar. Nedir o yavan lapa? Hele bir tek adam rejiminden kurtulalım, görün bakın memlekete nasıl sıcak para, yatırım, itibar ve güven gelecek...
Tuhaf görünebilir ama biz, en azından bu mücadelede, dinci faşizmin doğruyu dile getirdiğine, gerici burjuva muhalefetin ise açlıkla boğuşan emekçileri alçakça bir yalanla oyalamaya çalıştığına tanıklık edeceğiz. Ne doğruyu söyleyen iktidar ne de pembe tablolarla kendini oyalayan gerici muhalefet, karşılarına çıkan buhranın gerçek içeriği ve çapı hakkında fikir sahibi.
Sonda söyleyeceğimizi en başta ifade edelim: Buhran bu topraklara özgü değil, küresel çaptadır. Dahası, dört asrı aşkın süredir dünya proletaryasını köleleştiren, milyonlarca emekçiyi dizginsiz bir sömürü ve baskı altında ezen, sayısız savaşlar ve iki dünya savaşıyla yüzmilyonların katline sebep olan, paçalarından sadece kan ve irin akan bu sistem, en gelişkin haliyle emperyalist-kapitalist sistem, kendi kurduğu uygarlığı da çökerterek tarih sahnesinden çekilmek üzeredir. Her şey, adeta hızlandırılmış film şeridi, gözümüzün önünde cereyan ediyor. İnsanlık, dört yüz yılda dünyayı bir felaketin eşiğine getiren kapitalist sistem parantezini kapamak üzere, nihai saldırı evresine girmiştir.
Yüzlerce yıllık tarihi bir dönemin kapandığı, yeni bir dönemin açıldığına ilişkin bu son derece iddialı tez, ilk defa dile getirilmiyor, Leninist literatürde yirmi yıllık bir geçmişi var. Ama, ilk dile getirildiğinde kibirle burun kıvıranlar, şimdilerde iyice üst üste binen olgulara daha fazla direnemiyorlar ve benzer tezleri, aynı açıklık, aynı zenginlikte olmasa bile, şurasından, burasından tutarak işlemeye çalışıyorlar. Meseleyi biraz olsun berrak şekliyle görmek, tarih bilincini ciddiye alan akademisyenlere nasip oldu. Pek çoğu, son zamanlarda hemen aynı tespitte birleşiyorlar. Açlık, kıtlık, hastalık ve savaş; mahşerin bu dört atlısı hangi vakit birlikte harekete geçtiyse, insanlık tarihi olağanüstü değişimler geçirmiştir.
Yayınlarda ısrarla kapitalist uygarlığın çöküşünü ele veren işaretlerle dolu olgulara yer verdik. Ve diğer taraftan, bu çöküşün sistemin efendilerince nasıl itiraf edildiğini göstermek gayretinde olduk. Şimdi bir kere daha, yeni olaylar ve olgulara bakarak, sermaye dünyasından yansıyan raporlar eşliğinde, yalancı çobanı hiç olmazsa bir kez haklı çıkaralım. Ele alacağımız rapor, Alman emperyalizminin temel direklerinden, iki asırlık devasa mali-sermaye grubu Allianz’a ait. Rapordan, Birgün gazetesinde Bahadır Özgür’ün aktardığı kadarına erişme şansımız oldu, ama o bile yeter. Rapora geçmeden önce onu neden ciddiye almak gerektiğine ilişkin birkaç kelam edelim. Benzer içerikte raporlar, özellikle son beş yılda Davos zirvelerinde, IMF ve DB toplantılarında, BM çatısı altındaki kurumlarda pek çok kez kaleme alındı. Ancak bu raporlara yansıyan ruh, ABD’ye özgü, kendini çekiç, geri kalan her şeyi çivi gören kibrini yansıtıyordu.
Buna karşılık Alman sermayesi, kendisini tarih sahnesine hep geç kalmış çıkartan o “kırk kere ölçüp, bir kere biçmek” titizliğine sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda o, bin kilometre öteden komünizmin kokusunu alır. Tarihleri boyunca, yıkıcı boyutta bir proleter devrimle karşılaşmamış İngiliz ve ABD’li burjuvaların kibirli budalalığının aksine, yalnızca Allianz tekelinin, iki yüz yıllık ömründe tanık oldukları bile aradaki farkı kavramaya yeter. Almanya, kendi toprakları içinde 1848 ve 1919’da silahlı proletaryanın devrimci ayaklanma ve devrimleriyle en az iki kez iliklerine dek sarsılmakla kalmadı; dahası, elli yıla yakın, bu ülkenin bir kısmında sosyalist bir toplum inşa eden Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin güçlü ışıldakları altında nice uykusuz geceler geçirdi. İşte tüm buna benzer nedenlerle, Alman mali-oligarşisinin kapitalizmin kaderine dair bir raporu varsa, diğerlerine kıyasla daha fazla ciddiye almak gerekir. Elbette ihtiyatı elden bırakmadan. Çünkü, besbelli ki, kamuoyuna açıklanacak şekle bürünmüş raporda, laf cambazlıkları, üstü kapalı ifadelerden bolca var. Bu yüzden olsa gerek, raporu yorumlayan Bahadır Özgür, ele aldığı meseleyi hiç ama hiç anlamadığını şu sözlerle ifşa ediyor: “.... küresel sermayenin yeni ihtiyaçlarını şekillendireceği, yeni siyasal sonuçları deneyimleyeceğiz”. Hasta, doktorunun ‘ne istersen ye’ dediği evrede ama, burjuvazinin ölümsüzlüğüne iman etmiş dar kafalı küçük burjuva farkında değil.
Laf cambazlığı, henüz daha raporun başlığında kendini ele veriyor: “Yaşam Pahalılığı Krizi ve Sivil Huzursuzluk”. Birgün’de yayımlandığı kadarıyla bile, rapora baştan sona damgasını vuran tezlere bakıldığında, burada sözü edilenin aslında, İngilizce “Civil war” yani iç savaş olduğu hemen anlaşılıyor. Raporu hazırlayanların kimlikleri, cambazlığı ele vermeye yeter. Bir sigorta devi, alışageldiği üzere, bu raporu ekonomistlere, risk analistlerine, hesap uzmanlarına değil, ama bir “Terör ve Siyasi Şiddet Bölümü kıdemli Yönetici”sine emanet etmiş. Kıdemli uzmanın bir tespiti “huzursuzluk” gibi epey yumuşatılmış ifadenin gerçek içeriğini ifşa ediyor: “Sivil huzursuzluk, birçok şirket için giderek artan bir şekilde terörizmden daha kritik bir sorun” Acaba ne tür bir huzursuzluk, örneğin son yirmi yılda Avrupa başkentlerini vuran ve kitlesel kıyım boyutlarına ulaşan bireysel şiddet eylemlerine atıf yapan bir “terörizm”den daha kritik bir sorun ne olabilir? Cambazlık işe yaramıyor. Biraz mantığa sahip hiç kimse, raporun sivil huzursuzluğu değil, iç savaşı konu edindiğinden şüphe duymaz.
İlerleyen bölümde sahneye üstü örtülü imalar çıkıyor. Diyor ki, Allianz raporu kamuoyuna açık versiyonunda “Covid-19’un artçı sarsıntıları, yaşam maliyeti krizi ve dünya çapında toplumları bölmeye devam eden ideolojik değişimler (abç) göz önüne alındığında, toplumsal huzursuzluk vakalarının yakın zamanda azalması, pek olası değil”. Yukarıdakine benzer bir soruyu yineleyelim: Acaba hangi tür bir ideoloji, kitleler için değil ama şirketler için kritik bir sorun oluşturur ve dünya çapında toplumları bölmeye muktedirdir? Bunun dini, etnik vs, referanslara değil ama, biricik evrensel içeriğe sahip sınıfsal referanslara dayanan türden bir ideoloji olduğu açık değil mi? Allianz raporu, ideolojik kararlılıkla kuşanmış iki sınıfın, dünya çapında toplumları bölen bir iç savaşta karşı karşıya gelmekte olduğunu, tedbirler bölümünde daha açık ifade etmek zorunda kalmış: “İşletmeler tetikte olmalı ve iş ve kişisel mülke (abç) zarar verme potansiyelini öngören ve önleyen gerilimi azaltma ve müdahale için net yollar belirlemeli.” Herhalde artık, bu huzursuzluğun, mülksüzleştirenler ve mülksüzleştirilenler arasında nihai bir kapışmayı dile getirdiğine dair pek az kuşku kalmıştır. Allianz ejderhası, dünyanın her tarafında gözü kulağı olan bu bin kollu ahtapot, önümüzdeki dönemde en az 75 ülkede sivil huzursuzluğun yani iç savaşın yaşanacağına, üstelik sosyal medya sayesinde aynı anda birçok yerde patlak verip kolayca yayılabileceğine kanaat getirmiş. İki yüzyıllık köklü varlığına ve azametine rağmen, bin kollu ahtapot, karşılaşacağı küresel devrim fırtınasına gücün, zorun yetmeyeceğini anlamış olmalı ki, şirketlerine şimdiden “gerilimi azaltmak için net yollar belirleme” tavsiyesinde bulunuyor.
İşte size, kırk kere ölçüp bir kere biçen, komünizmin kokusunu bin kilometre öteden alan Alman mali-oligarşisinin, 75 (en az) ülkeyi kapsayan, bu çapıyla ve şiddetiyle, olsa olsa, kapitalist uygarlığın çöküşünü haber veren raporu.
Dinci faşizmin yalancı çobanları “ama dünya da aynı” derken, kendini aklamanın sefilce çırpınışlarını sergiliyor; ama aynı zamanda bu çırpınış, seçimle iktidara gelme hayallerini kitlelere pazarlayan gerici burjuva muhalefete uyarıdır: Pembe hayalleri bırakın! Dışarıdan, ne yatırımcı gelecek ne de sıcak para yağacak. Dışarıdan gelecek tek şey “sınırları, ideolojik bağlılıkları aşan, sosyal medyanın kontrol edilemez gücünü arkasına alıp kolayca yayılabilecek” (rapordan) bir küresel iç savaş ve devrim fırtınasıdır.