Sosyal reformist parti ve hareketler, her seçim öncesinde, dönüp dolaşıp bir “birlik” ilan ediyorlar; güçlerini birleştiriyorlar; sonra ne oluyorsa, dağılıyorlar. Bir sonraki seçim arifesine kadar.
Her birlik oluşum sürecinin klişeleşmiş parolası şudur: Biz birliği sadece seçimlerle sınırlı tutmuyoruz, birliğimiz seçimlerle sınırlı değil. Belli ki, “parlamentarist” diye anılmamak için özel bir çaba içindeler. Devrimci bir politika, devrimci bir hedef, devrimci bir pratik içinde olmadan devrimci görünmek istiyorlar.
Bunun nedeni belli: Türkiye ve Kürdistan'da tekelci sermaye egemenliği, buna burjuva düzen de diyebiliriz, şiddetli bir ekonomik ve politik kriz içindedir. Bu olgu, bazı sosyal reformist partiler, onların liderleri tarafından laf kalabalığı ile karartılmak istense de, çoğu sosyal reformist çevre tarafından da, genel olarak kabul ediliyor.
Örneğin, Halkevleri Genel Başkanı, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu, işin içine kendilerini de katan bir ifade kullanarak, şu sözlerle tanımlıyor:
“Muazzam bir toplumsal ekonomik çöküntü içindeyiz. Bunu gündelik hayatta sert bir yoksullaşma, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerde enkaz görünümü, temel hak ve özgürlüklerin kırıntılarının da ortadan kaldırılması, çürüme ve gerici-şoven eğilimlerin kışkırtılması şeklinde yaşıyoruz. Bu sistemsel bir kriz.”
Evet, “sistem”, yani tekelci kapitalist düzen “toplumsal ekonomik çöküntü” içinde. Bir sınıfın egemenliği ekonomik ve toplumsal bir çöküntü içindeyse, Marksist literatürde buna “devrimci durum” denir. Devrimci durum koşullarında işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul kitlelerin, ezilen halkların, yani toplumun en alt sınıflarının taşıdıkları devrimci enerji; sömürü, açlık, sefalet, işsizlik, faşist devletin baskı ve terörüne karşı devrimci mücadeleye duydukları istek sosyal reformist partilerin, çevrelerin “devrimci” görünme zorunluluğu duymalarının nedenidir.
Devrimci durum, devrimi güncel hale getirir. Devrimci durum koşullarında devrimci parti ve güçler en başa burjuva egemenliğin bir devrimle yıkılarak ekonomik ve politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini koyarlar; seçimler üzerine yavan gevezelikler yapmayı değil.
“İki arada bir derede” durumundalar ve ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bir yandan devrimin toplumsal güçlerindeki devrimci enerji, düzene, faşizme karşı öfkeli, mücadele isteği ile dolu ruh hali, ama öte yandan büyük amacı, büyük hedefi bilinmez bir geleceğe erteleyerek, düzeni reformlarla iyileştirme, en azından şimdilik yaşanabilir hale getirme politikası. “Sosyalizm mi, elbette, ama şimdi yapacak başka, acil işlerimiz var”. Daha da ileri giderek, “bize devrim gerek”, ama şimdi değil, gelecekte... İşte istisnasız tüm sosyal reformist parti ve çevreleri kırmızı bir çizgi gibi boydan boya kesen ortak düşünce budur.
Örnek verdiğimiz Halkevlerinin Genel Başkanı, aynı söyleşisinde, “Reform mümkün değil, bize devrim lazım” sözüyle önce üstüne devrim pelerinini şöyle bir atıyor ama hemen bir kaç cümle arkasından “devrim” sözcüğünü “sosyalist atak”a çeviriyor.
“ 'Sosyalist atak' elbette bir iktidar mücadelesidir. Bu da hükümet değişikliği ile yetinmeyen, onu da içeren ancak ülkemizde faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını hedefleyen bir mücadeledir.”
Burjuva sınıf egemenliği koşullarında reform mümkün mü değil mi konusu bir kenarda dursun, “bize devrim gerek” diyen Halkevleri Genel Başkanı' nın biraz ilerde devrim ve iktidar mücadelesini bilinmez bir geleceğe erteleyerek direniş örgütleme noktasına gerilediğini görüyoruz. Ama biz, söyleşinin linkini vererek başka bir örneğe geçmek istiyoruz.
Sosyal reformist parti ve örgütlerin burjuvazinin kuyruğuna takılmak ile devrimci görünmek arasında nasıl bir çaresizlik içinde olduğunu gösteren ikinci örneğimiz TKP Genel Sekreteri'dir. Ama, TKP Genel Sekreteri'nin sözlerine geçmeden önce şunun altını çizmek istiyoruz: Bu sosyal reformist, kendi saflarında yetişen TİP Genel Başkanı gibi “acemi” değil. Burjuvaziyle, burjuva sınıfın bir kanadı olan gerici-faşist “Millet ittifakı” ile işbirliğini öyle TİP Genel Başkanı gibi açıktan, açık çek vererek, dobra dobra yapmıyor. Daha dolaylı, lafı eğip bükerek, işbirliği politikasının üstünü ince de olsa bir tülle örtmeye çalışarak yapıyor. Şöyle:
“Altını çiziyorum iki şeyi yapmayacağız. Teslim olmayacağız bugünkü alternatiflere, başka bir seçenek olduğu iddiamızı başka bir bahara ertelemeyeceğiz. Ama aynı zamanda da Erdoğan'ın yeniden seçilmesine yardımcı olmayacağız. Bunun çok açık iki önerme olduğunun altını çiziyorum”
Bir kere, bu sözlerde “iki önerme” yok. Bir itiraf ve bu itirafı örtmek için edilmiş bir laf yığını var. Biz işin itiraf yanı üzerinde duracağız. İtiraf şudur: TKP Genel Sekreteri, lafı eğip bükerek, dolandırarak “Erdoğan'ın yeniden seçilmesine yardımcı olmayacağız” “önermesi”yle aslında “Millet İttifakı” denen gerici-faşist ittifakı seçimlerde destekleyeceklerini söylemek istiyor. Ama sosyal reformist politikanın acemisi, TİP Genel Başkanı gibi “açık çek” vererek değil, ne yapacağını söyleyerek hiç değil, ne yapmayacağını söyleyerek yapıyor bunu.
Dedik ya, TKP Genel Sekreteri sosyal reformist politikanın acemisi değil diye, kendisi de sözleri arasındaki çelişkinin farkında olarak şöyle devam ediyor: “Biz bu çelişir gözüken iki tutumu biz devrimci yaratıcılığımızla çözeriz.” “Çelişki var ama biz onu çözeriz”, nasıl çözersiniz? “Devrimci yaratıcılığımızla”. Peki nedir bu “devrimci yaratıcılığınız”, söyleyin de bilelim! “Yok, o kadarı da bizde kalsın” demeye getiriyor. Gülünç, değil mi? Ama bu sözler gerçektir. Sonra devam ediyor Genel Sekreter:
“Seçenekler arasında aday göstermek var, o adayla sonuna kadar gitmek var, aday göstermemek var. Değerlendireceğiz.”
Eski Genel Başkanı'nı CHP'den Beyoğlu Belediye Başkanlığı'na aday gösteren, dünün ÖDP'si, bugünün SOL Parti'si adına da konuştuğu anlaşılan TKP Genel Sekreteri, papatya falı açar gibi, aday gösterebiliriz, o adayla sonuna kadar gidebiliriz, aday göstermeyebiliriz derken bakın partisi TKP, “devrimci” görünmek için bundan bir kaç ay önce nasıl açıklama yapıyordu:
“Türkiye’de ve dünyada eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik, zorbalık, adaletsizlik ve savaş üreten toplumsal düzenin yıkılıp yerine insanca bir düzenin kurulması yarının değil bugünün acil görevidir. Bu görevi zamansız bulmak, ertelemek uluslararası tekellerin milyarlarca insanı yıkıma sürükleyen egemenliğini kabul etmek demektir.”
Evet, kelimesi kelimesine aynen böyle.. Bu düzeni yıkmak, bilinmez bir geleceğin değil, bugünün acil görevidir. Gerçi, bu ifadede de sosyal reformistlerin istisnasız tümünün özenle kaçındıkları can alıcı noktadan, proletaryanın burjuva devlet karşısındaki görevinden, bu düzenin nasıl yıkılacağı sorunundan söz edilmiyor ama şimdilik bunu bir yana bırakalım. Ne diyor TKP Bildirisi? Bu görevi zamansız bulmak, ertelemek Uluslararası tekellerin milyarlarca insanı yıkıma sürükleyen egemenliğini kabul etmek demektir.
Dün, “bugünün acil görevi” böyleydi; bugün acil görev “Erdoğan'ın yeniden seçilmesine yardımcı olmamak” numarasıyla “Millet İttifakı” üzerinden kitleleri burjuvazinin kuyruğuna takmak..
Ama haksızlık etmemek gerek. Ne Halkevleri, ne TKP bu işte yalnızlar. Onlar sadece iki örnekten ibaret. Devrimci dönemde, toplumsal devrimin pratik bir sorun olarak karşımıza çıktığı ve günün acil görevinin kitleleri devrim- iktidar hedefine çağırmak, onlara devrimin kaçınılmazlığını, genişliğini, derinliğini anlatmanın birincil ve acil görev olduğu koşullarda yüzünü seçim-sandık-parlamentoya çevirdikten sonra ne yapılabilir ki?
Günün acil görevi olarak parlamentoyu, seçimleri gündemine alan, dinci faşist iktidara kin ve nefret duygularıyla yüklü yoksul, emekçi kitlelere, ezilen halklara ayaklanma ve devrimi değil de seçimleri işaret edenler başka ne yapabilirler! Kendi adaylarıyla çıksalar oyları bölerek Erdoğan'ın işini kolaylaştırmış olacaklar; Erdoğan'a karşı kitleleri “Millet İttifakı”nı desteklemeye çağırsalar, burjuva işbirlikçi politikaları açığa çıkacak. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık; yutkunma imkanları hiç yok!
TİP Genel Başkanı, TKP Genel Sekreteri ya da Halkevleri Başkanı gibi değil, açık açık konuşarak bütün bu ağırlıklardan kurtuldu. “Biz, dedi, 'Millet İttifakı'nın adayını desteklemeye hazırız yeter ki, ikinci bir Ekmeleddin vakası yapmayın”. TİP Genel Başkanı'nın bu düşüncede yalnız olmadığını biliyoruz. Nitekim, onun da dahil olduğu bir ittifak şekilleniyor ve birlikte yürüyeceği partilerin bu politikayla hareket edeceklerinden şüphe yok!
Başka ne yapsınlar!