İşçi sınıfı ve diğer ücretli emekçilerin, yoksul kitlelerin önüne hangi taleplerle çıkmalıyız; hangi talepleri öne sürmeliyiz?
Leninist Partinin bütün sosyal reformist partilerden ve oportünist hareketlerden temel ayrımlardan birisi de bu konudadır. Öyleyse bu konunun büyük bir açıklıkla anlaşılması gerekir.
Konunun güncel önemi şuradan ileri geliyor: Kapitalist sömürü ve faşist baskıdan bunalan işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıfların yıkıcı devrimci öfkesi biriktikçe bütün burjuva partiler gibi sosyal reformist partiler ve oportünist hareketler de bu devrimci yıkıcı öfkeyi düzen sınırları içinde tutacak çabalarına hız verdiler.
Bunu en somut haliyle, CHP Genel Başkanı'nın kitlelerin karşısına her gün yeni bir vaatle çıkmasında görmek mümkün. KHK'lılardan EYT'lere, oradan öğretmenlere, hayat pahalılığından yakınan yoksullara, devletin faşist baskısından bıkmış Kürt halkına kadar, kapitalist sömürü ve faşist baskıdan bunalmış; düzen ve faşist devlete kin ve öfke gibi şiddetli duygular besleyen, akla gelebilecek tüm toplumsal kesimlere, “halk iktidarı” dahil türlü çeşitli vaatlerde bulunuyor.
Sosyal reformist partiler bu gerici burjuva partisi ve liderinden geri kalmıyorlar. Bir farkla ki, bunlar, düzen içi talepleri sosyalizm sosuna batırarak; kavramları muğlaklaştırarak öne sürüyorlar. Bunun en açık, sahteliği hemen anlaşılabilecek olanı, temel tüketim mallarındaki her fiyat artışından sonra “kamulaştırma” talebini yükseltmeleridir.
Oysa, sosyalizmi çağrıştıran bu kavram, burjuva düzen sınırları içinde ve burjuva devlet ayakta kaldıkça, gerçekte emekçi sınıfların çıkarları açısından hiç bir anlam ifade etmediği gibi, burjuva devletin güçlendirilmesinden başka bir anlam da taşımaz.
“Kamulaştırma” Türkiye için yeni, bilinmedik bir politika değil. Özellikle 1929 krizinin etkisiyle 30'lu yıllar devletin emekçi sınıflar üzerinde hayasız bir sömürü politikası eşliğinde en çok kamulaştırma yaptığı yıllar oldu. Devletin kamulaştırmaları, emekçi sınıflar üzerindeki sömürüyü azaltmaya değil, burjuva sınıfı güçlendirmeye yönelikti. Bugün de yapılacak kamulaştırmaların farklı bir amacı olmaz.
Kısaca, devlet, burjuvazinin devleti, burjuva sınıfın egemenliğini koruma aracı olarak kaldığı sürece, devletleştirme üzerine yapılacak güzellemeler sadece işçi sınıfını, emekçileri, yoksul kitleleri aldatmaya, kandırmaya yarar; emekçi sınıflarda ve ezilen halklarda devlet hakkında yanılsamalar yaratır.
Emekçi sınıflar, ezilen halklar, yoksul kitleler elektrikten suya, doğalgazdan tüm temel tüketim mallarına kadar fiyatların düşmesini; tükettikleri malların fiyatlarının ucuzlamasını istiyorlar.
Marx'ın örnek verdiği Paris Komünü bu ucuzluğu yaptı. Paris Komünü, bunu, yani “ucuz Hükümet” talebini nasıl gerçekleştirdi? Marx'ın sözleriyle söylersek; "Komün, iki büyük masraf kaynağını, sürekli ordu ve memurculuğu ortadan kaldırarak, bütün burjuva devrimlerin belgisi olan ucuz hükümeti gerçekleştirdi."
Evet, yaşamın her alanının ucuzlamasını isteyen sınıf, burjuva devlet aygıtını zora dayalı bir devrimle ortadan kaldırarak halkın iktidarını kurmalıdır. Komünist bakış açısı budur. Leninistlerin işçi ve emekçi sınıflara anlatacakları şey budur. Sosyal reformistler, ucuzluk için bu bakış açısı yerine, devlete ilişkin tek söz etmeden,“kamuculuk” önererek işçi sınıfının, emekçilerin sınıf çıkarlarından, komünizm düşüncesinden ne kadar koptuklarını ortaya koyuyorlar.
Leninistler, demokratik önlemleri öne çıkarmalılar. Ama bu demokratik önlemler sosyal reformistlerin öne sürdükleri, her biri burjuva düzenin restorasyonundan başka işe yaramayacak, adına “temel hak ve özgürlükler” dedikleri ıvır zıvır şeyler değil, kapitalizmden sosyalizme götüren köprü işlevini de görecek içerikte talepler olmalıdır.
Devrimci demokratik cumhuriyet, yani işçi sınıfı ile yoksul köylülüğün iktidarı, öne sürülmesi gereken taleplerin başında gelir. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, zindanların yıkılıp tutsakların özgürleştirilmesi, kadınlara hak eşitliği, “istisnasız bütün memurların her işe seçimle gelip, her an görevden geri alınabilmelerinin olanaklı olması, aylıklarının normal bir 'işçi ücreti' düzeyine indirilmesi”, emekçi sınıflara dayanan milis örgütlenmesinin yaratılması, bankalara, büyük tekellere, büyük toprak mülkiyetine el konulması...
Bunlara elbette henüz sosyalizm değil, ama artık kapitalizm de değil. Bu istemlerin gerçekleşmesi, kapitalizmden sosyalizme doğru atılmış büyük bir adımdır. İşçi sınıfı ve müttefikleri, politik iktidara dayanarak emekçi sınıfların ezici çoğunluğunun tam desteğini ve sınırsız güvenini kazanacağı önlemleri alacak. Bu önlemler, kapitalizmden sosyalizme geçişte köprü görevi görecek önlemlerdir.
Devrimci demokrasi, ya da halk demokrasisi budur. İşçi sınıfını ve ezilen halkları biz bu demokrasi için savaşa çağırmalıyız. Mücadele bayrağımıza bu talepleri yazmalıyız. “Bu önlemler, devletin yeniden-örgütlenmesine, toplumun salt politik yeniden-örgütlenmesine ilişkindirler; ama elbette tüm anlam ve tüm değerlerini, ancak ‘mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesi’nin gerçekleşmesine ya da hazırlanmasına bağlandıkları zaman, yani üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyetin sosyalist mülkiyet durumuna dönüşmesiyle kazanırlar.” (Lenin)
Şüphesiz, işçi sınıfını ve diğer ücretli emekçileri bu talepler uğruna mücadeleye çağırmak, onların kapitalistlere karşı yürüttükleri günlük mücadelelerine kayıtsız kalmak anlamına gelmiyor. Tam tersine, biz bu talepleri ancak emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin kapitalistlere ve faşist devlete, dinci faşist iktidara karşı yürüttükleri günlük mücadelenin tam ortasında ve bütün gücümüzle yer alabilirsek onlara anlatabiliriz.
İşçi sınıfının, emekçilerin, Kürt halkının kendiliklerinden verdikleri günlük mücadeledeki talepler ne kadar “geri” olursa olsun, biz bu mücadelelerinde onların yanında ve en önde olmalıyız. Çünkü mücadele günleri devrimin bu toplumsal güçlerinin “zor” günleridir ve bu “zor” günlerde yanlarında görmediklerini başka zamanlarda onlar da görmek istemezler. Günlük mücadele günleri işçi sınıfı ve tüm yoksul emekçi kitlelerin devrimci eğitimlerini aldıkları günlerdir.
Mücadele içinde, onlarla omuz omuza savaşırken, bizi ancak zora dayalı bir devrimin; burjuva devleti yıkacak ve yerine emekçi sınıfların iktidarına yol açacak bir devrimin kurtaracağını söyleyebiliriz, söylemeliyiz. Bırakalım sosyal reformist partiler ve oportünist hareketler, birleşik devrimin toplumsal güçlerini düzen içi ıvır zıvır talepler için mücadeleye; seçim/sandık başına çağırmaya devam etsinler. Leninistler, devrimci kulvarda yürümeye devam edecekler.
Bir kez daha: Şimdi devrim zamanı!