Lenin’in Konuyu Ele Alışı

Rusya’nın bir küçük-burjuvalar ülkesi olduğu bilinir. Engin topraklara yayılmış 130 milyonluk nüfusun 5/6’sı köylülerden oluşuyordu 20. yüzyılın başında. Sanayi proletaryası ise, 2,7 milyondu.

Bu işçilerin çoğunluğu, her biri en az 500 işçi çalıştıran fabrikalarda, Petersburg, Moskova, Bakü gibi bir kaç merkezde yoğunlaşıyordu ki, bu denli yerleşik yoğunluk, o günün en ileri sanayisini barındıran ABD’de bile yoktu. Proleter yoğunluk, kendiliğinden sınıf hareketlerine, grevlere olağanüstü güç sağladı. Bu sayede, nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan; Çarlık monarşisi yüzünden sürekli isyana sürüklenen köylü kalabalıklara, işçi sınıfının önderlik etme şansı artıyordu. Yine de devrim, burjuva demokratik içerikliydi. Çarlık monarşisine karşı siyasi özgürlüklerin kazanılmasını en acil görev kapsamına alıyordu. Bu içerik, aynı zamanda, liberal burjuvaları da kendi karşı-devrimci hedefleri için, çarlık karşıtı hareketlerden yararlanma yoluna itiyordu. Yani, devrimci kitle eyleminin öncülüğüne, bir değil, iki sınıf talipti: Proletarya ve liberal burjuvazi. İşte Lenin’in tüm siyasi yaşamı boyunca, tüm taktik ve şiarlarına, manevralarına damgasını vuran genel sınıflar dengesi buydu: İşçilerin gözünde liberal burjuva ham hayalleri teşhir etmek, onların karşı-devrimci yüzlerini açığa çıkarmak. Bu görev, başka yerde örneği görülmeyen bir temel gerçek sayesinde kolayca başarıldı: “Proletaryanın liberal burjuvalardan önce kendi partisini kurduğu, proletaryanın hiçbir biçimde burjuva kahvehane politikacılarına oy verme geleneğine sahip olmadığı” (Seçme Eserler, Cilt 11, s 502) bir ülkede, görev yine de bitmiş sayılmazdı. Çünkü, doğrudan sosyalist devrimi değil, büyük köylü kitleleriyle demokratik devrimi hedefleyen proletarya, bu köylü kitleleri de liberal burjuvazinin etkisinden kurtarmakla yükümlüydü. Lenin’in taktik manevralarına damgasını vuran iki önemli ögeyi burada aramak yerinde olur. Rusya’da devrimin hangi safhalardan geçtiği biliniyor. Şunu tespit etmek gerek. Hareketin kendiliğinden kabarışı 1901-02’den itibaren belirginleşti. Ve henüz o zaman, bu kabarışın bir devrime ulaşacağına dair hiçbir güvence verilemezken, Iskra’da, ayaklanmaların, barikatların, askeri teknik detayların yaygınlaşması adına bir ajitasyon başlamıştı. (Bkz Seçme Eserler Cilt 5, s 247) Lenin, 1902’de yazdığı Ne Yapmalı eserini de bir ayaklanmaya parti olarak en iyi nasıl hazırlanmak gerekir sorusu üzerine biçimlendirmişti.

Yeri gelmişken, bağlamından koparılmış Lenin alıntılarının asıl içeriği nasıl çarpıtabildiğine dair bir örnek verelim. “Nereden Başlamalı?” makalesinde Lenin “hiçbir politik parti, eğer maceracılığa düşmek istemiyorsa, faaliyetlerini bu tür [kendiliğinden] patlamalar ve komplikasyonlar üzerine kuramaz” demekte. Bu alıntı sıklıkla “kendiliğindenliğe karşı kanıt” olarak kullanılmakta. Sözkonusu makalede Lenin, profesyonel örgütlerden oluşan bir parti ve onu yönlendirecek merkezi bir yayının öneminden bahsediyordu. Aynı Lenin “daha Vperyod No:1’de ayaklanmanın kendiliğinden hareketlerden birine bağlanmak zorunda olduğunu tartıştık” (Seçme Eserler, Cilt 3, s 281) der. Ve 1905-07 devriminde kendiliğinden isyan ve ayaklanmaların, her dönemeçte hareketi ileri taşıyan karakterini teslim etmiştir. Öyleyse biz de onun gibi bir serzenişte bulunabiliriz: ah Lenin, senin yazdıklarınla ne naneler yeniliyor! 1901-02’den itibaren ayaklanma ve buna ilişkin hazırlıkların propagandasına girişen Lenin, anayasal hayaller ve bunların beslendiği seçim kampanyalarının eleştirisine yönelir. Birkaç yıl öncesine dek, “legal marksizm” platformunda işbirliği yaptığı liberal Struve, bu hayalleri köpürtüyor, günümüzdeki belediye meclislerine benzeyen zemtsvolar için kavga çağrısı yapıyordu. Devrimler için mücadele yerine, barışçıl, legal, reformcu mücadeleyi öne çıkaran bu hayallere karşı Lenin’in sözlerine kulak verelim: “Haklar ve Güçlü Bir Zemtsvo sloganının, devrimci demeyelim ama, en azından meşrutiyetçi harekete bayrak olarak hizmet edebileceğini sanmak bir önyargıdır. Bu, düşmanı dosttan ayırmaya yardım edecek, bir harekete yön verebilecek ve yönetebilecek bir bayrak değildir; bu, ancak en güvenilmez insanları harekete bulaştıracak, hükümetin büyük vaatler ve yarım yamalak reformlarla kurtulmasını bir kez daha kolaylaştıracak bir paçavradır” (Seçme Eserler, Cilt 2, s 219)

Otokrasiyi devirme hedefini en başa koymayan, diğer sorunların çözümünü bu ilk koşula bağlamayan her tür hak mücadelesinin, dönüp dolaşıp gireceği açmaz aynıdır: Dost düşman birbirine karışır ve bu “en geniş cephede birleşme” adına yapılır, en güvenilmez unsurlarla saflar dolduğunda, hükümetin en küçük tavizinde sizi terkedecek dostlar edinmiş olursunuz. Devrimin mayalanmakta olduğu bir anda (1904) Lenin, şu veya bu mevzinin ele geçirilmesiyle ilgilenmiyor. Onun asıl ilgilendiği şudur: “Aslında Marx’ın 1848 devrimleri üzerine ünlü sözünü uyarlayarak Rus devrimci hareketi hakkında da, ilerlemesinin herhangi olumlu kazanımlar elde etmesinde değil, zararlı hayallerden kurtulmakta yattığı söylenebilir.” (Age, s 223) Sadece devrimci kabarış anlarında değil, yenilginin kesin bir olgu olduğu, gerici baskının nefes almayı bile zorlaştırdığı zamanlarda da Lenin, bu fikre bağlı kaldı.

1900-1903 arası Rusya şiddetli bir ekonomik krizle sarsıldı, işçiler grevleri yükselttiler, bazı yerlerde Çarlık otokrasisinin yıkılmasına yönelik sloganlar attılar, grevler politik nitelik kazanmaya başladı. Peki bu arada RSDİP ve genel devrimci hareketin gücü neydi?

Lenin 1916’da verdiği bir konferansta, 1905’ten önce, en fazla birkaç yüz örgütçüden ve birkaç bin yerel faaliyetçi olduğundan bahseder. “Bize, bir tarikat diye hakaret ediyordu reformistler” diyor. Buna rağmen, birkaç yüz örgütçünün, devrimin sadece belirtilerinin görüldüğü o anda, hangi propagandayı yaptığına dikkat çekelim: Ayaklanmanın propagandası, onun zorunluluğunun tüm yalpalamalar örnek gösterilerek kanıtlanması, gösterilerin jandarma, polis, gizli polis ve zindan binaları önüne taşınması, halk düşmanlarına darbeler vurmak vs. (Bkz Seçme Eserler, Cilt 2, 485-486)

Güçlerin binlerle ölçüldüğü bir aşamada Lenin’in bu öğütleri, reformistlere nasıl da dehşet verici ölçüde hayalci aşırılıklar gibi görünmüştür. Çünkü zavallı darkafalılara göre madem ki Rusya’nın devrimcileri birkaç binle sınırlı, o zaman Rusya’da devrimci bir halk yoktur. Ama yüzlerce örgütçünün binlere, binlerin milyonlara öncülük eder hale gelmesi için 9 Ocak Kanlı Pazar’ı izleyen birkaç ay yetecekti.

1905 devrimine geçmeden önce, buraya kadar yazılanlardan gerekli dersleri çıkaralım. 1900’den itibaren devrimci durum belirtileri başlamıştır. Ekonomik kriz ve kitlesel gösteriler. Politik kriz ise sonradan, 1904 Japon savaşıyla olgunlaşıyor. Devrimci durumun gerçek bir devrime dönüşmesi için bir başka koşula ihtiyaç var: Nesnel değişimler yanında öznel değişim. “Yani, devrimci sınıf[ın], kriz dönemlerinde bile düşürülmezse kendiliğinden düşmeyecek olan eski iktidarı ezmek (ya da sarsmak) amacıyla devrimci kitle eylemleri için yeterince güçlü” olabilmesi. 1905’ten önce, yani henüz devrimci durum koşullarında, ancak işçi sınıfının en ileri bölükleri Çarlık monarşisinin yıkılması zorunluluğuna kesin kanaat getirmişti. Sınıfın geri kalan büyük kısmı henüz bu noktaya erişememişti. Ve zaferin önkoşulu olan köylülük, henüz dev gövdesiyle bir harekete girişmemişti. Yine de 1900-1904 arasında Lenin, bir devrimin gerçekten patlak vermesine dair bir güvenceye sahip olmadan, ayaklanmanın propagandasına başlıyor, kitle gösterilerinin zindanlara, polis ve jandarma binalarına yönelmesini istiyor. Haklar ve Zemtsvo gibi anayasal hayallerden, bunların zararlı etkilerinden proletaryayı kurtarmak için, bu ileri tipteki eylemlerin önemine vurgu yapıyor. Yine de tüm bu işler henüz bir devrim değil. Bunun için, bu taktikleri yürüten yüzlerin, milyonların hareketine yön verecek etkinliğe ulaşması gerekecek. Devrimler tarihinden biliyoruz, milyonların devrimci enerjisinin ve öfkesinin patlaması için, bu birkaç yüz faaliyetçinin çabası yetmez. Sınıfın tüm kesimlerini, diğer tüm sınıfları derinden sarsacak bir olay gereklidir. 9 Ocak 1905 Kanlı Pazar’ı, sadece bir günde kitlelere on yıllara bedel bir iç savaş dersi vererek bu sarsıntıyı gerçekleştirdi.

O dönem (1900-1904) ortada henüz bir parlamento yok, öte yandan, devrimci durum koşulları altında Lenin, belediye meclisi seçimlerini zararlı buluyordu, devrimin kabarış anında, anayasal hayalleri besliyordu, proletaryanın dikkatini merkezi iktidar sorunundan hiçbir politik gücü olmayan yerel yönetimlere çekmeyi reformistlikle suçluyordu. Gerçek şu ki, Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi, tam da Lenin’in dikkat çektiği hayallerin beslenmesi yönünden, yerel yönetim seçimlerinden büyük zarar gördü. Şiddetli kitle eylemleriyle sık sık sarsılmış bu topraklarda, küçük burjuvazinin “mevzi kazanma” hevesi en çok yerel seçim dönemlerinde kabarır. İktidarın merkezi gücüne karşı yöneltilip yükseltilmesi gereken şiddetli kitle eylemleri, belediye için bile değil muhtarlık koltuklarını doldurmak için seçim yarışlarıyla bölündü. Oportünizmin şimdiki parlamento tapıcılığına şaşırıyor muyuz? Hayır, şaşırmayalım. Onlar sadece anayasal hayallerini, muhtarlıktan vekilliğe yükselttiler.

Devam Edecek...

 

İlk bölümü okumak için tıklayınız.

İkinci bölümü okumak için tıklayınız.

 

Umut Çakır'ın Yeni Dönem Yayıncılık'tan 2019'da yayınlanmış olan Seçimler Ve Devrimci Politika kitabından alınmıştır. Kitaba ulaşmak için tıklayınız.