“Tam umudu kesmişken...” diyordu bir arabesk şarkıda... günümüz reformizmine nasıl da uyuyor.
Sosyalist çevreler için son yılların en az ilgi çeken, üzerinde hemen hiç stratejik-taktik hesabın yapılmadığı bir seçimdi yerel seçimler. Kimse bu çevreleri suçlayamaz. Ne de olsa emekçilerin genel havası da benzer ilgisizliği yansıtıyordu. Son genel seçim, proleter öncülerin “Sandıkla gitmeyecekler” propagandasını emekçi saflarda genel bir kanaat haline getirmişti; benzer saptamaları, yılların kaşarlanmış reformistlerinin “Politika Servis”lerinden okumak, kimseyi şaşırtmıyordu. (Aynı çevrelerin yerel seçim sonrası, muhalefeti “toplumsal” ilan etmelerinin şaşırtmadığı gibi.)
Yine de yakın tarihin bize öğrettiği bir ders vardı ve proleter öncünün yerel seçim öngörülerinde bu ders yer aldı. Neydi bu ders? 2023 genel seçimleri bir “umut balonu”na çeviren 2019 genel seçiminde yaşananlardı. Eğer tekelci sermaye ve onun dinci faşist iktidarı, sandığa bağlanan boş umutların bu daha geri gelmemek üzere yok olmasını istemiyorsa, o kutsal ineği girdiği komadan çıkaracaksa, merkezi iktidara hiçbir etkisi bulunmayan yerel seçimler, tıpkı 2019 gibi kullanıma sokulmalıydı. Dinci faşizmin büyük metropollerde çıkardığı adayların sefil profillerine bakmak bile bu planın işleme konulduğunu anlamaya yeterdi.
Tekelci sermayenin arzusu, sandığın-seçimin namusunu kurtarmanın ötesindedir; hedef, devrim umutlarının küllenmesidir. Banka müdürlerinden holding patronlarına, hepsi sırayla mülakat verdikleri gazetelere aynı manşetleri koydurdular. Seçim sonrası zehir gibi reçete geliyordu, herkes uzun ve acılı bir yoksulluk dönemine hazır olmalıydı. Böyle buyuruyordu hazretler. Buhranın zirveye çıktığı zamanlara dair sermayenin kolektif hafızasında yanıp sönen kırmızı alarmın tercümesini yıllar önce, 1990'ların ortasında, Sakıp Sabancı şöyle dillendirmişti:
“Gecekondulardan çıkıp bir gece yarısı boğazımızı kesecekler.” Gecekonduların yerini TOKİ konutları aldıysa da korku baki kaldı. Öyleyse sermayenin arzusu, 2028’e sandık umutlarını taşımanın ötesinde, bu dört yıl boyunca genel bir isyandan duyduğu korkuyu, canlanmasını beklediği boş umutlarla bastırmaktır. Gerçekte durum tersine dönmüş desek yeridir: Sandıklara dair o boş umut, şimdi esas olarak tekelci sermaye sınıfına aittir, “kutsal inek” şimdi onların ahırında ikamet ediyor. Çünkü, seçim sonuçları, emekçilerin tutum ve davranışlarına dair çok başka işaretlerle doludur.
İlk sonuç dinci-faşizmin kitle tabanındaki erimenin saklanamaz dereceye gelmesidir. Son genel seçimde dinci-faşizmin, oyların yaklaşık yüzde 25’i üzerinde hile-dolap çevirme olanağına sahip bulunduğunu belirtmiştik. Yerel seçimde de aynı olanakların iktidarın hizmetinde olduğundan pek az kuşku duyulmalı. Ancak tabandaki erime beklenenin ötesine geçince, hile-dolapların da gölgesi kısaldı. Dahası, tüm imkanlarına rağmen, dinci-faşizmin bu erimeyi göremeyişi, iplerin elden kaçışının sağlam bir işaretidir. Faşist kitle tabanındaki beklenenin ötesindeki erimenin doğuracağı daha ileri sonuçlara değinmeden önce, diğer önemli sonuca bakalım.
Seçimin ikinci önemli sonucu, genel halk kitlelerinin bu seçimi alışageldikleri ve uzun yıllar boyu bağlandıkları geleneksel siyasi çizgilerini yansıtmak için değil, bu geleneksel yolların dışına çıkmak üzere kullanmasıdır. Emekçi kitlelerin benimsedikleri yeni yol, iki farklı çizgiye ayrılıyordu. Bu çizgilerden ilki ve daha güçlü olanı, seçim oyun sahasını terk edip boykot tutumu almaktır. İkinci çizgi, elleriyle verdikleri oylar vasıtasıyla, pek yakında ayaklarıyla verecekleri oyların bir ön dökümünü yapmaktır. Bunun için aynı kavşakta buluşmak gerekiyordu ve CHP gibi ipliği pazara çıkmış bir parti sadece o kavşağın tabelasının üzerindeki bu isimden ibarettir.
Bu iki çizginin en net görüntüsünü, Kürt halkının tutum ve davranışı veriyor. Seçim öncesi Newroz alanlarını hınca hınç doldurdular ve sonra sandıkta boykotçular ve “ön-dökümcüler” biçiminde ayrıştılar. Sandıkta sergiledikleri tutumun verdiği cesaret ve moralle, bu kez ayaklarıyla oy vermek üzere alanlara, ellerinde oy zarflarıyla değil, sopalarla çıktılar. Sömürülen ve ezilen diğer emekçi kitlelerin de şimdi Kürt halkının açıktan pratiğe döktüğü tutumun paylaşanları olduklarından kuşku duyulmamalı.
Öyleyse şu çıkarımı yazmak abartı olmayacaktır. 2024 yerel seçimleri, boykot dahil, dinci-faşizme duyulan öfke selinin toplam dökümü olarak hizmet görmüş ve bu sayede seçim sandıklarına beslenen boş umutları pekiştirme hedefini yerine getirememiştir. Konformist alışkanlıklarına dönmeyi dört gözle bekleyen, çoğunluk reformist partilerin etkisindeki bazı emekçi kesimlerde bu umutlar yeniden yeşermiş olsa dahi, gündelik yaşamı tehdit eden ekonomik buhran çukuru bu türden filizlenmeleri yutabilecek derinliktedir.
Dinci faşist iktidarın göremediği bu erimeyi basite indirgeyip, “seçim sandıkları gösterdi, küstü ama terk etmedi” diyen fena halde yanılıyorlar. Önemli miktarda bir destekçi grubu küsmedi, açıkça safları terk etti. Bu toprakların, yüzlerine tükürüldüğünde yarabbi şükür diyenlerle dolu olduğuna inananlar, elbette ulaştığımız bu sonucu göremeyecektir. Ama sık sık pratik örgütlenme içinde gün be gün en geriden gelenlerin nasıl bir anda ileri sıçrayabildiğine bizzat tanık olan proleter öncüler için bu vargılar, apaçık gerçeklerdir.
Çünkü en başta dinci-faşizmin destekçi deposu olan yoksul katmanlar içinde, susturulamaz ve siyaseten satın alınamaz raddeye ulaşan bir sefalet hüküm sürmekte. Geçmişte küçük yardımlarla iki yakasını bir araya getirebilenler, üst üste binen krizlerle (barınma, beslenme, sağlık vb) bellerini doğrultamaz hale geldiler. Yakın zamana dek dinci-faşist hiyerarşideki çürümeyi hiç dert etmeyenler, yaşadıkları sefaletin kaynağını bu çürümede görmeye başladılar. Dinci faşizme özgü şatafatlı güç gösterilerinin bir mıknatıs gibi yoksul tabakaları etrafında toplama gücü kayboldu. Tersine, bu aşırı lüks dolu para gösterileri “neden açlık çekiyoruz?” sorusuna göz çıkartan cevaplar sunarak, öfke çekme mıknatısına dönüştü.
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur” misali, karizma atfedilen bir lider etrafında kurumlaşan dinci-faşizm karakteristiği, bu çözülmeyi ivmelendirecek dinamiklere sahip. Yine de faşist iktidarın baskı tekeli ve elinin altındaki muazzam zenginlik, bu erimeyi tersine çevirecek imkanları iktidara sunuyor, bu gerçeği hesaba katmamak politik bir hata olur.
Askeri taktiğin bir kuralı vardır; kaleler içeriden fethedilir. Uzun ve zorlu her kuşatmanın asıl hedefi, kalelere içeriden gedikler açmaktır. Boykotuyla ve bu partiye emanet edilen “ön-dökümü” ile seçimlere bir önem atfedilecekse, kuşatmanın ulaştığı boyutu açığa çıkarmasıdır. Nitekim, hemen seçim sonrası Konya’da sokaklara çıkan binlerce insanın “İşbirlikçi AKP” sloganıyla yürümesi, bu kuşatmanın artık kale içindekileri çözen seviyeye ulaştığına bir işarettir.
Emekçi kitlelerden oluşan birleşik bir güç, ekonomik buhranın yeni zirvesinde kopan fırtınaya hazırlanıyor. Bundan sonrası belli bir tutumda birleşen bu gücün zincirlerinden boşanması yani belli bir davranışta da birleşmesidir. Buhranın yıkıcı dalgaları kitleleri yeniden ama bu kez ayaklarıyla oy vermeye zorlayacaktır.
Umut Çakır