Kaleciye böyle kötü pas atılmaz, illa ki gol olacaktı, oldu. Washington’da süren “heyet ziyareti” boyunca, mümkünse hiç konuşmaması istenmişti RTE’den. Bir hafta dayanabildi, sonra bir gece vakti, dili iyice şişmiş olmalı ki, kendi memleketinde patladı: “Sizin dolarınız varsa, bizim de allahımız var.”
Masaya sürülen koza bakar mısınız, maça papazı değil, resmen kutsal kupa ası. Kafası evanjelist vaazlara karışan işret alemi anılarıyla tütsülü Trump, bu pası gole çevirmekte hiç gecikmiyor. O da kendi tanrısını sürdü masaya: ABD Dolarını. Ve 11 Ağustos günü, TL sadece saatler içinde %23 kayıp yaşadı. Böylece dünya bir kez daha anladı: ABD dışındaki tanrılara dolar basma yetkisi tanınmamıştır.
Kur oranı 3 tl’yi geçtiğinde buna “psikolojik sınır” denmişti. Herhalde 7 tl’ye “cinnet sınırı” demek gerek. Ve masaya bir anda cinnet iklimi hakim oldu. Masaya vurduğu kutsal kaz, üzerinde “in God We Trust” yazan dolar tarafından ezilince, RTE New York Times’a bir yazı gönderdi. -Omurgasızlığı ahmaklığa denk Ahmet Hakan’ın deyimiyle, Halozonallah! RTE açıkça müttefiklerini değiştirmekten söz ediyordu, ABD’ye zaman vermişti ve eğer adım atılmazsa kendi göbeğini kendi kesecekti. Unuttuğu bir şey var, uluslararası kumar masasında, kesilmiş göbekler kozdan sayılmıyor, ama belki kelleler sayılır.
Ekonomide, siyasi ve diplomatik mecralarda bunca fırtınanın, rahip Brunson için koparıldığına, ancak ahmaklar inanır. Ve onların sayısı hiç az değil. 12 Eylül faşizmi ve sonrasında dinci-faşizm, ahmak yetiştirme için, seri üretim havzası yarattı. Bu yüzden, “Bırakalım rahibi, düzelsin bütün işler” lafları, stratejik analiz merkezlerini, banka yönetim raporlarının, haber editör masalarının arasında dolanıp duruyor. Bu manzarayı görünce insan, “size dinci-faşizm tabiri bile fazla, hak ettiğiniz tek idiot-faşizmi olabilir” demek istiyor.
Sermayenin tepelerini basan bu cinnet bulutu arasında, beynine hala oksijen girebilenler, masada rahibin değil, esasta iki meselenin olduğunu söylüyorlar: Suriye ve İran. Bu kadarı eksik kalır. Üçüncü meseleyi de biz ekleyelim; Ekonomik krizi hem mülkiyet değişimi hem de devrimi ezme fırsatı gibi gören dinci-faşizmin bu hülyalı beklentisini emperyalist efendiler çok tehlikeli buluyorlar.
Ankara’yı belli bir hizaya sokabilmek için, ABD’nin çok acelesi var. Çünkü Suriye’de taşların yerine oturma zamanı geldi çattı. Esad ordusu ve Rusya, İdlib’deki çetelerin üzerine karabasan misali çökmeye başladılar. Burası temizlendiğinde, ABD ve Rusya Fırat’ın kıyılarında kafa kafaya gelmiş olacak. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını en azından bir süre daha koruyabilmesinin tek yolu, Fırat’ın doğusuna bir statü kazandırabilmek. Cenevre’de toplanacak zirveden bu yönde olumlu adımlar çıkmasına çalışıyor. Ve masada Ankara’yı kendi tarafında uslu uslu otururken görmeye ihtiyacı var. Membiç sınırında çıktığı her devriyeyi “son dakika” spotlarıyla köpürten Ankara, pek aynı havada değil. Washington, sadece semeri değil, arada bir eşeği de sopalamak gerektiğini bu yüzden hatırlayıverdi.
İran meselesi ise, ABD için, bir bölge değil, bir dünya dengeleri sorunu. Uygulamaya konulacak ambargolar, esasta Çin’i hedef alıyor. Dünya hegemonyasını kaybettiğini, giriştiği ticaret savaşlarıyla, kabul ettiğini ilan eden ABD şimdilik sadece o hegemonyadan kalan artıklarla idare etmek zorunda. Uzun süredir ABD dünya sahnesinde oyun kurucu değil, fakat ancak oyunbozan bir kapasiteye sahip. Kalan artıkları derleyip toparlamak için bugünlerde ABD elini çabuk tutuyor. Çünkü, görünenin aksine, ekonomisi yeni şok dalgaları tehdidi altında. Gücünü tümden yitirmeden önce, krizlere boğduğu bölgelerde uşaklarının kendi askeri desteğine muhtaç durumda kalmasını; bu yoldan koruyabildiği kadarıyla, kritik noktalarda nüfuz ve çıkarlarını sağlama almayı ümit ediyor. Trump’un, kafası kesik horoz gibi zıplayıp durması boşuna değil.
Meselenin üçüncü boyutu, iç dinamiklere dairdir. Türkiye gibi sermaye birikimi zayıf ülkelerde her sarsıcı kriz, mülkiyetin ciddiye alınacak ölçüde el değiştirmesine yol açıyor. 1994 ve 2001 krizlerinde pek çok banka, şirket ve tekelci medya organları el değiştirmişti. Bu yüzden, dinci-faşizm, başladığı söz götürmez ekonomik yıkımı, kendi yandaş gruplarına mülkiyet devri yoluyla kullanmak için pek hevesli. Krizi yönetme becerisinde hiç değildiler, şimdi “Altta kalanın canı çıksın” havasındalar. Hayalleri şu: Nasılsa kendi yandaş gruplarını, Hazine, kamu bankaları ve Varlık Fonu’yla güvence altında tutuyorlar; döviz borcu batağında çırpınanlar, bu şekilde pişmiş armut misali ağızlarına düşecek. Öte yandan, bu çöküşün emekçi isyanlarını tetikleyeceğini ve bu isyanları bastıracaklarını düşünerek, bir taşla iki kuş vurma hırsıyla kavruluyorlar. Uşağının kapıldığı bu çifte hırs, hasta efendiyi tekelci sermayenin çıkarları adına, tedirgin ediyor. Emperyalist efendi için mülkiyetin el değiştirmesinde bir sorun yok, fakat dinci-faşizmin krizi boyutlandıran adımları, dünya çapında süre giden depremi bir kez daha tetikleyecek korkusu var. Aynı korku, emekçi sınıflarda birikmiş öfkenin sonuçlarını da hesaba katıyor. Etrafını yılışık tezahüratçı gruplar ve dev aynalarıyla çevirmiş yürütme erkinin bu tehlikeyi farketmemesi, emperyalizm için tedirgin edici.
Başlayan krizin, süre giden iç savaşı topyekün bir düzeye çekmesi için tüm koşullar mevcut. Toplum, devrim ve karşı-devrim kutuplarına doğru yeterince itildi, birbirine karşı bilendi, hatta belli ölçülerde silahlandı: miting alanlarında, sandıklarda kendi zayıf ve güçlü yönlerini test etti. Devrimci sınıflar, hatta mevcut hükümetten nefret eden daha kalabalık bir nüfus, ekonomik çöküşü dinci-faşizmle nihai kapışmaya girmenin en uygun koşulu olarak görüyor. Karşı-devrimci kalabalıklar da aynı hırs ve hevese sahip. Böylesi kritik bir denge eşiğinde ekonomik yıkım, çok kısa sürede, nüfusun önemli bir kısmını içine alan topyekün bir iç savaşa yol açar.
Topyekün bu iç savaşta, sermayenin iki güvencesi vardır, ilki, düzenli ordu üzerindeki pürüzsüz hakimiyetidir. İkincisi, araya girecek itfaiyecilerin devrim cephesini zayıf düşürmesidir. Düzenli ordunun son durumuna ilişkin, tek bir kare fotoğraf yeter. Bedelli askerlik yasası çıkınca, kışlalarda bir grup er, protesto için internet yayını yapmaktan çekinmediler. Kışlalarda öfke, disiplin alışkanlığını, otoriteye biat ve korkuyu yenmeye başlamışsa, orada, burjuvazi için çok ciddi bir sorun var demektir. Öfkenin henüz kışla isyanlarına dönüşmemesinin bir önemi yok. Bu ruh hali içindeki her silahlı er, topyekün bir iç savaşta, burjuvazi için bir tehdittir.
Peki ya itfaiyecilerin durumu? Burjuva muhalefetin içine düştüğü bunalıma bakıp anlayabiliriz. Çünkü devrimi söndürmeye aday tüm itfaiyeciler, burjuva muhalefetin desteğiyle ayakta durdular bugüne kadar. Bu topraklarda reformist çıban, Batı’daki örnekleri gibi, burjuvalaşmış işçi kesimlerinde kendi varlık zeminlerini bulamazlardı; burada reformizmi, burjuva muhalefetin çöplüğünden beslerdi. Bu yüzden, en başta CHP’nin krizi, reformizmin nefesini kesiyor.
Bu sınıf dengeleri içinde, en önemli güvencelerinden yoksun halde nihai kapışma alanına çıkmak, tekelci sermayeyi ve emperyalist efendileri, kaybetme riskini düşünmeye zorluyor. Bu yüzden, ekonomide şok bir darbe yerine, yumuşak bir inişin yollarını döşerken, devrim saflarında biriken öfkenin ateşini düşürecek adımlar atılmasını bekliyor.
Trump, sabahın köründe “Benim dolarım, senin TL’ni yener” mesajını atarken, bütün bunları düşünüyor muydu? Elbette hayır. Beyin kıvrımlarını kiliseyle genelev arasında kaybetmiş bu düz kafa, tüm bu nesnel zemin üzerine bıraktığı “ergen tribi”nin, nasıl büyük bir etki yarattığına hayretler içinde bakıyor ve kedi olalı bir fare tutmanın aşağılık keyfini yaşıyor.
Yayınevinin Notu: Elimize geç geçen 11.08.2018 tarihli bu yazıyı öneminden hiç bir şey kaybetmediği için olduğu gibi yayınlıyoruz.