İstanbul Ayışığı Ekin Sanat Derneği’nin geleneksel Pazar kahvaltılarından biri de, 24 Şubat günü gerçekleşti.
Sıcak sohbetlerle süren kahvaltının ardından Ayışığı Ekin Sanat Derneği adına bir konuşma yapıldı. Vurgulanan nokta, kapitalizmin dünya ölçeğindeki sıçramalı çöküşünde en çok kadınların yok sayıldığı, ilk elden gözden çıkarıldığı oldu.
10 Mart İşçi Kadın Kurultayı’na sayılı günler kala, ne tür hazırlıkların yapıldığına dair kısa aktarımlar yapıldı. Neden böyle bir kurultaya ihtiyaç duyulduğuna gelirsek:
Yaşanılan krizden bahsederken, “kapitalizm yükseliş dönemlerinde nasıl ucuz iş gücü olarak kullandığı kadın ve çocuk emeği sömürerek, kanı üzerinde yükseldiyse, batarken de kadın ve çocuk emeğinin üstüne basa basa, kanımızı eme eme, emeğimizi sömüre sömüre gidecek. İşçi Kadın Kurultayı’nın da, kadın mücadelesine sınıfsal kimliğini kazandıracak, daha geniş kesimlere mücadeleyi yayacak bir araç olduğunu düşünüyoruz” denildi.
Söz alan başka bir kadın; kendisinin de gazeteci olduğundan bahsederek işçilerin yanına gittiğinde onların ne kadar yalnız olduğunu fark ettiğini belirtti. Tacize uğrayan kadınlarla röportajlar yaptığını anlattı: “Patronunun, ustasının tacizlerine maruz kalmış, evin içinde de debelenen bu kadınlara ‘ulaşabileceğin kimse yok muydu’ diye sorduğumda ‘nereye gideceğimi bilemedim’ diyorlardı. Bu ciddi bir sıkıntı. Kadın örgütleri nerede diye sordum. Bu kadınlara gerçekten ulaşılabilecek mi? Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş kadınların yaptığı konferanslara da katıldım. Sadece sonuç bildirgeleri yeterli olmuyor. İşçi kadın kurultayından beklentim çok yüksek. İşçileri dönüştürecekse, özellikle kadın işçileri dönüştürecekse olur. İki üç kelam etmesi değil, bu kurultaylardan sonra bir örgütlülük kurulamazsa, sadece etkinlik yapılmış olur” diyerek yapıcı eleştirilerde bulundu.
Emekçi Kadınlar'dan söz alan bir kadın, Kurultay yapma kararları alınırken hedeflerinin kadın mücadelesi konusunda unutulmuş bir kesimin sesi olabilmek olduğunu söyledi. Beden, cinsiyet politikaları ve bunun üzerinden çıkan mücadele yol ve yöntemleriyle kadın mücadelesinin tek bir alana sıkıştırılmış durumda olduğunu, işçi ve emekçilerin kapitalizmin sömürüsünden kaynaklı sorunları yokmuş gibi davranılmaya başlandığını anlattı. “Biz yıllardır Emekçi Kadınlar olarak varlık nedenimiz, emekçi kadınların örgütlenmesi ve emekçi kadınların sınıf mücadelesiyle ve kendi kadın sorunlarından kaynaklı kadın mücadelesine girmesi için birçok faaliyet yaptık. İşçi ve emekçi kadınlar bizim birincil programımızın içinde oldu, ama artık görünür olması gerektiğini düşünüyoruz. Sendikaların bile bugün İşçi Kadın Kurultayı yapmadığını, 8 Martlara doğru düzgün katılmadığını görüyoruz.
Bu örgütsüzlüğe rağmen, kadınlar örgütsüzlüğe mahkum edilmeye çalışılırken, onun dışında yürüyen kadınların kendi verdikleri mücadeleler var. Bu mücadele burjuvazinin propagandasıyla, kadın örgütlerinin yanlış politikalarıyla ve feminizmin ideolojik yaklaşımıyla başka bir kulvardan yürüdü. Ama bu bitmek zorunda.
Çünkü toplumsal çelişkiler yoğunlaştığı andan itibaren çelişkiler yaşanacaktır. Merve'ye kim sahip çıkacak, Özgecan'a kim sahip çıkacak. Çelişkiler yoğunlaştıkça Kürt halkının yaşadığı saldırılar karşısında buna kadın örgütleri ne diyecek ya da işçi ve emekçileri açlığa, yoksulluğa iterken orta sınıf kadın örgütleri buna ne diyecek... Ayrım noktasının çok ciddi şekilde ortada olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu olmak zorunda olan bir şeydi. Orta yolda yürümenin imkanı yoktur. Çelişkilerin yoğunluğuna göre herkes ideolojik yaklaşımına ve dünyayı yorumlamasına göre bir yol belirlemek zorunda kalıyor. Orada işte, bu tartışmalarımız yeniden gündeme geliyor. İsterdik ki kadın örgütleri emek eksenli bu kitleselliği ile aynı kulvarda yürüyebilelim, ama olmuyor. Hayatın gerçekleri buna izin vermiyor. O açıdan da biz bu yolda yürürken yalnızız. Emekçi Kadınlar olarak yalnız yürüyoruz.
Sendikalarla kurduğumuz ya da işçi kadınlara ulaşmaya çalıştığımız yol, yöntem ve araçları denerken bütün kapılar önümüzde kilitli. Hiçbir sendika demiyor ki, bizim şu fabrikada örgütlülüğümüz var, biz oraya yetişemiyoruz, bir kadın komisyonumuz bile yok, gidin şu kişileri bulun demesi gerekirken, böyle yaşanmıyor. Koskoca metropolde onlarca kadın örgütü dahi olsa, o atölyelere, fabrikalara bire bir ulaşma şansımız yok. Bu gerçekçi değil. Bunu gerçekleştirmenin yolu, o alanda örgütlenen tüm tarafların bu işe aynı yerden bakıp, aynı yerden emek harcamasıyla olacak olan bir şey. Biz ısrarla kapıları çalmaktan vazgeçmiyoruz. Birebir zaten bulmaya çalışıyoruz.
Sosyal medyada bir kadının fabrikadan atıldığını görür görmez hemen muhabirler peşine düşüyor. Sendikaların örgütlü olduğu fabrikalar varsa oralarla bağlantı kurmaya çalışıyoruz. Zaten eyleme çıkmış olanı bulmak kolay olduğu için, onların arasındayız. Bunun için örgütlü olmayan yani sendika, komite gibi örgütlenmelerde olmayan yüzlerce atölye var mahallelerde. Mülteci kadınlara ulaşmaya çalışıyoruz. Bir yerlerde bir şeyler yapmaya başlayan kadınlarla bağlantı kurmaya çalışıyoruz. Bir güne sığamayacak kadar kadın kurultaya gelecek gibi. Çoğunluğu da üretim alanlarından gelecekler.
Yine de birçok engel önümüzde duruyor farkındayız. Biz kararlıyız. Kurultayımızın başarılı geçeceğine inanıyoruz. Amaç zaten kurultaydan sonrasında yapacaklarımız zaten. Biz asla vazgeçmeyerek, popüler olanın da peşinden koşmayarak -bazen öyle oluyor çünkü- işçi ve emekçilerle bağlarımızı güçlendirerek, hangi yol ve yöntemle sömürüden kurtulabileceğine dair bir bilinç sıçraması yaratmalıyız. Yani geldikleri yerden geriye dönmemelerini sağlamalıyız. Geçmiş grevlerde yer almış kadınlara ulaşmaya çalışıyoruz, fakat bu çalışmalar eksik bırakıldığı için bir bakıyorsun ki geri dönmüşler. Hayatın içinde kaybolmuşlar. Mesele, onları kendilerinin özne olduğu bir bilinç düzeyine çıkarabilmek. Onların da mücadeleye dahil olmalarını sağlamaktır.”
Ardından sözü alan başka bir kadın muhabir, röportaj yapmak için işçilerin yanına gittiğinde bile işçilerin başında birinin beklediğini, bu nedenle de işçinin kendini rahatça ifade edemediğinden bahsederek şunları aktardı: "Birçok yere ulaşmaya çalışıyoruz. Şu an çok az kadın hareket halinde. Sendikalar da dahil, kadın örgütleri de dahil… Birebir ilişki yürüttüğün insanlar değilse, sendikalar üzerinden işçilere ulaşmak çok zor oluyor. Resmen delik açmak zorunda kalıyorsun. Kadın işçileri örgütlü olduğu sendikalarda çağırırken, yöneticileri kadın olmasına rağmen, o işçi ‘ben gelirim’ diyemiyor. Böylede bir durum var. Ben örgütleneceğim, sen gelip bana diyeceksin ki, ‘böyle bir etkinlik var gelir misin?’ ‘Ben sana cevap veremiyorum, görüşmem lazım burayla’… Şu an durum tam olarak böyle gidiyor. Hareketli düşünme kabiliyetini, karar verme kabiliyetini kadında bırakmamışlar zaten. Sormadan ‘gelirim’ diyemiyor yani.
Mesela hastane işçileri 3 sene mücadele verdiler. İkidebir işten atıldılar, çadır kurdular, direniş yaptılar, kazandılar, işe geri döndüler. Bu kadınları biz eyleme getirmek için 4-5 defa iletişime geçtik. Böyle bir örgütlenme mevcut ya da sendika yöneticisi kadın. Ama senin telefonuna çıkmıyor. İstesem bulamaz mıyım, ama diyorum ki, sen de örgütlenme yapıyorsun senin de elini güçlendirsin ben de buna çaba sarfedeyim. Üç kadına ulaşıyorsam beş kadına ulaşırım. Beş kadına ulaşıyorsak, on beş kadına ulaşırız, ama böyle bir şey yok. Kadınların kafasındaki sınırları aşmayan kendi kontrollerinde tutan düşünceyi kırmak gerekiyor.
Söz alan başka bir EKA’lı ise şöyle söyledi; “Uzun yıllardır bu ülkede bir mücadele biçimi yaşanıyor. 90’lardan itibaren burjuvazinin izlediği bir politika var. Bu nedir? Yaklaşık olarak 10-15 yıldır sürekli işlediğimiz bir konu: Politik çevirme hareketi dediğimiz bir olgu var bu ülkede. Bunun içinde devrimci örgütler de dahil, sendikalar da dahil sendikalar da dahildir. Eskiden sınıfın önünde hareket edebilen devrimci sendikalar varken, hepsi burjuvazinin bilinçli hareketiyle değiştirildi. Odalara bakın, birçoğunun yönetimi değişmiştir. Çünkü kapitalizmin sınıf üzerinde etkin olabilmesi için, önce sınıfın araçlarını elinden alması gerekiyor. Sınıfın bir tane aracı yok ortada. Sendikalara bakıyorsunuz… Devrimci hareketler olarak bizim önümüzdeki ilk engel burjuvazi değil, reformistler ve sendikalar. Aşmamız gereken çok şey var. Toplumda hem örgütlenmelere yönelik hem de kendi örgütüm dediği sendikalara yönelik ciddi bir bunalım var. Hangi işçiye giderseniz sorun, güvenmez, ama onun dışında da hareket edemez. Çünkü onun dışında onu çekebilecek bir örgütlenme de yok bu ülkede; sınıf açısından baktığımızda.
Bunun yanında o krizin ortaya çıkardığı sonuçlar, tutuklanma, yaşamdan kovulma gibi tehditlerin hepsi toplumu baskı altına almış. Sindirmiş, umudunu elinden almış durumda. İnsanlar şu an günlük, ben nasıl yaşarım, yaşamımı sürdürürüm derdinde. Bugün hangi evin kapısını çalarsanız çalın, markete gittiğinde o gün 100 lirayla alabildiğinin bir fileyi bile dolduramaması kaygısı ve şikayetidir karşılaşacağınız şey. Bir yanı örgütlerin tamamen nerdeyse sindirilecek noktaya gelmesi, sınıfın öz örgütlerinin içinin boşalması, burjuvazinin kendi eli haline gelmesi. Toplumu ve bunun içindeki işçi ve emekçileri bir noktaya getirmiş durumda. Bu nasıl kırılacak?
İşçi sınıfının yarısı dediğimiz kadın cephesinde de durum bundan farklı değil. Yıllardır komite ve konsey örgütlenmelerinden bahsediyoruz. Sınıf bunu ne zaman gördü? Sendikasından ihanet gördüğünce, devrimci hareketlerin reformist politikalarından bir karşılık göremediğinde kendi örgütlenmelerine yöneldi. Buna da müdahale ediliyor. Biz bu ülkede, bu sınıfın kendi silahını kendi eline alması gerektiğini söylüyoruz. Sınıfın öne çıkması gerekiyor. Kadın alanında da emekçi kadınların başa geçmesi gerekiyor. Bu kulvara girmedikleri müddetçe, bu ülkede yeniden özgürlük ortamının yaratılması da, özgür toplumun inşası da mümkün değil. Kurultay bunu anlatmanın bir aracıdır.
Bu ülkede ne yazık ki yaptığımız her etkinliğin sonrasında devam ettirme, yayabilme noktasında eksiklerimiz oluyor. Bu hem bizim eksiklerimiz, hem de içinde yaşadığımız koşullardaki karşılaştığımız zorluklardan kaynaklıdır. Sosyal medya paylaşımından bile 1 yıl bir buçuk yıl yattığında, ne yazık ki, ‘hadi gel çıkıp sözünü söyle’ demek o kadar kolay değil; ama ilk önce bunların yıkılması gerekiyor. İlk önce bu bilincin gitmesi gerekiyor. İlk önce kadınlara kendi kurtuluşlarının nerede olduğunu gösterebilmemiz gerekiyor. Bugün bütün örgütlenmelere baktığımızda hepsi yanıltıcı. Hepsi sınıfın ne yazık ki, beynini yıkamış, umudunu kırmış durumda. Biz bir yanıyla işçi kadınlara o mikrofonu uzatarak, o kürsüyü işçi kadınlara teslim ederek, umudun yeniden doğmasına neden olmaya çalışıyoruz. "Bu güç sizin, siz bu sorunu yaşıyorsanız, bu sorunu çözecek bu mücadeleyi verecek sizlersiniz" bilincini götürmeye çalışıyoruz. Ne kadar yapabileceğiz hep birlikte göreceğiz. Bugün kurultay bunun aracı, geçmişte başka örgütlenme araçları yaratıldı. Ben önümüzün açık olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu zamana kadar herkes sözünü söyledi. Sözünü söylemeyen, ne yazık ki bu ülkede neredeyse yok edilmeye çalışılan komünistlerle işçi sınıfının kendisi kaldı. Bence o tarih sahnesine çıkmak durumunda. Çıkmadan bu ülkede hiçbir şeyin değişme koşulu yok. Biz bu mücadele araçlarını sendikalara, reformistlere, burjuva ideolojisinden etkilenmiş tüm oluşumların eline bıraktığımız sürece, sınıf da kendi sesini çıkaramayacak. Biz bu kurultayda bunun bir adımı olmak istiyoruz. Sanırım başaracağız”
Ardından sözü alan set işçisi bir kadın, kendi sektörünün sorunlarını anlattı. Deneyim aktarımları ve sıcak sohbetler eşliğinde yapılan kahvaltı da konuşulan konu; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve İşçi Kadın Kurultayı eksenliydi.
Emekçi Kadınlar adına söz alan bir kadının, Ayışığı'na gelen tüm kadınları 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde sokağa ve 10 Mart günü yapılacak İşçi Kadın kurultayı'na davet ettiği konuşması ardından; her ay düzenlenen ve güncel konularla zenginleşen bir kahvaltısı daha sona ermiş oldu.