Haftalardır tartışılıyordu: Faşist Bahçeli neden aniden DEM'e “el” uzattı ve daha da ileri giderek Öcalan'ın gelip Meclis'te konuşma yapabileceğini açıkladı.
Doğrusu, dinci faşist iktidarın iç ve dış politikasına ilişkin alışılmadık açıklamalar yapılıyordu ve hepsi de peşpeşe geldi. Faşist Bahçeli'nin açıklamalarını dinci faşist iktidarın başının da desteklemesi, bu açıklamaların ne kişisel, ne de rastlantı olduğunu ortaya koyuyordu. Bunlar, faşist devletin, aynı anlama gelmek üzere, dinci faşist iktidarın yeni politikalarının ipuçlarıydı.
Doğrusu, dinci faşist iktidarın bütün politik adımları, birbiriyle bağlantılı, bir zincirin halkaları gibidir ve öyle de ele alınmalı. Yine de, bu adımlardan ya da halkalardan birini, bir an için, başlangıç adımı kabul edeceksek, o da, RTE'nin durduk yerde, “İsrail bize saldıracak” olmalı. Açık ki, bu açıklama, tümüyle dikkatleri başka yere çevirmek amaçlı bir “cambaza bak” açıklamasıydı. Çünkü Türkiye NATO üyesi, ABD'nin startejik müttefiki; Türk ordusu bir ABD-NATO ordusuydu ve dolayısıyla, eğer İsrail saldıracaksa Türkiye listenin en sonunda yer alırdı.
RTE, durup dururken neden “cambaza bak” deme ihtiyacı duydu? Elbette, geleceğe ilişkin plan ve hazırlıklarını gizlemek için. “İsrail bize saldıracak” sahte açıklamasını, “iç cephe” ile ilgili tartışmalar izledi. Devletin, aynı anlama gelmek üzere, dinci faşist iktidarın kafasındaki plana/planlara uygun toplumun “birlik” içinde tutulması gerekiyordu. RTE'nin Başdanışmanı, Uçum “iç cephe” konusuna şöyle bir giriş yaptı:
“İç Cephe'nin Türkiye’nin ulusal, demokratik cephe perspektifi olduğu yaklaşımıyla şu tanım yapılabilir, en büyük sosyal güçlerinden birincisinin Cumhur İttifakı'nın olduğu, tam bağımsızlıktan, coğrafi bütünlükten, siyasi birlikten yana ve antiemperyalist tüm güçlerin birleştiği, Türkiye’yi koruma, güçlendirme ve geliştirme hedefleriyle hareket eden CHP ve diğer muhalif mecraların yurtsever, ulusal, vatansever, milliyetçi güçleri de içinde tüm ulusal/milli güçlerin milli devletle birlikte oluşturduğu kuvvet, İç Cephe'dir.”
Başka bir ifadeyle, devletle uzlaşan ve uzlaşabilecek tüm güçleri bir araya getirme ihtiyacını hissediyorlar. Günün moda kavramıyla söylersek, toplumu devlet ve iktidar etrafından “konsolide” etmeye çalışıyorlar.
Gerekçe? Gerekçeyi yine Uçum'un sözlerinden dinleyelim: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, bölgemizde soykırımcı ve faşist İsrail yönetiminin yarattığı ateş çemberine ve küresel emperyalizmin yıkıcı projelerine karşı Türkiye’nin iç cephesini sağlam tutması gerektiğine işaret etti.”
Bütün bu açıklamaları İsrail'in Suriye'ye saldırılarını yoğunlaştırması sonrası faşist devletin Halep-İdlib kırsalına Elektronik Harp Sistemleri, Hava Savunma Sistemleri dahil ağır silah sevkiyatı gibi pratik hazırlıklarıyla birlikte değerlendirmek lazım. Büyük bir savaş hazırlığı olduğu tartışma götürmez. Elbette, hazırlık yapılması o savaşın mutlaka olacağı anlamına gelmiyor ama bir olgu olarak savaş hazırlığı gözardı edilemez ve değerlendirme yaparken mutlaka hesaba katılması gereken pratik bir olgudur.
Şimdi bütün bu tabloyu tamamlayan iki açıklamaya gelebiliriz. Birincisi, faşist Bahçeli'nin, devletin kuruluşundan bu yana rüyalarını süsleyen hayallerini ifade ediyor. Bu, Türkiye'nin Suriye, hatta Irak ve olabilirse daha geniş toprakları kendine katarak eski sınırlarına doğru genişlemesidir. Faşist Bahçeli'nin geçmişte Kerkük ve Musul'a plaka numarası verdiğini hatırlayalım. Halep ise, Atatürk dönemi dahil, Türkiye egemen sınıflarının aklından hiç bir zaman çıkmamıştır. Suriye savaşının başında RTE'nin “Cuma Namazı”nı Şam'da Emevi camiinde kılma rüyası da bunun dışa vurumuydu. Türkiye, halen Halep'i kendi toprağı kabul ediyor. Bahçeli, son açıklamasında, bu özlem ve iştahını şöyle ifade ediyor:
“Önümüzdeki yüz yıllık takvim işlemeye başlamıştır. Türk mucizesi gerçekleşecektir. Yeni yüzyılda üzerinde oynanan haritalar yeni baştan çizilecek, ihlal edilen sınırlar belirsizliğe gömülecek, istikrarsızlıklar kabuk değiştirse bile mahiyetleri aynı kalacaktır.
Milli hedefimiz Osmanlı barışına benzer bir Türk barış duvarının kale duvarımız gibi etrafımıza çekilmesidir. İstanbul'un fethi ve Fatih Sultan Mehmet ile sökün eden Türk barışı hedefimizdir. Ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk barışı devrinde aynısı yaşanacaktır. Türk devleti hiçbir zaman asimilasyoncu olmamıştır.”
Görülüyor, faşist devletin hedefi, “FSM ile – Viyana önlerine, Libya ve Mısır'a, Arabistan çöllerine kadar- sökün eden “Türk barışı”dır. Bunun için “Haritalar yeniden çizilecek, ihlal edilen sınırlar belirsizliğe gömülecek -Türkçesi, var olan sınırlar ortadan kalkacak- Osmanlı barışına benzer -okur bunu Osmanlı sınırlarına benzer, şeklinde okusun- bir Türk barış duvarı örülecek." Hayaller böyle, ama hazırlıklar da bu hayallerin gerçekleşmesi için.
Okur, faşist devletin ve Türkiye tekelci sermaye sınıfının hayallerini “Oblomov'un rüyası”na benzetebilir, ki bizce de öyledir; ama şimdilik bunun bir önemi yok.
Kısa bir özet: Siyonist İsrail ve ABD'nin saldırıları sonucu Suriye iyice güçten düşer ve Ortadoğu tam kapsamlı bir savaşın sahnesine dönerse, hazır Rusya'nın da başı Ukrayna ile meşgulken, ABD ile anlaşarak Suriye'nin üstüne çökme planları yapılıyor faşist devlet cenahında. Tıpkı 1917-18 yıllarının Ortadoğusu gibi bir ortamın ortaya çıkması durumunda, o yıllarda kaybedilen Osmanlı topraklarının en azından bir kısmının geri alınabileceği hayal ve hesapları bunlar. “İç cephe” tartışmaları, Kürt halkını yanına çekme çabaları, toplumu dinci faşist iktidar etrafında “konsolide” etme planları; bunların hepsi puzzle'ın bir parçası olarak ele alınmalı.
Ama her şey bir demiryolu hattının düzlüğü gibi, düzgün gitmiyor. Kürt halkını yanına çekmek için Öcalan'ı Meclis'te konuşma yapmaya çağıran, DEM Partililere kanlı elini uzatıp tokalaşan Bahçeli, aradan çok zaman geçmeden, “Kürt sorunu yoktur” deme noktasına geri geldi. (Bu arada belirtelim ki, bizce de “Kürt sorunu” yoktur ama ilhak edilmiş bir Kürdistan sorunu ve kendi kaderini tayin hakkı elinden alınmış ezilen Kürt ulusunun "ulusal sorunu" var. Doğru kavramlaştırma böyledir).
“Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Kürt sorunu yoktur, asla da olmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin etnik veya mezhebi bir ağırlığı ve açmazı da yoktur. Var olan sorun bölücü terör sorunudur, kaldı ki bu ihanetin kökü muhakkak surette kazınacaktır.”
Şimdi, yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci açıklamaya gelebiliriz. RTE, dinci faşist iktidarın başı olarak, kayyumları atayan savcıları övdükten sonra, evdeki hesaplar çarşıya uymayınca ve üstüne ABD'de Trump seçilince savaş baltalarını havaya kaldırmanın zamanı diye düşünmüş olmalı. Çünkü zamanında kendisine Rojava topraklarının bir kısmını işgal izni vermiş ama arkasından, “aptal olma” diye seslenmiş Trump'tan benzer izni koparabileceğini hesaplıyor. Dahası, ABD'nin Suriye'ye ilişkin planlarının halen yürürlükte olduğunu, Böylece, ABD -ve tabii ki İngiltere- ile birlikte Suriye'ye; olmadı Rojava'ya çökebileceği hayalleri depreşmiş görünüyor. Son açıklaması şöyle:
“Ülkemizi güney sınırlarından kuşatma girişimini, yaptığımız harekatlar ve oluşturduğumuz güvenli bölgelerle önemli ölçüde akamete uğrattık. İnşallah önümüzdeki dönemde sınırlarımız boyunca oluşturduğumuz güvenli bölgenin eksik kalan halkalarını da tamamlayacağız. Bir başka ifadeyle terör örgütleriyle ülkemiz sınırları arasındaki irtibatı tamamen keseceğiz.”
Planlar ve hayaller, gerçekleşme ihtimallerinden bağımsız olarak, işte böyle. DEM Parti'ye uzatılan, DEM Partililerin de “pek kıymetli” buldukları “el”in temel, ana, başlıca sırrı budur. Elbette, bu tür büyük olay ya da gelişmeleri tek bir nedene bağlamak ya da başka sonuçlarını hesaba katmamak yanlış olur. Anayasa değişikliği, Erdoğan'ın yeniden yönetimin başına getirilme amacı, Kürt halkını, Kürdistan ve Türkiye devrimci güçlerini bölme hedefi vb vb, “el”in uzatılmasında rol oynamıştır. Ama bütün bu yan etki ve nedenler, ana amaca bağlı olarak ele alınmalı; ana amacın, devletin temel hedefinin yerine yerleştirilmemeli.