Sağlık hizmetinin de eğitim ve hukuk hizmeti gibi her insanın eşit bir şekilde faydalanma hakkı olan hizmetler olduğunu biliyoruz. Avrupa Sosyal Şartı’ndan, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne ve daha sayfalarca sürecek imzalanmış uluslararası ve ulusal pek çok yasaya göre, bu haklardan faydalanmanın insan olmanın bir gereği olduğunu da biliyoruz. Örneğin Sağlık Hakkı, Anayasa’da devlete verilen yükümlülüklere uygun olarak, Türk kamu hukuku öğretisinde pozitif statü hakları içerisinde incelenmektedir. Böylelikle, kişinin devletten isteme hakkı boyutu vurgulanmış olmaktadır. Yazılı hukuka baktığımızda her şey yolunda görünüyor. Ancak hayat sizin de bildiğiniz gibi öyle değil.
Dünya Sağlık Örgütü; “Sağlık, sadece hasta veya engelli olmamak değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir” diyor. Sağlık hakkı kapsamında şunlar var: Hastalık, salgın, kaza, afet, savaş, saldırı, sosyal güçsüzlük, bakıma muhtaç olma, engellilik, yoksulluk, stres, yalnızlaşma, yabancılaşma vb. durumlardan korunma. Korunması gereken durumlarla karşılaştığında, zamanın koşullarının el verdiği en hızlı ve en üst düzeyde sağaltma, yeniden kazanma. Komplikasyonlardan korunma. Sağlığın devamı için gerekli koşulların sağlanması; Gıda, barınma, giyim, eğitim, kültürel faaliyetler, tatil, dinlenme. Bilimin ve teknolojinin en üst düzeyinden faydalanma. Sağlıklı ortamda ve gücün kadar çalışma, toplumsal üretimden ihtiyacın kadar faydalanma. Ayrımcılığa maruz kalmadan güvenli ortamda yaşama. Sınırlanmaya maruz kalmadan özgürce seyahat etme. Gelecekle ilgili kaygı duymama vb...
Biz bu yazıda burjuva hukukta bile uzun mücadelelerle kazanılan bu kapsamı sadece hastalıklardan korunma, hastalık halinde tedavi edilme ve rehabilitasyon ihtiyacında sağlık hakkı ile sınırlayacağız. Bugün sağlık hakkı ile ilgili yaşadığımız maddi/manevi zorlukların ve imkansızlıkların nereden kaynaklandığını anlamaya çalışacağız.
Sağlık güvencesi dünyada üç şekilde veriliyor; Birincisi devlet tarafından, ikincisi devlet+özel şirketler tarafından (ihale+kullanıcı katkıları), üçüncüsü özel şirketler tarafından. SSK ya da SGK gibi kesintilerin olduğu bir yerde sağlık hizmetinin devlet tarafından sağlandığı söylenemez. Bu durumda ülkemizde sağlık hizmeti ilk kuruluşundan bugüne ikinci gruba girmektedir. Üçüncü gruba doğru hızla yol almaktadır.
1980 sonrasının emperyalist politikaları devletlerin kamu hizmetleri anlayışını, etkinlik ve verimlilik kriterleri çerçevesinde fiyat tabanlı, bürokratik olmayan, piyasa ve müşteri odaklı şekilde yeniden kurguladı. Kamu hizmetleri tanımları; “Maliyet, Risk, Fayda”, “Kar-ücret”, “Hız” olarak yeniden düzenlendi.
Kamu alanındaki eğitim gibi sağlık hizmeti de oldukça büyük bir rant alanını kapsamaktaydı. Devletin yükümlülüğünde olması da bu alanları gider, yani “yük” olarak tanımlanmaya başlandı. Uluslararası tekeller bu alanların kendilerine bırakılması için çeşitli anlaşmalar yapmaya başladılar. Özel sigorta şirketleri, özel üniversiteler, ilaç firmaları, tıbbi malzeme ve cihaz üreticileri, taşeron firmalar gibi pek çok ulusal ya da uluslararası kapitalist tarafından bu verimli rant alanı yağmalanmaya başlandı.
Avrupa Birliği, temel hedeflerinden birisi, karşılıklı olarak hizmetlerin özelleştirilmesi, yatırımların açılması, gümrük vergi ve harçlarının kaldırılması ya da indirilmesi gibi ticari alandaki kolaylıkların sağlanmasıydı. 1994 “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması”nın (GATS) “hizmetler, resmi otoritenin uygulanmasında sunulan hizmetler dışında kalan her sektördeki hizmetleri kapsar” ifadesi ile anlaşma kapsamındaki hizmetlerin oldukça geniş tutulduğu görülmektedir. Amaç “devletin küçültülmesi” idi. Biz bunu SEKA, TEKEL, Paşabahçe vb KİT'lerin (Kamu İktisadi Teşekkülleri) üç kuruşa yağmalanması sürecinde de gördük.
Adına “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ya da “Sağlıkta Reform Paketi” dedikleri şeyin ne olduğunu Devrimci Emekçiler olarak pek çok kez yazdık, dile getirdik. Özetle, kapitalist devlet bir konuda reformdan bahsediyorsa, bu sermaye için iyileştirme emekçiler için yıkım demektir. Bu yıkım bizi doktor aramak zorunda bırakır, yarım yamalak bilgiyle tedaviyi hatta teşhisi sorgulamamıza neden olur ve tedavi olmak yerine bizim ve yakınlarımızın sağlığımızı gitgide daha çok kaybettiğimizi hissettirir. Daha kötüsü daha çok paramız olsaydı yakınımızı, sevdiklerimizi kurtarabileceğimizi düşünür, kendimizi suçlarız. Yardım toplamalar, dolandırıcılar, bağışçı aramalar, simsarlar, tv'lerden basından şişirilmiş uzmanlar arasında insanlığımız yıkıma uğrar.
Devrimci Sağlık Emekçisi